“BABA BAK CENGİZ!”
Biraz karışık olacak, yani ortaya bir yazı… Beğendiğiniz kısım sizin olsun. Yaşanmışlığın Z raporudur bunlar. Malzemesi bol, esprisi fazla, komiği çok olan bir toplumdayız. Gerisi size kalmış. Her şey var maşallah! Seçmece bunlar; seç seç al… Seç seç yaz… Seç seç oku… Kâh sizden bir anı kâh bizden bir hatıra… Yaşanmışlıkların hikâyesidir oysa kaleme alınan her şey, yaşanılacak olanın belki de…
Balkonda dışarıyı seyreden 4 yaşındaki oğlum Yiğit Karan ansızın bana seslendi: “Baba gelir misin?” diye… Yiğit Karan’a doğru ilerledim “Efendim Yiğit Karan” dedim. “Baba bak Cengiz” Halla halla ne demek istiyor dedim acaba? Cengiz de kim, neyin nesi, kimin fesi? Ben bunları düşünürken Yiğit Karan “Baba bak Cengiz” diye yolda geçen zenci bir vatandaşı işaret ederek “Baba bak Cengiz o” diye… Jeton o an tak diye düştü. Zenci demeye çalışıyormuş Yiğit Karan, nereden öğrenmişse zenci sözcüğünü… “Ah Yiğit Karan ah, insanın dışının zenci olmasının hiç ehemmiyeti yok yeter ki içi zenci olmasın.” dedim ama anladı mı acaba?
“2005 Yılının En İyi Şiiri” seçilen şu dizeleri okuyup da ne ka güzel demeyen var mıdır acaba? Ne ka net bir ifade ne ka münasip bir dil ve ne ka haklı bir serzeniş. Ve ne ka renkli bir şiir olmuş. Renklerimizin ayırdına vardık bir an için.
Sen Şimdi Bana Renkli mi Diyorsun?
Doğduğumda Siyahtım,
Büyürken Siyahtım,
Güneşe Çıktığımda Siyahtım,
Korkunca Siyahtım,
Hastayken Siyahtım,
Öldüğümde Hala Siyahım...
Ve Sen Beyaz Çocuk,
Doğduğunda Pembesin,
Büyürken Beyazsın,
Güneşe Çıktığında Kırmızı,
Üşüdüğünde Mor,
Korktuğunda Sarı,
Hastayken Yeşil,
Öldüğünde de Gri’sin,
“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu birinciliği beyaza verdiler” der Özdemir ASAF. Bütün insanlar aynı hızla kirleniyordu birinciliği zencilere verdiler gibi bir cümle geldi aklıma nedense. Nedense zenci olmanın beyaz olmaktan öte bir şey olmadığını beyaz olmanın da zenci olmaktan öte bir şey olamayacağını idrak edemedik.
Öyle olsa sokakta, caddede geçen her 4 kişiden 5’inin zenci diye çağrılması icap ederdi bugün! Hesap da yanlışlık yok, anlatım gereği… Mübalağada eksiklik yok, insanlık gereği… Kalbi kararanların cirit attığı bir dünyada gel de yaşa emi gel de yaşa!
Sevgili Çiler anlatmıştı.
Bu olay 17 Ağustos depreminden yaklaşık 4 ay sonra oldu. Üniversite de okurken otobüste gidiyorduk gündüz vakti arkadaşımla. Arkadaşım cam kenarında oturuyordu. Oturduğumuz yer karşılıklı birbirine bakan dörtlü gurup koltuklardandı. Kırmızı ışıkta otobüsün yanında bir gelin arabası durdu. Arkadaşım arabayı görünce yüksek sesle ’Bu akşam deprem olacak’ dedi. Karşımızda yaşlı bir teyze vardı. Yazık kadıncağız ortada dönen espriden habersiz birden bağırmaya başladı. ’ Kim dedi saat kaçta olacakmış’ diye. Teyzeye durumu da anlatamadık bel altı olunca. ’Şaka yaptı’ dedik geçiştirdik. Ama otobüsten inene kadar gülmekten öldük.
Şu dolmuş muhabbetleri insanı öldürüyor yahu, lütfen biraz daha dikkat kesilin bundan sonra biraz daha o ortamın tadına varın. Memleket başka memleketlere benzemez bilin. Bugün yine denk geldi bir manzara:
Kadıncağız inerken kapıyı sert bir şekilde çarptı. Şoför alttan alta “Oha!” dedi. Yanında oturduğum için duydum. “Sanki ahır kapısı” diye devam etti… Az sonra bende indim. Nazik bir şekilde kapıyı kapattım. Başkasının oha’sı benim tecrübem oldu.
‘İçinizdeki öküze oha deyin” sizde sayın yazar gibi. Dolmuştaki öküzlere ise bir şey demeyin onları sadece Allah’a havale edin.
Demirellere atfedilen şu hikâyecik de yüzünüzde birazcık gülümseme yaratır inşallah. Demirel ve Nazmiye Hanım 70’li yılların sonunda bir maça giderler ve maçın son dakikalarına değin konuşmayan Nazmiye Hanım o dakika aklına gelmiş olacak ki şunu sorar: Ravilerin yalancısıyız bizde… “Şu kara donlu (hakem) neden topa hiç vurmuyor?” diye…
Kara donluların topa vurduğu günleri yaşar mıyız bilmem ama kara ruhluların oyunun hâkimi olduğu günlerdeyiz. Top hep bu kalede…
Yazılarımıza yapılan yorumların bir tanesinde Sevgili Nafia şöyle yazmıştı:
Balık dedin de aklıma yeğenim bir hikâyesi geldi. Ablam Dilan, kızı Sena’ya iki tane balık almış. Tabi bizimki balıklara sürekli dokunmak istiyormuş. Ablamın olmadığı her fırsatı değerlendirip balığı akvaryumdan çıkartıp balıklarla oynuyormuş. Ablam bir gün denk gelince, Sena’nın ne yaptığını görüp şok olmuş. Sena, balığı sudan çıkartıp halının üstüne koymuş, tabi o sırada balık son saniyelerini yaşıyormuş. Ablam: “Kızım naptn?” demiş. Bizimki ne dese iyi; “Anne suda boğulur diye çıkardım, balıkla oyun oynuyorum.”Sonuç olarak bizim akvaryum balıkları canlarından olmuş.
Balıklar suda yaşar insanlar her yerde… Ve her yerde ölüm var bugün! Her yerde gözyaşı, her yerde kan…
“Özür dilerim silgi, seni sile sile öldürdüğüm için.” diye not düştüm bir yazının altına. Bu yazının altına da uygun düştü herhalde, silgi kalmadı.
Demek ki yanlışlarımız çok, silgimiz kalmadığına göre!
.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.