Emanet...
Bu benim ilk uzun soluklu hikaye deneyimim. Biliyorum hatalarım olmuştur mutlaka. Yer ve mekan olabilir zaman hatası olabilir. Şimdiden Affınıza sığınıyorum...
Hasan sorgudadır....
Hasan,
"Herşeyi bir bir anlatacağım, bir bir herşeyi... O, bunu haketmişti. Pişman değilim, hayır hiç pişman değilim. Içim rahat..." diyerek anlatmaya başlar.
Günler boyunca, bir zamanlar en yakın arkadaşım olan Kemal’i aradım. En sonunda bir kahvehanede olduğunu öğrendim. Günlerdir o’nu arıyordum. Ve aklımdan sürekli aynı şeyler geçiyordu... Emanetin bende Kemal, ilk fırsatta teslim edeceğim..."
Hasan ve Kemal çocukluk arkadaşlarıdır. Çocukluk ve okul yılları hep birlikte geçmiştir. Ama lisenin bitmesi ve Hasan’ın üniversiteyi kazanmasıyla yılların kardeşleri ilk kez ayrılırlar. Ve onlar, ölüme bile kolkola gidecek kadar birbirlerine bağlıydılar.
Hasan öğretmen olmak için üniversite yollarına düşmüş, Kemal ise bir fabrikada işçi olarak iş başı yapmıştır.
Hasan kahvehanenin kapısından içeri girer ve gözleriyle sadece Kemali arar. Kemal ise arkası kapıya dönük, arkadaşlarıyla oyun oynamaktadır...
Hasan bağırır,
"Kemaaal...."
Kemal önce biraz şaşırır, sonra yavaşça ayağa kalkar. Hasana doğru yüzünü dönürken Hasan yine bağırır,
"Bende bir emanetin var Kemal, onu sana vermeye geldim. Onu sana vermeye..."
Kemal,
"Hoş geldin Hasan. Hoş geldin kardeşim. Ne emaneti kardeşim?"
Hasan,
"Bana kardeşim deme. Herşeyi öğrendim herşeyi... Kardeşlik bu değildi Kemal, kardeşlik bu değildi... Senin yaptığın kardeşlik değil kalleşlikti Kemal, kalleşlikti, şerefsizlikti...
Ve yine sesini yükselterek devam eder.
"Sana emanetini vermeye geldim Kemal. Yıllardır bu günü bekledim. Can kardeşim Kemale emanetini vermeyi. Kardeşin kardeşe yaptığı şerefsizliğin karşılığını. Evet Kemal, senin emanetini bugün teslim edeceğim..."
Kemal şaşkın bir şekilde,
"Ne emaneti?" diye sorar.
Hasan yanında getirdiği tabancayı bir anda çıkartarak Kemale,
"işte senin emanetin Kemal. Benim sana verdiğim kardeşliğin bende kalan yanı. Işte senin bana yaptığın kalleşliğin sende kalacak yanı..." der ve üç el ateş eder.
Kemal oracıkta can verir, Hasan da kaçarak oradan uzaklaşır....
Hasan bir müddet koştuktan sonra dinlenmek için bir parkta oturur. Orada tabancanın içini boşaltıp tekrar beline takar. Biraz dinlendikten sonra kimseye görünmemek için gizlenerek parktan çıkar. Akşama kadar izini kaybettirir.
Ve polis o gün akşam Hasanı lüks bir villanın parmaklıklarından içerideki on sekiz yaşlarındaki kızı yaşlı gözlerle izlerken yakalar, gözaltına alır...
Hasan,
"işte bütün hepsi bu. Size hepsini anlatacağım dedim ve anlattım. Bugün olanların hepsi bu..." der sorgudaki polislere.
Polislerden biri,
"Peki bunları neden yaptın? Hapishaneden çıkalı daha yirmi gün olmamış. Insan çıkar çıkmaz belki de sığınacağı tek insanı neden öldürür?"
Hasan derin bir of çekerek polislere sorar,
"vaktim var mı?" diye.
"Tabiki var. Biz burdayız artık sen de burdasın. Uzun uzun vaktimiz var. Sen anlat bakalım neden yaptın bunu?" der polisler...
Hasan anlatmaya başlar...
