O SES 5
Kapıyı açarken ses yapmamaya ne kadar özen gösterse de uykusu çok hafif olan annesi, demir mandalın tıkırtısını duymuştu. “Çocuklardan biri ayak yoluna çıkıyordur” diye yorumlayıp birkaç dakika kalkmadan yatağında beklemişti. Gereğinden fazla beklemeye dayanamayınca o da kalkmıştı. Kapıyı açmadan önce, perdenin bir kenarından başını uzatıp balkonun penceresinden bakmış; çocuğu hiç kımıldamaksızın dimdik ayakta duruyor görünce, ne olduğunu anlamaya çalışmıştı. Gözlerinin karşıya/ufka baktığını fark edince o da o yöne bakmış; her zamankinden farklı bir şey görememişti. Fakat çocuğun duruşunda bir gariplik olduğunu hissetmişti. “Korkuyor olsa bağırır, üşüyor olsa titrer”. Diye düşündü. Ama yüreği rahat değildi. İçinden, “kapıyı açıp yanına varsam dalgın haldeyken korkutabilirim”, “en iyisi biraz daha bekleyeyim. Belki anlayabilirim niçin orada öylece durduğunu” diye geçirdi.
Sonra ayaklarına ilişti gözleri.
“Aman Allah’ım! Yalınayak duruyor. Bu da ölen 7 çocuğum gibi zatürre olacak.”
Bir saniye bile bekleyemezdi. Onu alıp yatağına götürüp ısıtmalıydı. Kapıyı çekince mandala değip gürültü yapmıştı. Ama çocuk duymamış gibi kılını dahi oynatmamıştı. Birkaç kez adını mırıldandı. Her hangi bir tepki vermemişti. “Yoksa bu çocuk uyuyor mu?” diye geçirdi bir an aklından. Ellerini tuttu. Üşümemişti. Sıcacıktı. Ayaklarına dokundu. Onlar da sıcacıktı. Tekrar ellerini tuttu. Çocuk istifini bozmadan annesinin ellerini sıkıca tutmuştu. “Hiçbir şey söyleme, sen de dinle ve seyret ” demişçesine annesi de çocuğun yanında
beklemeye başladı.
“HAYYE ALEL HAYRİL AMEL”
Diyordu, çocuğun duyduğu ama annesinin duyamadığı o ses. annesinin elinden tuttuğunun farkındaydı çocuk. O ses ve annesinin elinden tutmak ne kadar hoştu.
“Sanki, yapacağı en güzel şeyin annesinin elinden tutmak olduğunu söylüyordu.”
“Yoksa, bu ses beni, anne elinden daha hoş bir elden tutmaya mı çağırıyor?”
“Yoksa… yoksa bu ses bana; “ben annenin ninni söyleyen sesiydim. Şimdi seni annenden daha hoş ve itina ile sarıp sarmalayacak biriyle buluşmaya çağırıyorum, haydi gel.” mi demeye çalışıyor?”
Ürperiverdi çocuk. Onun ürperişi anneyi de ürpertti. Bu ürperiş annenin de hoşuna gitti. “yavrumun burda duruşu boşuna değil.” Diye düşündü. İçi sevinçle dolmuştu birden. Neler olduğunu o da merak etmeye başlamıştı. Kendi kendine, “sabret… sabırlı ol” diyordu sessizce.
“HAYYE ALEL HAYRİL AMEL.”
İkinci kez söyleniyordu. Kara(köpeği) ile Kimyon(koçluk kuzusu) geldi aklına çocuğun. Her ikisine de kıyamazdı. Geçen yıl Kara’ yı köyün bekçileri tüfekle vurmaya kalkışmışlar, saçmalardan biri sağ gözüne isabet etmişti. Korku ve acıyla bağırarak kaçan köpeğinin arkasından o da koşmuştu. Komşunun ağılının bir köşesinde sinmiş ve tiril tiril titreyerek acıyla inler vaziyette bulmuştu da boynuna sarılıp ağlamıştı. Kendisi ağlarken köpeği acısından vazgeçip ağlamamsını ister gibi burnuyla koltuk altlarını dürtüyordu. “ağlama, gül” der gibi.
