RÜZGÂRA KARŞI
Uzaktan, ayağı taşa toza dolana dolana yetişti rüzgâr. Boynuna kadar inen saçlarını yüzüne, gözüne vurdu, karmakarışık duygular gibi. Yumduğu gözlerinden boşalan yaşlar, gidenlereydi belki! Belki de…
Zaman İstanbul’un sokaklarında kol geziyordu.
Öyle ki; güneş doğmuş, gün batmış, eskiyen bir saltanat bile son kayığına binip çoktan ufuk çizgisinin ardına varmıştı.
Önünde açılan yoldan akıp giden hayatın tersine, rüzgâra karşı yürümeyi sürdürdü inadına. Herkes mahşer yerine koşuyor gibiydi, yanından geçip giderlerken. Genç kadının adımları büyük ama usulcaydı. Yoruyordu, tek başına direnerek yürümek. Yoruyordu önünü görmeden el yordamı da olsa ilerlemek. Gökyüzünde masmavi bir bulut gözlerine değdi bir martıyı andırarak. Bunca karmaşanın arasından uydurmuştu belki de ümidi, gök kubbenin orta yerinde. Adımları adımlarına karışmadan indirdi bakışlarını. “ Düşmeden yürümeye çalışmak ne kadar zormuş anne” dedi; içinde ölen bir kadının, hayalinde kalan merhamet dolu yüzüne.
Bitmeyen yolun köşe başında, eli yüzü kir ve korkuyla kararan bir kız çocuğu ilişti gözlerine. Kaldırımın üzerinde oturduğunu ve taşların soğukluğundan titrediğini fark etti. Dizlerini annesinin karnındaki gibi çekmişti kendine. Ellerini iki küçük yumruk yapmış, dudaklarından çıkan çelimsiz nefesiyle ısıtmaya uğraşıyordu.
Hep aklına takılan soru bir defa daha zorluyordu işte dimağını ve kalbini:
“Yürüyor muyum, yürütülüyor muyum, ya Rab?”
Küçük kızın önünde durana kadar, dayandı ortalığı birbirine katan rüzgâra. Durdu.
Korkuyla yumulmuş gözlerine ve betini benzini atıp kararmış güne rağmen, önündeki karaltıyı hissetti küçük kız. İki yumruğunu gözlerinin üzerine perde yapıp açtı. Önce birini, sonra ikisini birden. Minik çiçekli kahverengi eteğiyle, önünde durup gülümseyen kadının neden beklediğini anlamaya çalıştı.
Kadın, elini uzattı tek söz etmeden. Kendi ellerine baktı küçük kız. Utanıp sakladı ikisini birden koynunda. Çekmedi kadın elini, uzattığı gibi unuttu öylece, uzanıp tutana kadar küçük kız. Bu ısrar, bu gülen yüz, bu temiz bakış daha fazla direnmemesi için yeter miydi?
Tuttu kadının elini; sıcacıktı anne eli gibi, uyumadan önce sunulan bir bardak sıcak süt gibi... Eteklerini savurdu hırçın rüzgâr ikisinin de. Şaşkındı küçük kız. Yüzünde rüzgârın iziyle yürüyen kadın, sol eline sahip çıkıp yürütmeye başladı küçük kızı.
Upuzun bir yol, güzel ve aksine kürek çeken bir sandalcı gibi yürüyen kadının elinde huzurlu bir yolculuğa dönüştü küçük kız için.
Uzadıkça uzayan iki kişilik bir yol…
Hala zaman geziniyordu, şehrin sokaklarında. Her sokakta biraz daha büyüyordu küçük kız ve her sokakta başka bir hakikati anlatırken bir yandan öbür yandan da ölüme doğru yürütüyordu saçlarına aklar düşen kadını.
Yol boyunca soldu güzel kadın ve yanında tüm kirlerinden ve kaç terk edilmişliği varsa her birinden, arındı, duruldu, büyüdü ve affetti hayatı küçük kız…
Döndükleri her köşe başında daha çok erişebildi kapı zillerine “yalnızlığın kızı”. Hiçbir zile basmadı ve girip korunaklara, hürriyetini satmayı aklının ucundan bile geçirmedi. Bırakmadı hiç, yaşlandıkça yürüyüşü yavaşlayan kadının sağ elini. Kimseyle karşılaşmadılar onları tanıyan. Defalarca geçmediler hiçbir sokaktan. Yol boyunca gördükleri çirkefliklerden hızla uzaklaşırlarken, ağaçlarında huzur büyüten sokakların yollarını unutmamak için, daha dikkatli izlediler ikisi de.
