- 658 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Tuzlu Bir İçlenmedir Özlem
Fısıltılarla tükenen bir ömrün dar/ağacında itirafım olsun sana sür/günlüğüm
Ruhum beklesin asırlarca yokluğunu, ellerinin kın/aları olsun tek g/ördüğüm
Bütün sevda duruşmalarım orm/an gözlerinde olsun, müebbet olsa da suçum
Takvimlerden düşen her yaprakta yazılıdır, sev/da ülk/en/deki ölümsüzlüğüm
İzimin gölgesine düşünce sözün, göğsündeki coşkuların dağılmış kalabalığından geçerek sesini vermek isterdin. Koyu bir gecenin ortasında kalırdı sesin, nefesin ve efsunlu kokun, havada terin üşürdü, ruhuna avuçlarım üşüşürdü. Seni beklerken gecem yorgunluğun çarşaflarını ıslatırdı. Yaşama sürerdik düşüncelerimizi, yeniden biz olurduk ve bütün okşayış düşlerimizin terkisinde kendi öykümüze yüzümüzü dönerdik.
Gecenin yarı beline dalınca bedenindeki terlerle, dil sürerdi bir şiir heceye. Yakarılarla gevşeyen ruhunun en katı kapaklarını açar, patlamamış tomurcuklarını infilaklı öpüşlerin fitillerine uzatırdın. Gözlerin saatlere alışırdı farkında olmadan, kulaklarına yerleşen gece dileklerimi düşünürdün. Yaylı bir yatakta gözlerin ıslanırdı ve sen karanlıkla sohbete dalarak inip kalkan yüreğini sustururdun.
Günahların kıymıklarıyla kabaran denizlerin dili olsaydı, bekleyişlerin göğsüne bıçak geçmezdi. Yorgun bedenimizdeki kelimeler dile gelseydi günün birinde, yok olmuş anların siyah peçelerine rüzgâr değmezdi. Sular döktüğümüz avuçlarımızdan kayarken damlalar ruhumuzdan bir arınmanın rahatlığı başlar. Kırık gönlümüzün sızıları derinlere akar, gün yeniden evrimini tamamlar. Acı ve sancı bir bardaktan dikilir, içtikçe yürekte harareti biriktirir.
Ölçüsünü bilemediğimiz sınırsız kopuşların geride bıraktığı hüzün tuzlarını götürünce rüzgâr uzaklara, tozuna yüz sürdüğümüz anıların göğsünde kendimize dönecek bir yön ararız. Bulutlar geçer üstümüzden yalnız kaldığımızda, her mevsimin ağusu ayrıdır ve biz en çok gecelerin uzun geçtiği hüzzam düşünüşlerin perdelerini anılar titrettikçe ağlarız. Düşen her damla kutsaldır, tozlu bir içlenmedir özlem, yüreğimizi her iç çekişte bunun için tuzlarız.
Dudağındaki ismime şekil aradığında uzun bir yolculukla çıkacaksın yüreğimin bakir dağlarına. Gönül bağlarımızın toprağa değen salkımlarına ellerini uzattığında kahkahalarla geçecek günlerin. Sarhoş gecelerin koynunda uyuyacağız seninle, yıldız ülkemin dalgaları çarpacak bedenine ve senli şarkılarla donattığım odalarda ayın konserini izleyeceğiz gecelerce. Korkularımızın mahzenlerinde bir ıslık sesi hep olacak, ama asla dokunamayacak sevgimize.
Yılların alışkanlığıyla berelenmiş bedenimizin evrimine sarılarak geçirdiğimiz günlerde yeni bir rüzgâr girer bazen penceremizden içeri. Dudaklarımıza her sabah aynı gülüş oturur, aynı düşünüşün vazolarındaki çiçekler gibi yanaklarımızdan akan yaşlar o an kesilir. Defalarca girdiğimiz kapılardan ve göğsümüzü acıtan ağrılardan geçer hüzün. Dört duvara tıktığımız bir tarafı yanık umutlarla her gece aynı film seyredilir, aynı düşünüşlerin karelerinden gözyaşlarıyla geçilir.
Sana bıraktığım coşkuları yıllar ötesine taşımaya gücün yetmediğinde kayıp günlerin terkisinde geçeceksin sevdanın durulmuş nehirlerini. Gecelerin uçup giden gelgitleriyle bedenini yoklayacak titrek ellerin. Kulaklarına başka coşkular dolacak, başka odalarda gözlerin hayalimle arada bir karşılaşacak. Aşk gelip geçecek gıcırtılı gönül raylarından, ama bir günü kovalayan hep yokluğum gibi, günüme anlam katan gözlerini bu yürek hep anımsayacak.
En dağınık yatakları güneş toplar, karanlık elini çekince dağlardan, onulmaz sancıların kaynağı da kurur bir gün. Sevdanın dalgalarına ay vurunca, gölgelerimiz kendi gönlümüze taşırlar bir gün sözünü. Özümüzün kaygısı azalınca, gökyüzüne uzanan avuçlarımızı hep gökyüzü yıkar ve bir gün uzak dağlarda güneşler doğmayı boşlar ve işte o zaman gülüm yüreğindeki sığınaklarda özleminin zehirlerini yutan bir adam ruhunu bulutlara bağışlar.
