- 888 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
mal meydanı / Ardahan Öyküleri/ 147
-Dedem Hamit Azeri’ye adanmıştır-
Somun ekmekti mübarek.
Mal Meydan’ın kendi büyüklüğünde somun.
Ardahan’da kimin kursağından geçmemiştir ki?
Nametti... bereketliydi.
Şükretmek elverir.
"Nan"ından kimler istifade etmedi?
Mal Meydan’ı: İnek, sığır, öküz, davar pazarıdır.
Mafiş şemalli üçgen meydan; hayvan pazarı. Ardahan’ın yalnız etkin ekonomik borsasıydı.
Neler?
Malkara denilen: Koyun, kuzu, keçi, öküz, comuş, inek, düye, mozik, iki doğan, kısır inek. Cümle mahlukat gemiye binmiş, giderken gibi her pazar’teleri köylerden atılgan... pazara çığnaya çığnaya çamurda koşardılar..
Haftanın birkaç günü ’Pazar’ açıktı.
En faal gün: Pazarertesiydi.
Yazlar, bahar ve son yaz işlerdi meydan.
Alan alır; satan satardı.
Kışın pazar, borsaydı gibi mevzular konusu konuşulmazdı.
Ardahan’ın al-satı buydu.
" Mal-davar’da para ediyordu."
Ne ki: Hayvancılıktan serzenişle söz saçanlar: " tırnağını ..." diye salvo atsalar da.
Hayvancılıktan nemalanmayan ev, hane yoktu?
Şimdi Dört kunçunu; suya verilmiş bir çaput: " Hatrına dokunulanan
eskilerin."
Birinci mufassal yadigarı:
Mal Meydanında ciğerci.
Ciğerciler bir değil birkaç taneydi.
Soğan pululu kombala kuk, yağıyla, gülamber pamuk ciğer, kuş başı doğranmış doğram, doğram... et tappul’u zanarsın.
Yemesini sevenler; yiyerdiler.
Açlıktan uslu geçecekler...
Beleş mezar bulsa girecekler!
"- Yaz canım! Üçüncü ayın beşinde herkes bohçanın parasını getirecek!"
Kafa kıyak aklına eseni söyledi. Masada ki canbaz. Efkar basmıştı adamı. Duygulanıyor. Arka cebinden çıkardığı mendille gözünden ıslaklığı alıyordu. Burnunu genzinden çekti. Çıkartığı ses ürküttü.
" PIRRR!" Ürkenlerin kaçış sesi...
" - Harttttt!"
" Desturrr!"
Kışın açıktı...
Ehli keyifler gelmeye aralıksız devamcıydı.
Yaz ki tantanalı sıcaklar son giderdi.
Ciğerin lezzeti bir nefes gibiydi. Tat, soğan, şerham kesili. Çatalın kiri yazdan kalmıştı. Evvelden ve tesirsiz kiriyle zararsızdı.
İnsan cemaatı minderlerde sıkışırdı. Boşalmıyordu ki: İçeri soğuya. Ciğer tavası; sekide oturanları nöbette bekliyordu. Eski ahordan devşirmiştiler lokantayı. Sus- pustu; daim daima böyleydi ciğerci.
150 senelik ahordu, Böğrünü uçurdu. Ciğerci yapmıştılar.
Çok para etmemesine karşın bir porsiyon ciğeri. Nadiren yerdik. Zira ehil insanların mekanı olduğu içün gençlerin edep ve haya etmelerinden zırt pırt gitmezdik.
35’lik parlatan olurdu. Başta ciğerci kendisi aslan terbiyecisiydi.
Derler ki: Pekte lezzetli olurmuş.
Ciğer, bevaz, aslan sütü...
" Rakı, balık, Ayvalık. "
" Ciğer, bevaz, Revas. "
Canbaz’ın önündeki porsiyon kurtulmuştu. Canbaz, aşçıya bağırarak:
"- Ciğer bitmiş... tabağı aktive et! Kurban oleeemmm!"
Bunun üzerine aşçı da terbiyesini takınarak, gayet efendisel:
"- Büyrüüüün! Derhal beyefendinin tabağı aktivite edilecek! Getir tabağı garsiyon!.."
" Oğlun başını seversen hele bil!"
"Neyi?"
" Sabri Şimşekoğlu..."
" Hangi türküsü?"
" Dur görürsün!
