“ANNE GECELERİ BİR ADAM GELİYOR”
Gurbetçi vatandaşlarımızdan birinin evi. Yaşanmış bir hikâye… Korkmak şaşırmamak elde değil. Ve üzülmemek küçük çocuğun haline… Anne ve babanın psikolojisine hâllenmemek mümkün değil.
Anne, baba ve 4 yaşındaki çocuklarından müteşekkil bir sıcak yuva. Huzur desen var, güven desen var, mutluluk desen var. Hâsılı yaşam üzerine olması gereken her türlü aksesuar mevcut. Bir aile daha ne ister; iş var, çocuk var, huzur var, saygı sevgi var. Değil mi sevgili okuyucular?
Çocuk güzel mi güzel; kara gözler, simsiyah saçlar, sağlıklı mı sağlıklı, şen mi şen. Anne ise ev işleri ve çocuğun bakımıyla hemdem; onun da mutluluğu gözlerinden belli. Baba ise iş güç peşinde ekmek kavgası için uğraşıyor. Bu tablo şimdilik çok güzel; çerçevelenip asılabilecek bir tablo. Mutluluğun resmi bu olsa gerek değil mi Abidin?
Sıcak günler, mutlu anlar ömür boyu sürmezmiş derler. Yaratıcı sevdiklerini mutlaka bir şekilde sınarmış dünya dertleri ile. Kim diyorsa ben her zaman mutluyum aklından şüphe duyarım onun. Dert, illet, kada, bela, hastalık, tasa, gam, kasavet vesaire içinizi karartacak, sizleri bulutlu havalara döndürecek anlarda en az güneşli ve güzel günler kadar yakınınızdadır. Size şah damarınızdan daha yakın olan mutlak güç gibi…
Mutlu ailemizin çocuğu bir gün ansızın yemeden içmeden kesilir. Sofradaki her şeyi silip süpüren çocuk öyle an gelir ki en sevdiği çikolatayı dahi istemez hale gelir. Ve bu iştahsızlıkla beraber her sabah uyandığında annesine yarım yamalak konuşmasıyla: “Anne gece bir adam gelip başını kaldırıyor yatağımın başında bana bakıyor.” demeye başlar.
Çocuğun odası ayrı, kapının altından ya da üstünden bir adamın girmesinin mümkünü yok. Pencereler kapalı, camlar kırık değil. Anne bu duruma şaşırıyor, evin altını üstüne getiriyor lakin kimseyi görmüyor. Akşamları kapıyı daha sıkı kapatıyor tedbir olarak. Çocuğun rüya ya da hayal gördüğünü zannetmeye başlıyor. “Kimse yok oğlum sen rüya görmüşsün.” diyor. Çocuk ise “yüya göymemişim anne! Gece yaştığımın yanına kadar sokuluyo başını kaldırıyo ve gözlerimin ta içine bakıyo bu adam.” Kadıncağız şaşkın ve ne yapacağını bilemez bir halde kalakalıyor.
Çocuk günden güne zayıflamaya başlıyor ve mütemadiyen her sabah aynı cümle ağzından dökülmeye başlıyor: “Anne gece bir adam gelip başını kaldırıyo yatağımın başında gözlerimin ta içine bakıyo.” Anne ve baba şaşkın; evin altını üstüne getiriyorlar lakin çocuğun anlattığı adam yok ortada. Hem fiziksel hem psikolojik olarak endişelenmeye başlıyorlar dünya kuzuları için.
Çocuklarını doktora götürüyorlar. Yemeden içmeden kesildiğini anlatıyorlar. Yapılan her türlü tahlil sonucunda çocukta olumsuz bir duruma rastlanmadığını dile getiriyor doktorlar. Fiziksel olarak çocuğu rahatsız edecek ve yemeden içmeden kesecek olan herhangi bir durumun söz konusu dahi olmadığını çok rahat bir şekilde ifade ediyorlar. Gerisin geri eve dönüyorlar. Çocuktaki iştahsızlık devam ediyor; bir ay için çocuk iğne ipliğe dönüyor. Ve her sabah dilinde “Anne gece bir adam gelip başını kaldırıyo yatağımın başında gözlerimin ta içine bakıyo.” cümlesi çıkıyor. Aile perperişan bir haldedir. Ya rab, bu ne müşkül bir iş! Ya rab, yok mu derdin ilacı?
Düşünebiliyor musunuz anne babanın hali pür melalini. Günden güne eriyen can parçaları, yetmezmiş gibi sayıklamaları…Ortada fol yok yumurta yok zannederken hem de.
Bir öğle vakti çocuğun teyzesi onlarda… Anne ile mutfakta yemek hazırlamaktadır. Çocuk ise odasında yalnız yine… Bir ara teyze mutfaktan çıkar çıkmasına ama çıkması ile avazı çıktığı kadar bağırması bir olur: “ Abla koş, kurban olam abla koş!” diye… Bu bağırtı ile hem ablası hem de 4 yaşındaki yeğeni oraya gelir. Bir de ne görsünler kocaman bir yılan evin içindeki üst kat merdiveninden süzülerek aşağıya doğru inmesin mi? Bizim küçük çocuk hemen bağırır annesine: “Anne bak ben sana söylüyordum sen bana inanmıyordun. O adam işte bu” Annenin beti benzi atmış, teyze feryatta, ahali eve akmakta… Bizim ufaklık ise annesinin eteğini çekiştirerek şunu haykırmakta: “Her gece yatağımın başına gelip başını kaldırıp gözlerimin içine bakıyordu ya. İşte o adam bu” diye yılanı işaret ediyordu. Çocukcağız yılanın adını bilmediğinden her gece gelip başına dikilip gözlerinin içine bakanın bir adam olduğunu kendi lisanıyla anlatmaya çalışıyormuş. Meğer adam dediği yılanmış; gerçi yılan adamlar toplumda yok değil ama!
Bu bağırtı ile toplanan konu komşu yetkililere haber verirler ve gelen yetkililer yılanı yakalayıp götürürler.
Yakalanan yılan bir ev yılanıymış. Hem de 2,5 metre uzunluğundaki bir piton yılanı. Aylardır kayıpmış ve bulunduktan sonra gerekli duyurular yapılınca sahibi gelip almış pitonunu… Yüklü bir ceza ödeyerek hem de…
Korkmamak kâbil mi? O çocuğun yerine koyunuz kendinizi bir zahmet. Her gece saklandığı üst kattan bir alt kata (iki katlı); merdivenlerden nazlı bir gelin gibi süzülüp kimseye görünmeden iniyor. Sanki kendi eviymiş gibi evin en masum, en çaresiz ferdinin odasına girip çocuğun yastığının hizasına kadar sokulup başını kaldırarak çocuğun gözlerinin içine bakıyor. Çocuk da korkudan olsa gerek gözlerini kırpmadan ona bakıyor. Kim bilir kaç dakika, kaç saat o halde duruyorlarmış?
Uyuyabiliyorsanız uyuyun hadi!
Yılan mı dediniz, asla!
YORUMLAR
Evet ürpertici. Hele gerçek bir öykü olduğunu duymak...Yılandan korkmam ama, çocuğumun başında dikilmesini de hiç istemem doğrusu...
Güzel bir anlatımınız var. İlk defa bir yazınızı okuyorum. Cümleleriniz rahat ve samimi. Konu anlatımınız da akıcı. Ne yazık ki vakitsizlikten pek çok değerli yazıyı kaçırıyoruz gözden.
Paragraf boşluğu bırakırsanız yazılarınız daha net ve rahat okunabilir.
Umarım bundan sonra daha sık yazılarınıza denk gelirim.
Kutluyorum.