- 730 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATA GÜLEBİLMEK
Hani bir masal kahramanı vardır ve birçoğumuz da bilir polyanna. Bir de polyannacılık vardır. Burada okuyacaklarınız ne polyannanın ağzından çıkmıştır ne de bu bir polyannacılıktır. Bu Allah’ın bir kulunun hayata bakışıdır. Hayatın içinde üstlendiği rolün farkında oluşudur. Bu bir kadercilik de değildir. Kadere inanmakla beraber insanın kendi kaderini az da olsa kendisinin şekillendireceği bilincinde olmakla ilgilidir.
Konuya yüce yaratıcının Allah’ın en sevdiği ile başlamak istiyorum. Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) efendimiz daha dünyaya gelmeden sevgili babasını ve henüz çocukken O’nu hayata getiren sevgili annesini kaybetmiştir. Çocukluğunu ne doyasıya yaşayabilmiş ne de tam anlamıyla anne baba şefkati görebilmiştir. Çileli bir hayat daha henüz çocukken O’nu karşılamıştır. Efendimizin doğup büyüdüğü Mekke’deki insanlar bir yandan putlara tapıyor bir yandan da erdemden, ahlaktan hâsılı insani değerlerden yoksun olarak yaşıyorlardı. O ise bu düzenin sırrını anlayabilmek derdine düşmüş, insanların bu hayâsızlıklarını asla tasvip etmemiştir. Ümmi yani okur yazar olmamasına rağmen hayatın sırrını daha henüz gençlik çağlarında aramaya koyulmuştur.Mevla’nın elçilik görevinin gelmesinin ardından giriştiği tebliğ görevi esnasında en yakınlarından dahi çeşitli ezalar görmüş,çocuklar tarafından taşlanmış ama o büyük insan her sıkıntısında yaratıcısına sığınmış ve O’ndan medet ummuştur.O ki Allah’ın sevgilisidir.Alemlere rahmet olarak gönderdiği resulüdür.Ve O yüce nebi bir insanın dünya hayatında yaşayabileceği sıkıntıların hemen hemen hepsini yaşamıştır.Üstelik Allah’ın en sevdiği kulu olduğu halde.Ve bir an için isyana düşmemiştir.Bu ne büyük bir imandır.Oysa bizler!Yaşadığımız en ufak bir haksızlık,üzüntü ya da hayal kırıklığı esnasında neler yapıyor ve neler düşünüyoruz,hatta neler söylüyoruz!Nasıl isyan ediyoruz..Şüphesiz bun da biz insanlar için alınması gereken dersler vardır.Örneğin kaç çocuk henüz dünyaya gelmeden babasını ve daha çocukken annesini kaybetmiştir?Dünya üzerinde kaç tane insan acaba evlat acısı yaşamıştır?Kaç tane insanın sırf canı yansın diye yürüdüğü yollara dikenli teller serilmiştir?Kaçımıza acaba suikast girişimi yapılmıştır?Kaç tanemiz inancı gereği büyük ızdırapları sabırla tevekkül edebilmiştir?Bu örnekleri resullullahın hayatı ile çoğaltabiliriz.Yüce yaratıcı en sevdiği kuluna bunca sıkıntıyı yaşatmakla acaba biz insanlara hangi dersleri vermek istiyor?İnsanlar neden baktıkları her neyse onu göremiyorlar?Şüphesiz ki her nefis mutlaka ölümü tadacaktır emrini bilmemize rağmen neden ömrümüzü peygamberimizin hayatını örnek alarak şekillendirmekte zorlanıyor çoğumuz?Oysa ki ibret alınacak o kadar çok örnek var ki güllerin efendisinin hayatında…Allah en sevdiğinden bizleri çok mu ayrı tutuyor sizce?Oysa Yüce Mevla bizlere dünyanın çeşit çeşit nimetleriyle istifade etmemize izin veriyor,biz O’na ne kadar isyan etsekte!Halbuki sevgili peygamberimiz yaşadığı her sıkıntısında Allah’a sığınmış ve yalnız O’ndan yardım istemiştir.Peki ya biz?..Bu en güzel örnek kimimize çok ağır gelebilir.Çünkü Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz yaratılmışların en üstünü idi.O bu sıkıntılara elbette Allah’ın izniyle göğüs gerdi.Bizler şüphesiz ki Allah karşısında Efendimizden çok daha aciziz.Ama yine de O’nun yolundan giderek sıkıntıları karşılamakta Efendimizi örnek alabilecek gücü kendimizde bulabiliriz.Dua müslümanın kılıcıdır.Öyle değil mi?