Dediğiniz gibi ben hapishaneden çıkalı yirmi gün olmadı. Insan sığınacağı tek kapısına neden kurşun sıkar? Insan neden tutunacağı tek dalı kırar?
On beş yıl önceydi...
Ben okulu yeni bitirmiş, öğretmen olarak atanmıştım. Ilk yarı yıl tatilinde ablamlarla birlikte annemle babamın yanına gidecektik. Ben öğretmenlik yaptığım Niğdeden ablamların yanına, Kayseriye geçecek oradan da Adanaya gidecektik. Ablamlar, ben üçüncü sınıftayken evlendiler. Eniştem Kayseride görev yaptığı için oraya yerleştiler.
Yarı yıl tatili gelip çatmıştı. Öğrencilerime vereceğim ilk karnenin heyecanı beni çepeçevre sarmıştı. Öğrencilerime ilk karnelerini verdikten sonra akşam üzeri Kayseri yollarına düştüm... Gece yarısına doğru ablamlara ulaştım. Ablam ve eniştem ayaktalardı ama üç yaşındaki yeğenim merve uyuyordu.
Ertesi sabah yüzümde bir acı hissettim ve uyandım. Ve o an karşımda simsiyah gözlü, simsiyah saçlı ama teni bembeyaz bir melek gülümsüyordu yüzüme. Ablam beni uyandırmak için yeğenimi yanıma getirmiş. Ve tabi ben de onun yüzümü tırmalamasıyla uyandım. O yüzü görünce ne acı kaldı ne de başka birşey...
Gece yarısına doğru Adanaya gitmek için düştük yollara. Arabayı eniştem kullandı. Ablam ve merve arka koltukta ben de önde oturdum. O zamanlar yollar daha kötü tabi. Biz de acele etmeden, yavaş yavaş gidip sabaha Adanada oluruz diye gece yarısı çıktık yola. Pazar sabahı Adanaya ulaştık.
Her karşılaşma nasıl olur bilirsiniz, bizimki de öyleydi. O gün nasıl akşam oldu kimse anlamadı.
Akşam üzeri kapı çaldı. Kapıyı açan ablam,
"Hasan, senin kardeşlik geldi" dedi gülerek. Ben hemen kapıya koştum.
O, ne kadar;
"Oğlum boşver kapıda bir göreyim dedim" dese de ben kolumu omzuna atıp,
"Ne o öyle? Yabancı mıyız, oğlum? Gel içeri. Benim annem senin annen. Senin annen benim annem. Saçmalama da gel." diyerek içeri çektim. Bizimkilerke birlikte akşam yemeği yedik. Hep birlikte tam bir aile olmuştuk.
Ben daha önceleri bilmiyordum, çok sonraları öğrendim.
Kemal, ben üniversiteye gittikten sonra çalıştığı fabrikada Kara İbo diye biriyle tanışmış.
Kara lakabı teninin renginden değil, yaptığı işlerden dolayıymış. Içki, kumar, madde kullanımı ve dolandırıcılık... Ne ararsanız varmış bu adamda.
Zamanla Kemal’i de kendine benzetmeye başlamış. Alkoldür, kumar, dolandırıcılık... Ama Kemal madde kullanmamış. Bu durumu öğrenen patron da bunların işine son vermiş.
Kemal bir müddet idare etse de, daha sonra para bulmak için elde ne var ne yok harcamaya başlamış. Önce eldeki birikmişler; zamanla araba, arsa ve evi de satmış. Anne ve babası Kemali bırakıp köylerine dönmüşler. Kemal ise iki gözlü bir baraka kiralamış yan mahallede. Önceleri Kemal yalnız kalırken zamanla kara ibo da yanına yerleşmiş.
Iki ay kadar sonra bir sabah kara ibo’nun cesedini bir sulama kanalında bulmuşlar. Polis önce Kemal’in üstüne düşmüş, ama evde ve Kemalin hem üstünde hem de kanında madde bulamayınca salıvermişler.
Kemal bir yıl boyunca ara ara günü birlik işler bulsa da uzun soluklu bir iş sahibi olamamış.
Bir çıkar yolu bulamayınca da kara ibonun yakın arkadaşı yılan Mahmutun kapısını çalmış.
