- 1233 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir poyraz öncesi istenmeyen bir evlilik ve zoraki ayrılık
Havalar soğuduğu zaman terk ederiz biz bağlılığımızı. Çünkü biz yapılması gerekileni, bizim kalbimize aşılananı yaparız. Güze adım atmaz sararan vücudumuzu kasım ayıyla birlikte poyraza emanet edip koparız uzaklara doğru. Mesafelerimizi rüzgârın yönü, kızgınlığı, soğukluğu ve derecesi belirler. Utancımız olmasın diye ağacımızdan uzak yerlere taşınmayı dileriz. Çünkü onun gövdesine bakacak ne bir yüzümüz kalır ne de karşısında vakurlu duracak bir rengimiz. Belki yaratıcı tekrar vazifelendirir bizi bir ağaçta ya da bir reenkarnasyon geçirip bir başka yaprakta var oluruz. Kim bilir? Örneği var diyordu aynı dalda aylardır komşuluk yaptığımız bir yaprak arkadaşımız. O da son poyrazda veda etmişti bizlere. Şu anda nerede, ne ile meşgul, nelere tanıklık ediyor elbette büyük bir muamma. En ağırıma giden de ıssız bir yerde olan ağacımızın ve bu ağacı ağaç yapan biz yaprakların lüzumsuz işler çeviren insanları geçen yaz döneminde o denli sıcağın altında serinletmekti. Allah bu görevi bize vermeseydi zırnık koklatmazdık serinleticiliğimizden. Şükretsinler Yaratıcıya.
Gölgemiz altında ne haltlar karıştırmıyordu ki insanoğlu: çekirdek çıtlatıp kayın validelerinin dedikodularını yapmaları, öğrencilerin sınavlarda hocalarının gözünün önünde nasıl kopya çektiklerini kahkahalarla bir marifet gibi anlatmaları, genç kızların ve erkeklerin ilk öpücükten sonra orasını burasını oynama gibi çeşitli oynak haller bunlardan birkaçıydı.
Yaprak arkadaşlarımla muhabbetinden en çok zevk aldığımız kişi, bir üniversitede bitki üzerine çalışmaları olan ve coğrafya ve biyoloji öğrenimi gören öğrencilere bitki coğrafyası dersini veren Prof. Dr. Oya Bilir hanımefendiydi. Allah’ın her günü ağacımızın altına gelir bizlere doğru başını kaldırır ve o gün içinde yaşadıklarını, sevinçlerini, hüzünlerini bizlere anlatırdı.
Oya hoca doğada en çok ağaçları, böcekleri, börekleri, çörekleri ve insanları çok severdi. Hocamız bunca börek çörek sevdalısı olması sonucu eh iri kıyım da demezsek birazcık şişmancık sayılırdı. Yüzü bembeyaz, kaşları ve dudağının üst kısmındaki bıyık demesek de tüyleri alınmamış, yanakları tombulca, cana yakın mı yakın, kötülere, büyücülere, hurafelere, muskalara uzak mı uzak bir bayandı. Ağaçlar içinde en çok sevdiği benim de bir parçasını teşkil ettiğim çınar ağacı, böcekler içinde en çok sevdiği yaratık uğur böceği, börek-çörek ikileminde kaldığı o yiyeceklerden de en çok sevdiği su ve kol böreği, insanlar içinde en çok sevdiği varlık ise geçen yaz dünya evine zorla soktuğu Cerrahpaşa tıp fakültesinden mezun olduktan sonra Tus’u kazanamamayı alışkanlık edip İstanbul’da bir sağlık ocağında doktorluk yapan, çelimsiz bir yapıya nüfus etmiş bedenin taliplisi Oya hanımın talihsiz bir tanecik çocuğu Burak’tı. Burak yakışıklı bir genç olmamasına rağmen Tıp Fakültesinde okumasının verdiği gaz bombardımanından dolayı burnu bir hayli havadaydı. O yüzden midir bilinmez bundan 15 ay evvel burun estetiği yaptırmıştı.
