NE OLDU BİZE
~ NE OLDU BİZE ~
Bir hafta önce yıllardır görmediğim 8-9 arkadaşla bir toplantı vasıtasıyla buluştuk. İzmir, Bursa, Tekirdağ, Sivas, Yozgat vs. gibi farklı illerden gelmişlerdi. Sohbet koyulaştı. Laf eskilerden açıldı. İlkokuldan başlayıp Liseden Yüksek okuldan konuşmaya başladık. İnsanların ne kadar değiştiklerini, dostlukların kalmadığını sevgi ve saygının yerini, dedikodunun aldığını ve insanların genelde başkalarının dedikodularını yaptıklarını konuştuk.
İzmir’deki, Bursa’daki, Sivas’taki, Erzurum’daki arkadaşlar da aynı şeyleri söylüyorlardı. Eski dostluklar yoktu ne olmuştu bize. Ben dününce neden böyle olduğunu düşündüm. Neden Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’ de, Erzurum’da ne oldu bize dedim.
Niçin hep başkaları hakkında konuşuyoruz? Neden başkaları bizi bu kadar ilgilendiriyor? Niçin biz kendi işimizle ilgilenmiyoruz? Başkalarıyla uğraşacağımıza kendi işimize baksak ne kaybederiz? Niçin çevremizdeki insanların yaptığı işlerde hep bir kusur bulup onları beğenmeyip eleştirip duruyoruz? Böyle yapmakla ne kazanıyoruz HİÇBİR ŞEY!
Mehmet arabamı almış alsın bize ne arabası bilmem kaç modelse, sağ taraftan darbe görmüşse, neden güle güle kullan demeyiz. Vedat ev mi almış alsın, bize ne çarşıya çok uzaksa güneş görmüyorsa neden hayırlı olsun demeyiz. Ali iş yerinde yükselmiş terfi etmiş bize ne, o bu işi yapamazsa neden gidip tebrik etmeyiz kutlamayız. Çaycı çayı iyi yapmamışsa hemen çayı az koymuş diyeceğimize kendisine bu çay iyi değil bir daha böyle yapma bak içilmiyor deyip hem doğru yolu gösterip hem de onu kırmadan meseleyi halletmeyiz. Ayşe elbisesini kendisi dikmişse bize ne onun dikişinin eğriliğinden uzunluğundan kısalığından neden iyi günlerde giy demeyiz. Kısaca neden Ayşe’ yi, Mehmet’ i, Ali’ yi küstürüp arkalarından konuşuruz. Neden onların başkalarına olan güvenlerini sarsarız. Ayşeler, Mehmetler, Aliler bize güvensin, onların kuyusunu kazacağımıza onların arkasından konuşacağımıza onların mutluluğuna başarılarına ortak olalım. Şunu unutmayalım ki dedikodunun olmadığı yerde huzur ve verim yükselir.
Onların hepsi kötü de biz mi iyiyiz. Herkes yanlış yapıyor da biz mi doğru yapıyoruz. İş yapacağımıza laf yapıyoruz birbirimize muhtacız. Hepimizin dostluklara ihtiyacı var. İnsanları tanıyıp ta o hiçte öyle değilmiş deyip üzüleceğimize o insan hakkında tanımadan konuşmayalım. İki yüzlü olmayalım, dedikodu yapmayalım, bir kişiye kızgınsak onu sevmiyorsak o yokken onun arkasından konuşmayalım, o geldiği zaman koluna girip canım arkadaşım demeyelim. Bazı insanlar vardır Hasan şunu almış Ali böyle yapmış Veli böyle demiş ben nasıl yapamam ben nasıl alamam diye kendini yer bitirir devamlı stres içindedir. Bu insanlar evlerine giderler eşlerini çocuklarını da stres içine sokarlar kendi huzursuzlukları aile yaşantılarını da etkiler.
Halbuki insanları çekiştirip kıskanacaklarına insanları tanısalar, onların ne karakterde olduklarını kendileri görseler, hep başkalarının laflarıyla yorumlarıyla hareket etmeseler.
Ben ilkokula giderken tv yoktu. Komşular bize gelirdi, biz onlara giderdik sohbet ederdik. Tombala, kızma birader oynardık. Karlı gecelerde sobanın üzerinde kestane yapardık. Radyomuzu açar radyo tiyatrosunu dinlerdik. Orta okula giderken tv başladı. Önce haftada 5, sonra 6, sonra da her gün yayın yapmaya başladı. Artık geceleri herkes tv seyrediyordu. Richard Kimble’ nin (kaçak) bu akşam ne yapacağı her şeyden daha önemliydi. Lise ve yüksekokul döneminde yine dostlukların aralıklı olsa da sürdüğünü gördüm ara sıra birleşilir pikniğe, denize, sahile gidilirdi. Şimdi ise etrafıma bakıyorum da herkes birbirinden uzak, herkes yazlık ev, kışlık ev, arabayı yenilemek veya tam tersi o gün için çalışıp ay sonunu nasıl getireceğim derdinde.
Halbuki insanlar güzellikleri paylaşmalı, sorunları, dertleri paylaşmalı. Şimdi yollar, evler selamsız. Nerede kapıda karşılanıp yan dairedeki, üst kattaki komşuya günaydın diyenler hayırlı akşamlar diyenler.
Bırakın aynı apartmanda birlikteliği aynı evde çocuklar odalarında bilgisayar başındalar ya da çizgi film izliyorlar, bayanlar ise televole, alem, özel hat gibi magazin programlarını, erkekler de haber ya da maç programlarını izliyorlar. Ara sıra baba eline çayını alıp, çocukların odasına size misafirliğe geldim diye gidiyor. (biraz abarttık ama maalesef bu örnek hızla çoğalıyor.) İnsanlar aynı evde aynı odayı bile paylaşamaz oldular.
Bakın anne kızıyla, baba oğluyla, kardeşler birbirleriyle, gelin kayınvalideyle anlaşamıyor. Ne olacak böyle birileriyle uğraşacağımıza kendimizle uğraşalım. Bunca tenhalık tanımamazlık niye, selamsızlık niye, mümkünse insanları tanıyalım ve sonra konuşalım. Hiç konuşmayan sessiz olanlara soğuk demeyelim. Bu yazıyı bu yaşam tecrübesi olgunluğuna ulaşmadan yazamazdım. Okusam da anlayamazdım. (İlla depremleri, fırtınaları, selleri yaşamalı, güneşte kumsalı pırıl pırıl denizi görmeliydim). Bizler Yaşam tecrübesi olan olgunluğa ulaşınca en değerli hazinemizi bulduğumuzu zaten anlayacağız.
Niye didişiyoruz, hepimiz bu dünyadan 4 metre kefene sarılıp gitmeyecek miyiz, onun da cepleri yok hiç bir şey alamayacağız. Öyleyse niye bu dedikodu, bu didişme, bu kıskançlık, çekememezlik niye NE OLDU BİZE