Hiç ayrılmadı elleri. Hiç bıkmadılar el ele vermekten ve vazgeçmediler rüzgârın tersine yürümekten. Dönüp hızla yürümenin aldatan yanlarını, gerisin geriye gitmenin kolaycılığını hiç öğretmedi yaşlı kadın; elinde büyüttüğü “yalnızlığın kızı”na.
…
Sahile ulaştırdı yol onları.
“Durup dinlenmeliyim” dedi, beli bükülen yaşlı kadın. Şaşırdı kız.
“Durmak!” dedi, “nasıl bir şey ki”?
“Adım atmadan olduğun yerde kalmak” dedi yaşlı kadın. “Oturmalıyım” dedi ardından.
“Oturmak!” diye geçirdi içinden ve düşündü… “Nasıl bir şey ki?”
Sessizce bekledi yaşlı kadının oturup dinlenmesini. Hiç bırakmadan sağ elini. Bekledi… Bekledi...
Gözleri yumulurken yaşlı kadın, son bir şey söyledi: “Rüzgâra karşı yürü ve bırak artık elimi. Git” dedi. “Göz yumma gözlerinin önünde biriken çaresizliklerin elinden tutulmamasına”
…
Oturduğu yerde soluğu tükenen kadın, ağlamayı hiç öğretmemişti ki “yalnızlığın kızı”na… Ağlayamadı… Birden çocuksu bir terk edilişin acısı depreşti yüreğinde. Geride kalan güzel sokaklardan daha az gördüğü bir yüzü koydu bakışlarının arkasına, rüzgâra döndü yüzünü. Bilip öğrendiği her şeyle, adım atmaya başladı.
Bir gün elleri boşken rüzgâra karşı yürümeye mecbur olacağını hiç düşünmemişti.
Zaman, şehrin sokaklarında kol geziyordu.
Öyle ki; güneş doğmuş, gün batmış, nefesi tükenen bir saltanat, son kayığına bindirip yolcusunu, çoktan ufuk çizgisinin ardına varmıştı bile. Genç bir kızın önünde uzanıp giden yoldan, rüzgâra karşı yürüyüşü başlamıştı yeniden…
YORUMLAR
Belki de bir rüya mıydı bu gördüğüm? Tozlu rüzgar, elleri kirli küçük kız, nefesi tükenen saltanat, anneye sesleniş...Bu benim rüyam...Siz ne ara gördünüz bu rüyayı...
Etkileyici. Neden dün göremedim, bu çalışmayı? Çok orjinal imgeler, karanlık ama ümitkar...
Sonra tekrar okumak üzere ayrılıyorum...
NOT: Keşke yazılardan da beğendiğimizi seçebilme olanağımız olsaydı dedim şimdi. "Favori yazarım, favari öyküm" gibi...
mesela..
Kutluyorum düşünerek ve hissederek yazılmış bu çalışmayı.
asran
entresesan bir yazı...
kendim de devrik cümlelerden kurtulamamış biri olduğum için aslında garipsemeden hatta çok da bildik bir edayla okudum yazıyı...
şiir tadında, öykü kıvamında, terapi gizeminde farklı bir tadda güzel bir yazıydı.
yazılırken şekil itibarıyla özen gösterildiği, okuyucunun düşünüldüğü çok belli. özellikle bu nezaketten dolayı okuyucu olarak şahsım adına teşekkür ederim.. cümlelerin devrik olması anlayışı çok zorlar denilir ama buradaki gibi duru anlatımlarda pek de zorlamaz diye düşünüyorum yine kendi adıma...
yazının seslendirmesi konusunda ben biraz daha farklı düşünüyorum. sesli şiirleri de açıkçası çok benimsemiyorum. çünkü okuyanın okuduğu andaki hisleri kelimelere sirayet eder. bu da dinleyicinin algısını yönlendirir. oysa ben iyi bir okur olarak yazıların içinde olmayı, kendi çıkarımlarımı yapmayı ve kendi iç savaşımla barışmayı isterim. hiç bir tad kendi iç dünyamla birlikte okuduğum kadar tad vermez. ama bu benim fikrim... kaldı ki yazarı çok da güzel seslendirmiş.
çok severek çok da duraksamadan okudum.. güzel bir yazıydı.. yöneticilerin güne gelmemesi etik bir düşünce olsa bile zaman zaman bu kuvvette yazılar için hayıflanmamak içten bile değil...
tebrik ve saygılarımla
asran
est efendim...önemli olmasın diyelim çünkü biz bura da güzel bir aileyiz ve her şey olağandır sevgili asran...
kasıtlı bir şey olmadıkça asla incinmem...
