Ah..! Memleketim.
Pazar, 17:17
İstanbul yanıyor!
Rüzgar hafifçe esmeye başladı...
Gözlerimi kapıyorum...
Alıp götürüyor bu rüzgar beni, cehennem sıcağından...
Gün ağarmadan Havza’ dayız.
Ah Karadeniz!
Kokun bile bir başka.
Kıvrılıp sahil boyu Ordu, Giresun, Trabzon derken, geldik mi Çavuşlu’ ya...
Bir çay da biz içiyoruz en demlisinden yol yorgunu yolcuların arasında.Hırçın dalgalar vururken kayalıklara...
Gündoğdu da ikinci çay, derin bir nefes...
Işık hızında gidiyoruz.!
Hadi yükselelim biraz Cankurtaran yokuşlarında.
Borçka dereleriyle alçalıp, Çoruh’a bir selam verelim.
Seni biz böyle mi bıraktık Çoruh, durgunsun.!
Sen de mi yaşlandın yoksa?
Bizi hayatın yükü, seni beton zincirlerle mi yordular?
Kıvrılıp yol boyu, Nacvia’ nın karşısından geçerken, çam fıstığı ağaçlarının altında bir sigara molası...
Bir kozalak hatıra alıp, ver elini Köprübaşındayız...
Bu çağlayan sesi nereden yankılanıyor?
Morevinde dönüp üç tur kalenin tam dibinde, zamana yolculuk için yükseldik hızla Çoruh’tan Efkar’a...
Mecburiyet caddesinin son durağı...
Gençlik voltalarımın uğrağı...
Yeni rakımın ilk dudağı,
Hiç değişmemişsin...!
Efkar!
Bir ayağım Saçınka ’da, bir ayağım Genya’ da, tıpkı eski günlerdeki gibi.
Dur...
Bende eski kıyafetimi giyeyim.
Sen de beni hatırla.
Kollarını çömledim , beyaz gömleğimin.
Gömlek cebimde filtreli Maltepe sigarası, çorabıma koymuyorum artık...
Görebiliyor musun ?
Bak.!
Hakiki Wrangler,hem de dar paça kotum.
İnce tarak, horozlu ayna arka cepte.
Gaz yağı kokusunu takip et, bulursun muhtar çakmağımı çakmak cepte...
Ayağımda askeri botum.
Üç fiyonk attım bağcığına, kıyamayıp kesmeye...
Beni bekliyormuşlar çocukluğum ve gençliğim meğer Efkar Tepesinde...
Bakışıyoruz, üçümüzde birbirimizi iyi tanıyoruz...
Yavaş yavaş yürüyorum çocukluğum ve gençliğim ile kol kola, beni getiren rüzgarla.
İstikamet Korolta...
Gömlek düğmelerimin üstten üçü açık.
Gömlekten paraşüt yapacağız sırtımda, Korolta rüzgarlarıyla doldurup...
Yüzümüze vururken memleket rüzgarları, seninle tanıştıracağız...
Sen hiç gömlekten paraşüt yaptınmı?
Beni getiren rüzgar.!
Hiç kaldırdın mı kızların eteğini öyle olur olmadık yerde?
Tanışın bak!
Bu Korolta rüzgarı.
Bu da beni sana getiren şehir rüzgarı...
Öğret ona bilmedikleri şeyleri, oda sana öğretsin...
Kaynaşın işte.!
Çocukluğum izin istiyor Korolta’dan geri dönüyor. Annesinin siparişlerini unutmuş.
"Hal’e uğrayayım,hemen geliyorum abi" diyor..."
Gençliğimde bana da biraz müsade;" "on dakikaya kadar bende size yetişirim "diyor. Belli ki ilk aşkını görecek evimize gitmeden...
"Tamam "diyorum...
Beni yalnız bırakıyorlar.
Korolta’nın viracındaki Orman Kontrol binasının arkasında.
Bir sigara yakıyorum...
Derin vadi;
Solumda İskebe, karşımda Sinkot vadisi,sağımda Çarbiyet.
Poşa çocukları kavgaya tutuşuyor. Kınalı kafalı olan daha bir hırçın...
Anneleri rengarenk elbiseleri ile müdahale ediyorlar.Sessizlik...
Kavaklığın oradan çıkıyor tomruk yüklü Sezai’nin BMC’si, sol taraftan İskebe yolundan...Ardında Tavşan’ın Bedford’ u...Eksozundan bildik ses çıkarıyor ikisi de.
Bu sesi iyi tanıyorum...