Yılan, önceleri Kemal’e;
"Sıkma canını. Ben sana yardım ederim. Al şu parayı, sen rahat ol. Kardeşim kara ibonun arkadaşı benim de arkadaşımdır. Sıkma canını. Artık benim korumamdasın." diyerek bir müddet para vermiş.
Yılan, aradan altı ay geçince Kemalden paraları istemiş.
Kemal,
"Aman abi. Gözünü seveyim yapma. O kadar parayı nasıl öderim ben?" dese de yılan zorlamış Kemali.
Bir hafta sonra Yılan, Kemali çağırıp,
"Bak Kemal. Bana olan borcunu ödemen için sana bir fırsat tanıyorum. Eğer benim istediğimi yaparsan ve gözüme de girersen bakarsın seni sağ kolum yaparım. Ama bana yamuk yapmayacaksın." diyerek Kemalden torbacılık yapmasını istemiş. Kemal de mecburen kabul etmiş. Ama borcunu ödemek yerine zamanla borcunu katlamış. Ve yılanla araları açılmış. Yılan paralarının peşine düşmüş, Kemal canını kurtarma derdine...
Kemal ne yapacağını düşünürken, Maşa Cemalle karşılaşmış.
Maşa Cemal de kara ibo gibi sağlam ayakkabı değilmiş. Maşa, eli uzunun, hırsızın biriymiş. Ama öyle sizin bildiğiniz hırsızlardan değil.
Maşa, hastanelerde gözüne kestirebildiğinin bebeklerini çalıyor ve para karşılığı çocuğu olmayan zenginlere satıyormuş.
Kemal, maşaya halini anlatmış. Maşa Cemal, Kemale böyle bir iş yapmak isteyip istemeyeceğini sormuş. Ve eğer isterse kendine yardımcı olacağını da eklemiş.
Kemal birkaç kez denese de vicdani buna el vermemiş. Ta ki o akşam bizim eve gelene kadar...
Bizim ablamlarla Adanaya döndüğümüz gün Yılan Mahmut, Kemalin yolunu kestirmiş. Üç gün içinde borcunu ödemezse Kemalin başını kestireceğini ve bir sabah onun da cansız bedenini kara ibo gibi bir sulama kanalında birilerinin bulacağını söyletmiş...
Kemal, yeğenim merveyi kaçırmayı o gün akşam yemekte kararlaştırmış. Ve planı da, merveyi kaçırıp maşa cemalle zengin bir aileye satıp yılan mahmuta olan borcunu ödemek.
O gece ben enişteden arabayı alıp Kemali evine bırakacaktım. Hem de anne ve babasının ellerinden öpecektim.
Ama Kemalin,
"Onlar köye ziyarete gittiler, evde değiller. Hem oğlum bilmiyor muyum ben evin yolunu? Kendim giderim. Hem sen daha yeni geldin. Ailenin yanından ayrılma." diye ısrarıyla vazgeçtim. Ve ona kapıya kadar eşlik ettim.
Kemal o gece bizden ayrılır ayrılmaz soluğu maşa cemalin yanında almış. Hemen planlar yapılmış ve o gece bizim sokakta birkaç tur atınca komşuların dikkatini çekmişler. Sokak başında oturan memur emeklisi Metin dayı,
"Hayırdır Kemal, bu saatte ne dolanıyorsun.? Akşam üzeri burda değil miydin sen?" deyince, o gece bizi çabuk bulurlar diye vazgeçmişler.
Ertesi sabah ben ve eniştem dolaşmaya çıkmıştık. Iki sokak ileride Kemalle karşılaştık. Bize ne yaptığımızı sordu. Biz de dolaşıyoruz deyince güldü ve tamam görüşürüz diyerek ayrıldı yanımızdan.
Ama Kemal, bizim eve gelip;
"Merve nerde? Hasan ve enişteyi iki sokak ileride gördüm, dolaşıyorlarmış. ’Merveyi neden almadınız yanınıza’ diye sorunca ’o evde kaldı’ dediler. Ben de ’keşke o melek de yanımızda olsaydı. Beraber dolaşsaydık’ dedim. ’Dönüp alalım mı?’ dediler. Ben de ’durun yeğenimi ben alıp geleyim, siz burda bekleyin’ dedim, beni bekliyorlar." diyerek Merveyi evden almış.
Öğleye doğru biz eve gelince,
"merve nerde?" diye sordu annemler.