üzmeyin ve incitmeyin yüreğinizi lütfen....çok latif bir yazı ve son anda okudum zaten....daha nice güzelliklerde hep beraber buluşmak dileğimle...
sevgim ve daim duamla...
asran
Sevgili Hümeyra Hanım'ın yorumuna cevap yazıp eklerken maalesef ekle butonu yerine sil butonuna bastığım için yorumuda cevabını da silmiş oldum. Tüm hata benim. Kendisinden hassaten özür diliyorum. Üzüldüm doğrusu. Avfedin Sevgili Hümeyra, ilginiz ve güzel yorumunuz için teşekkür ediyorum. Sevgi ve Saygımla...
Sakın tembellik ettiğimi sanmayın, zira okumaktan ziyade dinlemek daha bir başka sardı bana. Kafam fazla karışık olsa gerek, okurken canlandırmaya çalıştığım flu gerginliğin yerini, dinlerken mahzun bir dinginlik aldı.
Yazarın eline, bihassa okuyanın(seslendirenin) diline sağlık.
Sonunda bir de ne duyayım; meğer okuyanda sayın yazarımızmış. Duble tebrikler o zaman.
Saygılar, selamlar
Ağyar tarafından 10/31/2010 9:39:57 PM zamanında düzenlenmiştir.
asran
asran
Güne gelmeli.
Sanat var.
Duygu var.
Güzel tahlil ve tasvirler var.
Şiir gibi okunaklı ve dil bilgisi yönünden titiz davranılmış.
Tebrik ederim.
10 numara.
asran
asran
"Rüzgara karşı yürümek"
hayat dediğimiz bir dikenli yoldur..Kiminin bahtına az kimin bahtına ise bu yolda pek çok diken çıkıverir..
Rüzgar hayatta karşılaşılabilecek engellerde tıpkı dikenler gibi..Pes etmeden zorluklara, rüzgarlara, gerekirse kasırga ve tufanlara karşı göğsümüzü gere gere yürüyebilmek güçlüklerin karşısında azimle durabilmek için bir anne elinin sıcaklığını duyumsayarak öğrenmek gerekir..hayata karşı duruşumuzu ilk öğretmenimiz korunağımız sığınacak limanımız annemizden öğrenmez miyiz tıpkı buradaki küçük kız gibi..
kendine anne olanla beraber yürümüş her defasında farklı yollardan..hayat her gün farklılıklarla çıkar karşımıza
hata yaparız yanlışlarımız olur önemli olan tekrarlardan sakınmak ve güzel olana yönelmek o yöne yürümek..pek çok mesaj vardı yazının içeriğinde çaresize kucak açmaktan tutunda hayata direnmekten, aynı hataların üzerinden geçmemeye kadar
yüreğinize sağlık çok güzeldi yazan elleriniz dert görmesin İnşallah vaktim elverdiğince yazılarınızı kaçırmamaya çalışacağım sevgiler saygılar
zaman..
Zamani ve insanligi gözeten kalem..
Okumak ve dinlemek güzeldi.
Yorumsuzca kutluyorum..
asran
Çok güzeldi. Hem hikâye hem de hikâyenin oturtulduğu kurgu çok hoştu. Yalnızca tekrar okursanız sizin de dikkatinizi çekecek minik pürüzler var birkaç cümlede. "Tuttu kadının elini; sıcacıktı anne eli gibi, bir bardak uyumadan önce sunulan sıcak süt gibi..." gibi. Bunun dışında olağanüstü diyebileceğim kadar çok beğendim. Kurgu müthişti.
Keyifle okunabilecek bir yazım diliniz var.
Kutlarım.
asran
Yazının içeriğinde derhal düzelttim ama seslendirme bu haliyle kalacak izninizle, yorucu bir gündü. Sevgim ve Saygımla...
Angie
Tekrar kutlarım.
Sevgimle.
asran
Hoşgörü mü ? Minnet duymam gerekirken üstelik siz hatamı hoşgörmüşken hemde. Bir kuru teşekkür edebiliyorum sadece kabul ediniz lütfen. Sevgimle...
Tek kelimeyle muhteşemdi. O kadar etkilendim ki! Hayata güçlü bakış ve sıkı tutunuşu iliklerimde hissettim kuvvetli rüzgarlara karşı.. Tebrik ederim. Sevgilerimle..