Az mı kendi kancalarını sattım onlara, yeni yıkılmış tomrukların arasından çıkardığım İskebe deposundaki.
İyi para kazanırdık. İşçi yokluğunda, sanayi odunlarını boşaltırken çocuklarla bu yorgun kamyon emekçilerinden...
Bir keresinde Kamyonun frenleri boşalmıştı da, yan yatmıştı yokuşta sanayi boşaltırken kamyon...
Üç metreden atmıştık kendimizi yeşil çimlerin üstüne...
Canımızı zor kurtarmıştık.
Nerede kaldı bunlar?
Daha İskebeye gideceğiz...
Hah!
Alt yoldan, kestirmeden geliyor çocukluğum.
Beyaz fileyi doldurmuş sırtındaki...
Hepsi eski gazetelerden yapılmış sahte kese kağıdı ...
Kese kağıtlarına göz gezdiriyorum. İçindekiler eskiden ağibimle benim günaşırı aldıklarımız yiyeceklerle dolu...
Dolma biber, kıyma, patates, soğan, maydanoz ve beş ekmek almış Kelleciden.
Ekmeğin köşesinden kopartıyorum...
Eski tat, eski lezzet...
Neyse yemeği evde yeriz...
Nerede kaldı gençliğim.
İşi biraz uzattı sanırım...
Hah..
O da geldi Hastahane yolundan...
Hadi diyorum daha yolumuz var...
Fiko’ nun evinin önünden geçiyoruz...
Küfürler savuruyor bize ve her geçene yine.
Hep Cüneyt Arkın’ a benzetirim gözlerini, bu Artvin’in sembolü delinin.
Biri deli, biri akıllı.!Kader işte , göz aynı göz...
İskebe deresindeyiz...
Ali Nazım Dayı yukarıda su kanalı eşiyor tek başına.
Tam üç kilometreden su çekiyor evine...Taa Kafkasörün altından. Kolay iş değil topal bacakla...
Alttan mı ,üstten mi gidelim diyorum dereden sonraki yol ayırımına gelince.
Üstten gidiyoruz.Fileyi ben alıyorum...
Solda mezarlık...
Bertalıların evinin önünden sonra yokuşu tüketiyoruz...
Asiye nenenin çeşmesi ve havuz...Önünde dev kiraz ağacı...Şemşür nenenin kirazını tutmaz ama olsun, bu da lezzetlidir.
Solda Pantalar’ın mısır tarlası, sağda Reislerin yoncalık ve elma ağaçları...
Reislerin evinin önü, Reislerin çeşmeye varıyoruz.
Ağzımı dayıyorum o soğuk suya, derin bir ohh... Elimle siliyorum ağzımı...
Serinledim...
Saf Nurettin ve karısı deli Hidayet, havuzun yanındaki elma ağacından dökülmüş elmaları topluyorlar. Akşama Nurettin, paslı çakısıyla çürük taraflarını kesip elmanın, en güzel yerini ikram edecek Hidayeti’ne...
Az mı yüzdük bu kirlenmiş sulama havuzunda, buz gibi suyuna rağmen...
Miçkavur...
Becanur...
Ceviz ağacı...
Kireç deposu...
Badem...
Nar...
Tomrukların arasındaki ilk evcilik evimiz...
Birbirimizin gözlerine bakıyoruz...
Yavru ayımız "Kibar" sallana sallana geliyor, tamirhane bahçesinden...
...Ve lojmanlar
Dedeoğlu’nun kızları balkonda...
Naşize camdan bakıyor...
Halide evcilik oynuyor, Faik amcanın kızlarıyla...
İşte bizim ev...
Aaaaa....!
Annem !
Ne kadar gençmiş.
Çamaşırları topluyor balkonda.
Yaklaşıyorum, o bizi görmüyor...
Tam yanında duruyorum...
Yanağından öpüyorum...
O, rüzgar sanıyor yanağını hasretle öpeni, avucunu götürüyor yanağına.
Annem benim.
Canım annem...
Dur daha hasret gidereceğiz, şu işin bitince doya doya...
Kapıdan içeri bakıyorum...
Evimiz...
Ne kadar da küçükmüş...
Biz kokuyor...
Çocukluğum, fileyi bırakıyor küçücük mutfağa...
File ellerinde iz bırakmış...
Keşke çeşmede su içtikten sonra tekrar ben taşısaydım...
Çocukluğum hala orada yaşıyor...
Gençliğim ve ben özlem gideriyoruz.