Gönlümüzün sarı odalarına birkaç bahar daha dolacak belki, yenilenmiş mevsimlerin arama tuşlarından yeni bir merhaba çıkacak. Bütün boyutları tarayarak, bütün çağrılarımı meşgule alarak kapatacaksın sevdanın gıcırtılı kapılarını yüzüme. Aşk girecek pencerenden, bir demet mutlulukla sana şarkılar adayacak, uğruna yazılmış şiirler birikecek birkaç mevsim daha ve gül dalında üşürken bir sevda seni aynı düşünüşle anımsayıp, hiç unutmayacak.
Sana adanmış sözlerin çekik gözlü gecelerinden çağırdım hasretin türkülerini. Kapımdaki düğünlerde sen yoktun. Her şenlik seninle olmalıydı, en güzel giysiler biçtirdim sana, sen giymedin. Masada mey, meyde dudakların vardı, yıkılana kadar içerdim, sen aşkın düzüne inmedin. Yağmurlar yağdı ovalarıma, sel götürdü umutlarımı, hiç bilmedin. Yanaklarıma üç beş damla yaş sızdı yokluğunda gülüm, sevda mendilim sende kaldı, ne ettimse silemedim.
Bu geceye sesimi bıraktım, sen fırtınalı gönlünün yaralarını temizlerken. Üç vakitte boşalan bir zembereğin dişlilerini gererek ıslat şimdi bir düşün damarlarını. Seril gecelerin boşluğuna ve doldur sesimin ulaşılmazlığını. Sular kurumadan, ter soğumadan, avuçlarındaki alevi sorgulamadan tüket birikmiş arzuların dölek utkularını. Bu gece, dilinden dökülenler yeniden gerçeğin olsun gül bakışlım, geceyle takas et gündüzümüzün en yaşanası umutlarını.
Akşamın gölgesi dinleniyor şimdi gün boyu güneşin kavurduğu dinlenceleri. Saatler telaşlı bir turun mengenesini zorlamakta. İnsanlar geçiyor yolları, çiğnenmiş bir kaldırımın sızılarını es geçerek. Sis iniyor denize, kahırla kayaya vuruyor dalga ve ansızın birkaç erkenci yıldızın gülüşü düşüyor sulara. Bir rüzgâra savuruyor adam gönül efkârını, dilinde öfke, dudağında çok dinlediği bir melodiyle, el sallıyor uzaktaki sevgiliye.
Bakışlarının koyu gölgelerinde seninle en doyumsuz dinlencelerin coşkularını yaşardım, gönlümün isyan bayrakları dalgalandığında. Mavi turlara katılır, ellerinin rotasıyla uzakları düşlerdim. Dudaklarındaki sözcüklere aldırmazdım, efsunlu nefesinden yayılan hayal ötesi bir dünyada ölmeyi beklerdim. Seninle bir gerçeğin çığlık ülkelerine ulaşırdık bir zaman sonra, karanlık sularda iki gölge gibi ilerler, kırık gönlümüzü sevdanın iksirleriyle beslerdik.
İrkilen bir gecenin sağrısında suskunluğun korkularıyla geçerek düşeceksin az sonra güvenin kollarına. Aç bir bedenin özlem terlerini akıtarak üfleyeceksin nefesinin gül kokularını ruhuna. Eski bir şehir gözyaşlarını akıtırken uğruna, sen yaşanmış karelerin soğuk yastıklarına yüz süreceksin, avuçlarındaki yalnızlık kınalarını izleyerek. Gözlerinin mürekkebi kurumadan gövdemin düş saraylarının kapılarını çalacaksın, üşümüş yüreğini seni bekleyen ruhuma uzatarak.
Yarım kalmışsa çığlık, birazdan göğsüne iner aşınmış bir çıkrık. Bir yel eser az sonra derinlerine, yapışkan bir geceden savrulur kuytulara artık. Yaprak sallandıkça tozunu silkeler, öpüşlerin ıslatmaz olur dudaklarımı, kurumuşsa yastık. Ruj kapatmaz gece yanıklarını gül yüreklim, dağıtmaz gönül dalgalarını, ne rimel, ne allık. Her günün sorgusu kapanmayan bir davadır, kimimiz özgürlüğe uğurlanır, kimimiz de sevdadan dolayı hep idamlık.
Gün gelecek, en ölümsüz sevgilerin tutanaklarını okunacak minarelerden. Sınırları aşan yankılar gökleri delerek düşlerin çarmıha gerildiği ülkelerde sensizlik sorularını çözecekler ve bir yanıt gibi yürek tarlalarını nadasa bırakacaklar. Gün gelecek, kırmızı ile siyah bir menzilde buluşarak ayrılıkların kirli mendillerini beyaz köpüklü denizlerde yıkayacaklar. Bir gün sevda bakışlım, kanamalarla büyüyen bu ozan kalbi seni sevdiğim için boyum kadar bir ipe asacaklar.
Selahattin Yetgin