- 736 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİZİM ALDANIŞIMIZ
İnsanların en iyi oynadığı ve oynarken en çok zevk aldığı oyun hangisidir sizce? Uzun zamandır düşünüyorum bu soruyu. Cevabım öznel olacaktır ama olsun. Siz de bu soruma kendinizce bir cevap vereceksiniz. Cevabımın cevabınız olmayacağını bildiğim halde tebessümünüzün ardındaki sızıya cevabımı sunuyorum.
Oyunumuzun adı aldatmak ve oynadığımız yer ise ayaklarımızın altından kayan zamandır. Gözlerimle süzüyorum zamanı ve bakışların ardında gizlenen dünyalarla çıkıyorum yola ve kendimce bir umut yaprağından tutuyor ve “bu bahardır işte” diyorum. Bekliyorum, bekliyorum ve bu beklemenin şafağında bir kar kaderi görünce adına oyunumuz dediğim yalancı kahraman çıkıyor karşıma. Ya da yalancı maskemiz diyeyim.
Selam veriyoruz dostlarımıza, selam alıyoruz dostlarımızdan. El uzatıyoruz bir adaya ve eller uzanıyor bizlere. İçinde buzlar gizlenen ama güneşten korkan ve su olmaya cesaret edemeyen bir adadan eller uzanıyor bizlere. Söyledim ya bir oyun oynuyoruz yediden yetmişe. Adına hayat diyor birileri, adına umut, adına bekleyiş, adına özlem, adına mevsimsiz bir göçmen kuşu diyorlar. Diyorlar, diyorlar… Diyorlar da peki ben ne diyorum bu oyuna.
Ben dolaştırmadan sözü keskince, bir şahin misali buluttan toprağa, bir yıldırım gibi geceden yüreğe, içimden içinize boylu boyunca aldatmak diyeceğim müsaadenizle.
En iyi oynadığımız ve en sevdiğimiz oyundur aldatmak. Bir çehrede iki yüreği saklamanın adıdır aldatmak. Faust’un sırtında Mefisto’ya öpücüktür aldatmak. Sezar’ın kucağında oğul Brüt üs’ten sırtımıza vurulan ateşli bir hançerdir aldatmak. Aynaları aldatıyoruz çoğu zaman. Neşe dağıtırken güneşe geceye yağmurlarımızı saklıyoruz.
Kimseler bilmezse de biz biliriz,
İçimizde eriyen buzlar bilir,
Aynı sahnede birden fazla rolü oynamaya çalıştığımızı.
Aldatmak, dünya maceramızın en vazgeçilmez unsuru oldu cancağızım. Çekirdekten başlıyoruz aldatmaya. “Babacığım seni aha bu ev kadar seviyorum” diyoruz ve babamızın eve getirdiği poşetlere sarılıyoruz bizden küçük bir öpücük bekleyen babadan önce. Annem, annem, canım annem der ve başımızı dizine koyar yeryüzünün en güzel yastığından geceye emanet ederdik gözlerimizi. Ne zaman içimize bir dert düşse derdimizden eriyen annelerimizi de aldatırdık aldatmayı hüner bilen sergerden heveslerimizle. Kirli elbiselerle eve gelerek, yırtık çoraplarımızı diğer ayağımızın altında saklayarak ya da oklava korkusundan olacak, yaptığımız bir yanlıştan sonra onun cevherden değerli yanaklarına sahte bir öpücük kondurarak. Annelerimizi de aldattık.
Şimdi daha iyi anlıyorum.
Şimdi daha iyi anlıyoruz.
Duygularımı dökerken kâğıda bazen gözlerim yanımdaki küçük çöp kutucuğuna takılır. İçinde kâğıt görürüm, eskimiş bir kalem görürüm ya da az önce ruhundan soyunmuş bir mandalinanın kabuğunu görürüm. Görürüm, fakat bazen de o kutucuğun içinde feryat eden dakikalarımı, nidası yollarımı kesen saniyelerimi görürüm. Görür, görür ve “kusura bakma tatlı dostum, ben seni de aldattım” derim.
Saniyeleri aldatan biziz, dakikaları ve yılları aldatan ve zamana bir yaprak gibi teslim olan biziz. Hükümdarı olacakken kalbimizin, kalbimizi sefil arzuların esaretliğine mahkûm eden biziz. Gülecekken ruhumuzla beraber, ağlayan ruhumuza inat kahkahalarımız pazarlayan biziz. Kızmayın ama galiba biz aldatmayı seviyoruz. Ya yıllar, ya yıllar…
Çile şairini dinleyelim biraz. Bakalım neler döküyor kırağı tutmuş kulakların titrek tellerine… Bakalım neler sunuyor aldatmayı hüner bilen esir bir şehzadenin güneşine…
Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış
Nurlu ihtiyarın yanaklarında;
Yapraktan saçını yerlere yaymış,
Sonbahar ağlıyor ayaklarında.
Süzüyor ufukta bir kızıl yeri,
İçi karanlıkla dolu gözleri;
Alnında akşamın ince kederi,
Sessizliğin sırrı, dudaklarında.
Yanan bir kâğıtta küçük bir satır
Yazı gibi akşam onu karartır;
Artık o, silinen bir hatıradır,
Bu ısız bahçenin uzaklarında...
Gözlerime bakan her gölge sahibinden içime, yılların ayna kırıntılarından geriye, bir de geleceğe ayarlanmış bir saatin tik takleri düşüyor. Alev almış bir tarlanın kahkaha atan çiftçilerini gördükçe, denizi kurumuş bir balıkçının küreklere sarılışını gördükçe senaryosu daha da derinleşiyor dalından toprağa uzanan aldatış hikâyemizin.
GÖKHAN BOZKUŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.