Çoğumuz günlük hayatımızda bir dilenciyle karşılaşmıştır.Hiç kendimizi o gördüğümüz dilencinin yerine koyduk mu?Bir insandan mahçup ola ola bir şey istedik mi?Ya da buna mecbur kaldık mı?Peki evine bir ekmek dahi götüremeyecek durumda olan insanların yerine koysak kendimizi şimdi..Acaba kaç tanemiz çöpten kuru bir ekmeği alma cesaretinde bulunabilir?
Ben bir öğretmenim. Ve ben ülkemin ta doğusunda uzun bir süre görev yaptım. Orada yaşayan yaşıtlarımı gördüğümde, öğrencilerimi düşündüğümde, o insanların hayat standartlarını gördüğümde şunu düşündüm: Acaba batı da hasbel kadar madden manen iyi bir ailede doğmak ve büyümekle ben mi şanslıyım, yoksa o yokluk, sefalet ve cehalet içinde doğup büyüyen insanlar mı şanssız?Bu orada yaşayan tüm insanlar için geçerli bir örnek teşkil etmiyor olabilir evet.Ama çoğu için bu düşüncemin doğruluğuna bizzat tanık oldum diyebiliyorum.
Peki yolda şen şakrak yürürken, koşarken, dünyanın en güzel rengi mavidir derken ve bu rengi göz alabildiğine görebilirken bunları yapamayan insanları düşünelim şimdi. Düşünün ki amasınız ve dünyaya geldiğinizden beri en çok sevdiğiniz insanları anne ve babanınızı hiç göremediniz!Ve daha bir çok şeyi elbette.Acaba ne hissederdik!
Ülkenin en zengin insanısınız. Ama çocuğunuz öyle bir rahatsızlıkla mücadele ediyor ki tüm servetinizi dökseniz de iyileşme ümidi yok! Neye yarar o servet o zenginlik?
Biliyorum çok karamsar gibi duruyor tüm bunlar. Ama aslında hiç de öyle değil. Şimdi de güzel şeyleri sahip olduğumuz şeyleri düşünelim. Örneğin ailemizi düşünelim! Vücudumuzun herhangi bir sakatlığının olmadığını düşünüp mutlu olalım.Sevdiğimizi ve sevildiğimizi düşünelim.Bir işimiz var diyebiliyoruz değil mi?Kimseye muhtaç olmadığımızı düşünelim şimdi de?Kendi ayaklarımızın üzerinde durabildiğimizi de elbette.İnanıyorum ki şuan daha ne kadar çok özelliğimizin,değerlerimizin ve en önemlisi yaşama sebebimizin olduğunu fark etmeye başladık.Tüm bunları bizlere karşılıksız veren ve bizden sadece sabretmemizi,kulluk görevlerimizi yerine getirmemizi isteyen Allah’a şükretmemiz gerektiğini de hatırlıyoruz değil mi?Üstelik bunun karşılığında da ebedi saadet yeri olan Cennet ödülünü de yine bize verecek olan Allah’a hamd olsun..
İnsan yaratılmışların en şereflisidir. Ve o şerefli insan aklını kullanarak hayata gülebilmelidir. Çünkü hayat sadece bir sınavdan ibarettir… Allah sınavlarını hakkıyla veren kullarından eylesin bizleri ve Cennet’te habibinin sancağı altında toplanıp O’na komşu eylesin… Gül cemaliyle de bizleri şereflendirsin inşallah…
Tuncay ÇAMYARAN
18.08.2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.