sensizliğe mektup-2-
hayatımız bir yanılsama belki
belki de bir oyun nefes alışımız / kim bilir
sensizliğin kimsesizliğim değil ki
aksine seninleyken daha çok kimsesizdim
Her geçen gün, günler hızını yitiriyor. Bu benim en çok istediğim şeydi. Eskiden hani seninleyken zaman ne çabuk geçerdi. Hatırlıyor musun, çabucak akşam olurdu…kış hemen gelirdi. Zamanı durdurmak elimizde değildi. Oysa şimdi, öyle değil, an’lar uzadıkça uzuyor.
Bunu nasıl başardım? Tuhaf ama, pek bir çaba göstermedim aslında. Kendiliğinden oluverdi işte. Çünkü, her an bir öncekinden ya da sonrakinden çok farklı değil artık. Zaman tek bir an’dan ibaret. Sabah ne zaman olacak, öğlen oldu mu, akşama ne kadar kaldı? …gibi sorular sormuyorum. Sen zamanın ötesinde sensizlikte oluşan hem somut hem de soyutsun.
İstersem gözlerini düşünüyorum; rengi olduğu gibi kokusu da var gözlerinin…gülme lütfen! (Şu an somut anlarımdayım, sanki karşımda gibisin. Sen, tüm duyularımda capcanlısın. ) İstersem, sensizliğinin imgelerinde geziniyorum. Hüzünden çok, dinginlik veriyor bana imgelerde gezinmek. İşte, zaman daha da tümleşiyor böylece…an tek bir zaman oluveriyor.
Bir dervişin çilehanesinde tanrıyla baş başa oluşuna benzemiyor bu.Koşturmaca içindeyim hala eskisi gibi. İşler hiç bitmiyor. Fakat yaşamın temel ihtiyaçları an’ların içinde birer aksesuar. Sahnemin dekoru, kostümü, fon müziği gibiler.
Kahraman sensin, konu ise sensizliğin…
Bir çan düşün ses çıkarması için, yani tokmağın demire temas ettiğinde , çın çın diye ses çıkarabilmesi için, boşluklara ihtiyaç duyulur. Eğer birisi, bu çana bir pamuk tıkarsa ya da bir kağıt parçasıyla tokmakla demir arasını kapatırsa, çın çın sesi çıkmaz olur. Yaşamımın gündelik işleri benim boşluklarım, sen kulaklarımda hiç dinmeyen sessin …sensizliğin ise asıl tema…Ben bu tema ile yaşıyorum.
Şimdilik hoşça kal sevgili…
….