Ya Kahverengi. Ne zaman kuzuları yaymak için kıra götürse, o, yanından hiç ayrılmazdı. Otursa oturur, kalkıp yürüse o da kalkar ve kendiyle yürürdü. Aç kalmasın diye de kuzusunu bir söğüt ağacının altına götürür, ince dallarından birkaç tanesini kırarak yapraklarını yedirirdi. Yaprakları avucunda biriktirip uzatmazsa yemezdi. Derken kurban bayramı gelmiş ve dedesi kahverengiyi kurbanlık olarak kesmeye karar vermişti. Yalvarıp yakarmış, ama kimse dinlememişti. O kurban bayramını göz yaşlarıyla geçirmiş, kimsenin ne elini öpmüştü, ne şekerini alıp yemişti. Sofraya getirilen kahverenginin pişmiş etini gördüğünde ise çıldırıyordu. Kalkıp uzaklaşıyordu. Soğan ekmek yemeyi tercih ediyordu.
“Bu ses, şimdi neden bunları hatırlatıyor bana? Bir şeyler mi çıkarmamı istiyorlar acaba?”
“Sanki, sevmek ne güzel. Sevdiklerin için ağlamak ne güzel. Ama birisi var ki sevmekte onunla kimse yarışamaz.. Kimse sevgisini O’nun sevgisiyle kıyaslayamaz. İçine sevgiyi zarar görmesin diye saklayıp koyan, seni çok sevdiği için o eşsiz duyguyu özüne yerleştirdi.” Der gibi.
“Sanki, sevdiğinle buluş, sevgileriniz kaynaşıp bir olsun. Hadi gel kavuşun” der gibi.
“Ah, bu düşündüklerinin çıkarması gereken anlam olduğunun doğruluğundan bir emin olabilse!”
Annesinin ellerini sevgiyle sıkıverdi. Annesi de onun.
“ALLAHÜ EKBER ALLAHÜ EKBER”
“Allah”
Dedi çocuk. Birbirine kenetlenmiş dudaklarını oynatmadan. Dilini damakları arasında çevirmeden.
“Allah”
Dedi çocuk. Bir başka çarpan yüreğiyle. Düşecekmiş gibi sallandı bir an. Annesi elini sıktı o an.
“Allah” dedi çocuk. Ürperdi yeniden.
“Allah” dedi çocuk. Annesinin duyabileceği ses tonuyla. Dudaklarını ve dillerini oynatarak.
“Hiçbir sözcük bu kadar güzel yakışmıyor ağzıma. Sanki, yiyip- içmek ve konuşmaktan öte bu ismi anmak için var” diye geçirdi içinden.
“Allah” dedi çocuk. Gözleriyle. Ve birer damla süzüldü her birinden yanaklarına. Anne durur mu? Çocuğunun gözlerinden akan yaşı görürde onun gözleri pınar olup çağlamaz mı? O da yavrusu gibi sessiz sedasız iki gözü iki çeşme bırakıverdi yaşlarını.
“Allah” dedi çocuk. Özüyle. Ellerini tutan annesi yığılıverdi olduğu yere. Ama bırakmadı çocuk annesinin ellerini. Bozmadı da istifini. Biliyordu annesinin o sesi duymadığını, ufukta belireni görmediğini. Biliyordu. çünkü, o sesi duyan yere yığılamazdı. Belki göğe…
“LA İLAHE İLLALLAH”
Derken o doyamadığı ses.
“Allah” tektir. Var olan O’dur. Her şey ama her şey O, O’nun. Dedi çocuk. Ne dediğini bilmeden. Dediklerine anlam vermekten utanarak. Sanki, o yoktu. Annesi yoktu. Ne yer vardı ne gök. Ne kar vardı kışta. ne soğuk vardı karakış gecelerinde. Sadece ama sadece O vardı. Var olan O’ydu.: “ALLAH”
O ses kesilmişti. Ufukta beliren kırmızı mavi karışımı ince bir çizgi ile çevrilmiş rengin ortasında dalgalanan ışıyan göz kamaştırıcı parlaklık kaybolmuştu artık.
Ürperdi çocuk. Tepeden tırnağa tüyleri diken diken oldu.
Annesinin elini sıktı. Başını ufuktan çevirip öksüz kalmış çocuk gibi boynu bükük halde annesine çevirdi gözlerini. Sarılıverdi boynuna sıkı sıkı. Annesi de bağrına bastı yavrusunu sıkıca.
Kalkıp içeri girerken sessiz sedasız köyün camisinden hocanın sesi gelmeye başlamıştı.
“Allahü ekber Allahü ekber”
Sabah ezanını okuyordu. Dönüp ufka baktı çocuk. güneşin doğuşunun ön habercisi kızıllık kaplıyordu yavaş yavaş, yerden göğe doğru.
O sesi unutmayacaktı. Unutamazdı. Gördüklerini de.
msg