Odaları tek tek dolaşırken,
rüzgarımızla...
Ahh... Evim...
Çocukluk anılarım...
Ahh..Büyüdüğüm yer...
Nasıl da unutturmuş sizi, adına yaşam denen şu zaman ...
Ahh... Memleketim...
devam edecek...
YORUMLAR
Tam on yıl sonra bu yıl gittim memleketime. Aynı gün soluğu EFKAR TEPESİNDE aldım.
Sadece ilkokulum duruyordu aynı , haricinde her şey ve her yer çok değişmişti.....
Hele yapılan barajların çevreye verdiği tahribat beni çok üzmüştü.....
Paylaşımınız çok güzel ve akıcıydı.....ahşap evleri , meyve ağaçlarını, çamaşır toplayan ANNEYİ gördüm adeta.....
Kaleminiz her daim aynı güzellikte yazsın.....
Ben de doğup büyüdüğüm evi ziyerete gittiğimde yıllar önce, çocukluğumu bulmuştum çatı katında.
"Küçük pencerenin yanına oturup, dışarı izlemeye koyuldum. Derken çocukluğum geldi yanıma. Ağlıyordu. Çok yalnızmış burada. En sevdiğimiz çikolataları getirmiştim.Afiyetle bir çırpıda yedik. Sonrada üzülmesin diye evcilik oynadık.
Sonunda gitme vakti gelmişti. Çocukluğum tekrar yalnızlığına düşeceği için çok üzüntülüydü. Ağlamasın diye yaptığım tüm teselliler nafileydi
“Yine gel ne olur “dedi.
Dedim ki ona :
“Uzaklara gidiyorum, okyanus ötesine, gelemem. Hem artık buranın sahipleri değişecek .Sende ait olduğun yere git ..Buraya başka çocuklar gelecek” ".....
Ve başka bir günde ayna karşısındayken çağırmıştım, çocukluğumu, ilk gençlik yaşlarımı, ve olgunluk yaşımı:
"Çocukluğum gelmediler hiç. O kadar masumdular ki, çağırma amacımı bile anlamadılar. Oyunlarına devam ettiler anıların bahçesinde.
İlk gençlik yaşlarımın hepsi aynı anda geldiler. Sorularımın denizinde kağıttan kayıktılar. Kahkahalar ve göz yaşları harmanında yelken açmışlardı zamansızlığa: Acıyla ve çığlık çığlığa.
“Yeter susun” dedim.
“Siz çok gençsiniz. Anladım ki aptallıklarınızdan başka hata yapmadınız. Ama görüyorum ki hala aynısınız.”
Sırada olgunluk yaşlarım vardı. Hepsini çağırdım tek tek ve uzun uzun. Hiç biri gelmedi…Sadece seslendiler bana yakın geçmişimden. Daha yeteri kadar olgunlaşmamışım, onları çağıracak kadar pişmemişim…”Haspalarım” dedim içimden ve sinirle terk ettim aynada ki boşluğu.".......
Naşize el salladı biraz önce yazınızdan. Gömlek paraşüte gülüyordu hala.
Duygu dolu bir yazıydı.
Tebrikler
aksu
Yorumunuzun içeriğini okurken;
Zaman zaman hüzünlendim, zaman zaman güldüm, zaman zaman da derin düşüncelere daldım.
Farkındamısınız? İnsanoğlu denen makina tıpkı diğer metal cihazlar gibi çalışmakta.
Modeli ve yılı önemli tabiiki.
Bir araba modeli düşünün;
2000 Model bmw z4 mesela; Bu yılda üretilen aynı model z4 ler, aşağı yukarı aynı yakıtı tüketir, aynı hızda gider, kullanım hataları hariç aynı hatayı yaparlar.Vel hasıl her şeyleri aynı gibidir.
Beni düşünün mesela;
1966 Model xy
Sizi mesela ....?.Model xx
Aynı şeyleri düşünüp, aynı şeylere gülüp, aynı şeyler ile hüzünlenebiliyoruz.
Siz bilmediğiniz bir şehrin, bilmedik anılarında, ben bilmedik bir yaşamın görmediğim çatı katlarında.
Yok kuzum yok;
İnsanoğlunun potansiyeli aynı.Çünkü bütün parçalar aynı.
Aradaki büyük.!. küçük farklar katkısız benzin kullanmamalarından kaynaklı sanırım.
Sizi gördüğüme sevindim bu yolda.!
En azından ödünç benzin alacağım güvenilir bir araç görmüş oldum...
Sevgiyle kalın...