Burak ne kadar uğraşırsa uğraşsın tipsizliğinden ödün vermiyordu. Onca dersinin, bunca anti yakışıklılığın arasından da çapkınlığa da fırsat bulmuyor değildi. Her sene vize-final arasında bir sevgili değiştirirdi. Kızlar Burak’ta ne buluyorlardı yaprak arkadaşlarımızla bir türlü anlam veremiyorduk. Hatta mayıs ayında bu konu üzerine arkadaşlarımızla çınar ağacımızda sempozyum düzenledik, makaleler yazdık. Makalemizin sonuç bölümünde: ‘‘ Bu kızları anlamak gerçekten zor.’’ Çözüm önerileri kısmında da‘‘ Kızların yüzde doksanına gözlük dağıtılmalıdır.’’ Maddeleri göze çarpmıyor değildi.
Aylardan haziran, haftalardan ikinci hafta, günlerden perşembeyi cumaya bağlayan bir günün devir teslimi sırasında ağacımızın altında bir hışırtı sesi duyuldu. Birkaç dakika hışırtı sesinin hemen akabinde ve detayında alt taraftan acayip sesler etrafa yayılmaya başladı. Herkes ama herkes o gelen sese kulak kabartmışken bizler de karanlığın verdiği rehavet ve salgıladığımız karbondioksitin etkisiyle hiçbir şey görememenin acısını yaşıyorduk. Hemen aşağımızda tuhaf şeyler oluyordu. Bir evcilik oyununu anımsatan bu ses dalgasından anlaşıldığına göre aşağıda iki genç, biri erkek biri dişi sık dişini bitir işini oyununu oynuyordu. Bütün dikkatler bu iki gence kesilmişken ücretsiz sinemaseverler bir kürek sesiyle irkildiklerinin, sonra da güzel bir ses tonuyla kendine gelmelerinin farkına varmaları gecikmedi. Bu kürek sesinin ardından duyduğumuz naif mi naif ses Oya Bilir hanımefendinin sesinden başkası değildi.
Ses giderek kaybolmuş, gün ağarmış hatta ne ağarması gün ortasına kadar gelinmişti ki Oya Bilir hanımefendi ağacımızın altında hüzünlü ve titrek sesiyle yine dert yanmaya başlamaya hazır bir kıvama gelmişti. Derken Oya hanım derdiyle dertlenmeye başladı: Sevgili çınar ağacı dün gece ne oldu biliyor musunuz? Tabi ki biliyorsun çünkü her şey senin gözünün önünde cereyan etti. Benim Burak var ya işte o kör olasıca haylaz çocuğum staj yaptığı bir hastanede yeni göreve atanmış bir hemşire kızla birkaç aydır sevgililermiş. Sen gel kızı getir bu Çınar ağacına sonra evcilik oyunu oyna. Biz de Burak beyi bekleyeduralım gece on ikilere kadar. Allah’tan evim hemen şuracıkta. Yine gecenin bir vaktinde yalnızlıktan dem vurmaya geliyordum ki bir de ne göreyim Burak bir kızla - burada söylenmez - bir haltlar karıştırıyor hem de en sevdiğim ağacın altında. Ben de bu aile tablosuna dayanamadım şu ilerideki hanımlar lokali inşaatından elime bir kürek aldığımla buraya hücum etmem bir oldu. Bir Burak’a vuruyorum bir de ismini sonradan öğrendiğim Fatmagül’e. On-on beş dakika onları kovaladım. Malum yaşlandık be Çınar ağacı. Nefes nefese kalınca bıraktım kovalamayı. Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanıdır ya Burak sonunda eve dönüş yasasından faydalanıp evimize teşrif edecektir. Ben ona dünyanın kaç bucak, köy, kasaba, mezra olduğu göstereceğim.
İşte Oya hanım sözünün eri olduğunu ağustos ayının sonlarına doğru gösterdi. Burak’ı Fatmagül’le zorla evlendirdi. Şimdi diyeceksiniz ki Burak, gençliğinin baharında olan hatta cemrenin suya yeni düştüğü anı yaşayan Fatmagül’ü kandırıp ağacımızın altında fair play bir şekilde konuk etti. Kızcağızın dünyanın kötülüklerinden bi haberken, Yüzde bilmem kaç suçlu Burak denen o kör olasıca herife adamakıllı ceza verdiniz tamam da burada Fatmagül’ün suçu ne? diyebilirsiniz. Sevgili okuyucunun yüzde bilmem kaçı size sesleniyorum: Ne bileyim ben?
Poyraz yeniden esmeye başladı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.