"Merve evde değil miydi?" diye sorunca,
"Hayır. Siz çıktıktan sonra Kemal geldi, sizin onu iki sokak ileride beklediğinizi ve Merveyi size götüreceğini söyledi. Biz de tamam deyip size gönderdik merveyi" dediler.
"Nasıl olur. Gelmediler mi yanınıza?" diye sordu ablam. Biz "hayır" diyebildik...
Ama annemlere sakin olmalarını, belki Kemalin merveyi gezdiriyor olabileceğini, Kemalin merveyi evine götürmüş olabileceğini hatta dün akşam Kemalin, "oğlum mazeret istemem. Yarın bizdesin" dediğini ve beni oraya gitmeye mecbur bırakmak için böyle bir şaka yapmış olabileceğini söyledim. Bizimkiler bir nebze sakinlestiler.
Biz de enişteyle hemen Hasanın evine gittik. Ama kapıya yabancı bir kadın çıktı. Kemali sorduk,
Kemallerin artık orda oturmadıklarını, evi de kendilerine sattıklarını söyledi.
"Ne zaman ve neden?" diye sorunca, ben yokken Kemalin neler yaşadığını, kimlerle tanıştığını, evi neden sattıklarını bir bir anlattı.
Biz neye uğradığımızı anlamadan ama deli gibi koşarcasına eve giderken Metin amca,
"Ne oldu Hasan, ne bu telaş?" diye sordu.
Sadece,
"Metin amca Merve kayıp. En son Kemalin yanındaymış" diyebildim. Metin amca alelacele akşam olanları anlattı.
Artık elimizde elle tutulur tek bilgi Mervenin kemalin yanında olduğuydu.
Mervenin kaybolduğuna üzülmeli miydim yoksa can kardeşim Kemalin yanında olduğuna sevinmeli mi bilemedim.
Eve geldiğimizde herkes haykıran bir sessizlikle, gözleri çığlıklar atarak merveyi sordular. Biz hece hece gözyaşlarıyla "hayır" diyebildik...
Annem ve ablam sinir krizi geçiriyorlardı. Ben eniştemin arabasını çalıştırdım. Babam ve eniştem; annemle ablamı apar topar arabaya bindirdiler. Babam ön koltuğa eniştem de annemlerin yanına arka koltuğa oturdu. Ve ben hastaneye gitmek için bastım gaza. Sokak aralarında korna çala çala hızlı bir şekilde yol alıyorduk.
Ve birden sağ taraftan bir kamyonet yola girdi. Durmak istedim ama...
Kendime geldiğimde hastane odasındaydım. Başımda bir hemşire bir doktor ve bir polis vardı.
O kazada bizim araçtan benden başka kimsenin kurtulmadığını ve çarptığım kamyonetin şoförü ve yanındaki bir kişinin daha hayatını kaybettiğini başımda bekleyen polisten öğrendim. Ve o kamyonetin yeni evlenecek bir çiftin ceyizini taşıdığını ve şoförün yanında ölen kişinin gelinin ağabeyi olduğunu da polisten öğrendim.
Sonra malum. Ehliyetim yoktu. On beş yıl ceza aldım. Anlayacağınız hastahaneden hapishaneye taburcu oldum.
Kemal mahalleliye, Mervenin kazadan sonra kaybolduğunu, belki kimsesizler yurduna yerleştirilmiş olabileceğini söylemiş.
Dışarıda kalan bir kaç arkadaştan merveyi araştırmalarını rica ettim.
Mervenin zengin bir aileye maşa cemal tarafından evlatlık olarak satıldığını öğrendiğimde ikinci kez yıkılmıştım.
On beş yıl her gün kadere bir kurşun sıktım. Ve bugün de kardeş dediğim kalleşe emanetini teslim ettim, bir kurşun da ona sıktım.
Bir ses,
"Git al canını yanına" dedi.
Bir ses
"Bırak artık böylesi belki onun için daha iyi"
Evet ben sıktım. Kardeşim dediğim kalleşe ben sıktım. Pişman değilim. Bugün gördüm Merve’mi. Mutluydu gülüyordu yüzü. Biliyorum ben artık kurtulamam. Varsın idam etsinler beni. Içim rahat biliyorum. Biliyorum O artık Allaha emanet...
BLL (02.10.10)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.