"Gurbet elde köyüm düştü yadıma
Eyvah eyvah hasret kaldık köylere
Kura çektim gurbet düştü bahtıma
Eyvah eyvah hasret kaldık köylere
Göğdağımın yükseğinde kışladım
Gurbet elde içime dert işledim
Doğruyol dan ozanlığa başladım
Eyvah eyvah hasret kaldık köylere
Özlemişem kardaşımı bacımı
Gurbet elde ben ağarttım saçımı
Terkos suyu verem etti içimi
Eyvah eyvah hasret kaldık köylere
Çiftçi kardaş tarlasını sürdümü
Kimse bilmez içerimin derdini
Şimşekoğlu terk etmezdi yurdunu
Eyvah eyvah hasret kaldık köylere."
Bir ikincisi:
Gordon Matta Clark. Evleri duvarları, çeperleri. Yarıdan keserek sergilerdi. New York’ta öldü. Chicago Modern Sanatlar Müzesinde Ev, ahır, çeper, baraka, merek. Yarısını keserek; merdivanları deyeyim hatrımdan çıkmadan.
Mal Meydanın ciğerci dükkanı G. M. Clark gibi keserek bir payını, hiç olmadı: Yadigar saklasak. Sergilesek kuşaklarımıza aktarsak... hayatımızın kimi çizgileri işte bunlardı diyerek. Bu mülahaza sanat dostu ikili arasında konuşmadır. Kulak misafirliği ev sahibine nem yitirtir. Misafir haddini edebinde bilince!.. Güzel güzel dertleşen iki arkadaş. Dünya sanat tarihinden bildiklerinden alıntı yapıyordu. Binayı, mereği keserek yarısını veya bir kesitini sergileyerek saklama marjinal bir fikirdi. Kendileri; kabul ediyordu bunu. Marjinal neyse? İleriydi sanat olarakta. Uluslararası sanatta Ardahan’dan söz ettirir miydi? Eşşedibillah ettirirdi! Ha, bu ikili dünyayı sallamak istiyordu. Emin olun sallardı.
Bir üçüncüsü:
Cesur ve cesaretle insan girmeli işe. İmkansızı istermiş elin oğlu. Beceremeyince imkansız imkansızdı. Bu bile fark değil mi deyip sıyırırmış.
" Boğulunca büyük denizde boğulacan."
" Evvelallah doğru söz!"
Mal Meydanı az önemli diye bir şeyi kabul etmiyordu. İkili: Ardahan hayatında tesirlerini meydanın, sohbet ilerledikce, söylediklerine insan mat kalıyordu. Nereleri nerelere bağlıyordular.
Meydanın alvercilerini, celebini, tüccarları isim isim saydı:
Yüksel Abi, Kıddıl Resim, Yeni Mahalle’nin tamamı nerdeyse... Sabgaralı Ali Efendi, Sabgaralı Koço Efendi, Yaylacıklı Balabey Dayı, Sazara’dan kimileri, Kel Binali, Simo, Mülazim Efendi, Mustafa Dayı, Halil İbrahim... Hoçvan’dan birileri... Hallefendiden birkaçı... Gürcübeyden Ferik Dayı.
Kerme kalağını kesecen ağam. G. M. Clark yapmış mesala. Sen de kerme kalağın yarı kesitini kes, sergile!
Oğlum! Kerme nedir? Biliyor musun? dedi. Arkadaş arkadaşa.
Ben kermenin açık tanımını yapacam. Yaparsam sen buyuğun itin kıçına sürecen mi? İteleşdiler!
Arkadaşına iddiacı soluksuz söylendi:
" _ Kerme davar kıkılıdır. Davar; keçi ve koyundur. Kışın Davar arazide kalmayacağından ağıl dediğimiz ahora yerleşir. Ağılın altı saltaşla döşelidir. Davar kışın nefesiyle sıcaklayınca taşın serinliği bir derece melhem olur... kıkıllar davarın üreyle birlikte altında kalarak kat kat kermeler... kelimede katlanarak çoğalmadan gelir. Kerme davarın altında bahara değin basılarak katılaşır. Üre dışkısı süzülerek kurur. Netice: Davar meraya yayılınca ağıl boşalmıştır. Keserek kermeyi; kurutarak yavaş yığarlar. Dışarıya kule veya kalak yaparlar. Tabanı geniş kalakın tepesi dar düdük gibidir. Harran evlerine benzer yani. O kalakta mal dışkısıyla sıvanır. Tezeğe nisbeten yanması daha iyidir. Pahalıdır. Bizde yaktık bir kış. Babam emimle almıştı bir traktör. "
Kerme nerde?
Yandı kül oldu.
Kül nerde?
Rüzgar üfürdü toz oldu.
"- De get Bayburt de get; sen de nem kaldı?!."
yalçıner yılmaz17-12-2010
gebze
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.