10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1131
Okunma
Yağmur öncesi romatizma ağrılarına benzerdi gözündeki sızılar.. Ne zaman ki hüzün bulutları biriktirmişse içine; önce burnu, sonra gözlerinin içi sızım sızım sızlardı. Ne kadar mani olmak istese de olgunlaşmış meyve gibi tane tane dökülürdü yaşlar yanaklarına…
Balkona çıktı usul adımlarla ve gecenin karanlığını siper etti gözlerine.. Yıllar geçiyor ama yüreğindeki pus hiç mi hiç dağılmıyor, hatta her gün biraz daha üstüne üstüne çöküyordu. Hele bayramlar geldiğinde hüznü daha da artıyordu. Kuvvetli bir zincirken ve hiç kopmayacaklarmış gibi birbirlerine bağlıyken nasıl da her bir halka darmadağın olmuştu..
Gömleğinin cebindeki paketten bir sigara çıkardı. Bir süre parmaklarının arasında ovuşturdu. Gecenin sessizliğine tütünün kuru hışırtısı arkadaş oluyordu. Dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigaranın ucuna çakmağı bir götürüyor bir geri çekiyordu.
- Zaten üç tane kalmış, biraz daha sabredeyim, tam yatarken içerim olmazsa
diye içinden geçirdi. Geri cebine koydu. Gözlerindeki yaşı silerken konuşmaya devam etti.
- Bu parasızlıkta sen kim, sigara içmek kim? Bu katran bile sana lüks!
Bir bayram günü biricik annesini kaybetmişti. Babasının yüreği ise hayat arkadaşının yokluğuna sadece iki yıl dayanabilmişti. Bir gece gözlerini yumduğu uykudan, ertesi sabah uyanamamıştı. Nuri, peşpeşe yaşadığı acılardan sonra kendine gelememişti bir türlü.. Bir ablası vardı canı ciğeri bildiği ama o da gurbetteydi.
Ailesinden ona kalan siyah beyaz fotoğraflar ve otuz yıllık eşyalar dışında hiçbir şey yoktu. Sözleşmeli olarak bir iş bulmuş onunla yaşamını idame ettiriyordu. Ta ki işyerindeki yönetimin insan kaynaklarında azalmaya gitmeye karar vermelerine kadar. Teknolojiden bir kez daha nefret etmişti. Her işi yapabilen makineler yavaş yavaş insanların yerini alıyordu.
Mesleğine göre iş aramış ama maalesef “işe göre adam” değil “adamına göre iş” felsefesi güdüldüğü için bir kez daha torpile yenik düşmüştü. Bir ara hamallık bile yapmıştı sonra evden eve nakliye şirketlerinin çoğalması ve insanların onlara yönelmesi ile ilk darbeyi almıştı. Eskisi gibi iş çıkmıyordu. Daha sonra ise apartman dışından asansör sistemiyle eşya yükleme yeniliği de gelince artık kolay kolay iş bulamaz olmuştu.
İnternetten bir iş daha bulmuştu. Heyecanla telefona sarılmıştı. Mesleğini, vasıflarını sıralamış ve her zamanki gibi adres almıştı. Masa başı değildi yine iş.. Akşam saatlerinde onların belirleyeceği adreslere gidip pazarlama yapacaktı. Satacağı mal başına ücret alacak eğer satamazsa para falan alamayacaktı doğal olarak.. Bir ay boyunca onların belirlediği evlere gitmiş ama ama ağzıyla kuş tutsa da insanları mal almaya ikna edememişti. İşveren kovalamadan bari ben çıkayım diye düşünerek;
- Ağabey bu iş bana göre değil ağzım laf yapmıyor herhalde ki satış yapamıyorum. Bana müsaade”
diyerek beş kuruş para alamadan bir ay boyunca kapı kapı dolaşmış, hiç tanımadığı insanlara misafir olmuştu.
Balkonda her bir evin ışıklarına daldı gözleri. Sonra sokakta hızlı hızlı yürüyüp apartmanlara giren insanlara baktı. Çoğunun elinde bir poşet vardı. Kimi evine ekmek kimi çocuğuna süt kimi de sevgi dolu yüreğini götürüyordu.
Hemen çaprazındaki evde genç bir kadın, kucağında çocuğu ile arabadan inen kocasına yüzünde kocaman bir gülümse el sallıyordu. Karşı apartmanın orta katındaki dairede oturan yaşlı teyze ve kocası yine cam kenarındaki koltuklarına oturmuşlar muhabbet ediyorlardı.
“Yarın bayram ve yapayalnızım” diye derin bir iç geçirdi. Sonra yanıp sönerek göz kırpan yıldızlara baktı ve “Allah’ım sen şu kuluna yardım et ne olur” diye dualar etti.
Omuzlarını iyice boynuna doğru çeker olmuştu. Tüyleri diken dikendi. Kollarını birbirine kenetleyerek içeri geçti ve yatağın üstüne sırtüstü attı kendini.
Sabah gözlerini açtığında günün aydınlanmak için çabaladığını fark etti. Hemen doğruldu yatağından ve bayram namazına geç kalmayayım dedi içinden..
Önce abdestini aldı ardından temiz bir gömlek, çorap ve pantolon giydikten sonra aynanın karşısında siyah saçlarını geriye doğru taradı. Gür kaşlarını elleriyle düzeltti. Hafif kemerli burnu kıpkırmızıydı.
- “Anacığım, babacığım bekleyin beni namazdan sonra geleceğim yanınıza.. Hep aldım sizden, ben size hiç bir şey veremedim bugüne kadar.. Lütfen dualarımı kabul edin! Ne kadar isterdim geldiğimde ellerinizi öpüp alnıma koymayı! Sizin de hayır dualarıyla sırtımı sıvazlamanızı.. Ama yoksunuz işte!”
Yine akmıştı gözünden yaşlar, sildi elleriyle hızlıca ve kapıyı açarak dışarı çıktı.
Merdivenleri hızlı adımlarla indi. Tam apartmanın kapısını açarken cep telefonu çaldı. Heyecandan kalbi duracak gibi olmuştu. Karşısındaki ses ablasına aitti.
- Nuri’ciğim canım kardeşim! Nasılsın sesini duymak istedim.
- Ablam! Can ablam benim!
- Nuri, biz çocukları da alıp yarın eniştenle yola çıkıyoruz. Evdesin değil mi?
- Ablam tabi ki evdeyim! Nerede olacağım! Çok özledim sizi!
- Gelince özlem gideririz canım benim!
- Görüşürüz ablam. Sizi dört gözle bekleyeceğim!
Nuri’nin gözlerine ve ruhuna uzun zamandan beri ilk kez güneş doğmuştu. Bir yandan yürüyor bir yandan gülümsüyordu ve ’Yalnız değilim bu bayram! Şükürler olsun Allah’ım” diyordu içinden…
Aysel AKSÜMER