Yüreğin kendinden kaçısı
Yüreğin, kendinden kaçışına şahit oldunuz mu hiç? Ardı arkası kesilmeyen,ön/arka yüzü olmayan,aralıklı mesafelerle koşulan bir yolculuk özeti gibi.Uzunluğun gölgesinde büyüyen bir kısalıkta… Kendinizden de içeri olan bir benlikte, savrulan güz yapraklarının kuruluğunda hışırdayan bir tınıyla başlayan bu senfoni,ivme kazandırır oracıkta tulu eden yüksek akıma. Nasıl bir akımdır bilinmez ama,ateşiyle kasıp kavuran,yaşlarıyla bir damlayı yağmurlara boğan, rüzgarıyla küçük bir ateş kıvılcımını alevlendiren, toprağıyla bağrının ortasına düşmüş savunmasız tohumu devşiren verimlilikte ve derinlikte olan bir şey sanki. Taşkınlıklarıyla yüreğe husumet verse de sevgi ırmağı,meczup oluşuna kani olur kalbin üst geçit noktası. Kilit değmiş sürgün kapılar,anahtarın izini sürer olur bu inanılmaz kaçışta. Yüreğin başka bir aşktan kaçışı normal görünebilir,ama ya kendi içinden kaçışı nasıl izah edilebilir ki? İç taraf dışarıya hükümlü; dışarıysa içeri hükmeden durumda.Gerisin geriye gitse de yüreğin kaçış planları,önünü alamaz gitmenin bozgun oyununa.Halbuki her şey güllük gülistandır o meskende.Her parça kendi bütününde saklıdır ve her özne kendi yükleminden sorumludur burada.
Peki ya bir yok oluş, bir başka varışa duyulan amansız özlem, bu kavramların yerini ters-yüz etmez mi acaba? Fırtınanın haysiyetine dokunulmuşçasına gazaplanan bir kavruluşa esir metruk evler misali, o munis hanede de yıkılmaz mı eşyalar yerinden bir bir.Her uzvun orantılı ve tutarlı olduğu bu çehreye,hangi tutsak el değdi ki yoğruluverdi sancı hamuru.
Bu kaçış nereye ve ne zamana dek sürecek? Hangi hesaba göre çetelesi tutulacak ve kaçıncı boyuta göre ordinatları kurulacak? Kaçınılmaz bir kaçışın sonunun ne olacağı bir meçhulden ibaret. Ve açılımların ve içe vurumların yazgılandırıldığı bu hemgamede, uzlaşının nasıl sağlanacağı da tam bir muamma. Ötede kendi sonunu hazırlayan bir hayat; beride ise sonun başlangıcını getiren üç nokta yani sonsuz harflerin suskunsuzluğa tekabül ettiği bir dünya.İki taraf da keskin bir bıçak sırtında durmakta. Çok ince ve hassas…
Öyle bir ikilemin eşiğinde beslenen bir aşk neye işaret edbilir ki?Kimin varlığından dem vurabilir ki?Hangi sert taşa başını çarpmış durumuna düşebilir ki?Giriftleşmiş bu sebep-sonuç ilişkisinin sonunda aşkın, yanan mı yoksa yakan mı olduğu ayan olacaksa da,bu bir diri küllenişe engel olamayacak.Aşkın kendisi yanmakta,tutuşmakta iken; aşığın maşukuna olan aşkının yakıcılığı o kadar müteessir olmasa gerek.Çünkü her ikisi de yanmaya amade,her ikisi de yakmaya müsait. Ve ikisinin de sırrı,kor bir ateşin külünde yanıklı. Ağıtların ardından gelen bu sükunette,feryatlar yükselse de yüceliğe doğru;asıl kazanımların kaybedişlere gebe olduğu asla unutulmamalıdır. Yürek,kendi iç sesini dinledi ve kayıpların tam orta yerinde yitirdiği sevdasını buldu. Eğer kaybetmeseydi, aramayı bilemeyecekti yürek ve eğer yok olmasaydı bu sevgide, varlığın tahakkümünü anlayamayacaktı. Bilinmezlikler diyarında yitirilip,kaybedecekti kendi bilinirliğini.
Mevcut bir yürek acısını dindirmeye hangi bir reçete derman olabilir ki? Teskin edebilir mi acaba yüreğin canhıraş bağırışlarını; dokunabilir mi közlenmiş, kavrulmuş dokusuna; giderebilir mi ezeli-ebedi hakikatlerden aldığı sonsuz doyumdaki açlığını; silebilir mi duvarlarına çizilen o sevgiliye ram olmuş resimleri, örtülü desenleri; koparabilir mi içinden, birbirine kördüğüm olmuş sevgi bağlarını; üzerini örtebilir mi hal lisaniyle döktürdüğü aşk tadında sözcükleri; okuyabilir mi boşluğa yazılan kelimelerin anlamını boğan ateşten bir gömlek giyen nesnel karşıtı manaları ve durdurabilir mi her vurgun sonrası açılmış yaradan akan kanın hızını. Çare olabilecek mi tüm bu dertlere, bir hekimce sunulan kimyevi dozlu reçete.Bu, sadece sathi bir çözüm getirir aykırı düşünceler niteliğinde olan karmaşık manzumeye. Bir imla klavuzundan yaralanılıp, düzeltilebilen bir cümle öğesinden bahsetmiyorum ya da bozuk anlatımsal bir konuşmayı doğru ifalendirme biçiminden. Benim aradığım nokta,özden yoksun olmayan bir tutum içinde bulunmaktan geçiyor galiba. Kalıcı ve bir o kadar da geçişlerle dolu bir helezon,kıvrımlı ama bir o kadar elif olmaya açık bir vav olma hali. Suni sancılardan soyutlanmış,gerçek dönüşümlere doğru açılan bir kıvranıştan bahsediyorum. Dokunulmamış bir bekarette akıtılan kara lekelerin değdiği yerlerdeki kirlenişi vurguluyorum.Açık yüreklilikte olmayan kapalı, ketum hislerin izini sürüyorum. Aydınlığın odağına gark olan siyahlığın sır perdesini aralıyorum.
Kavuşmakların önündeki görünmez engelleri dışlanmaya hazır değerler haline getirmek istiyorum ve tehlikeli, saldırgan dalgaları sakin,durgun denizlere şikayet etmeyi diliyorum.Kaf dağının ardındaki gizleri ifşa ediyorum yeryüzüne,örülü yüksek duvarların bütün ses geçirmezliğine ve yıkılmazlığına inat. Tüm hayal ürünü gerçekleri hakikatin tevhidine teslim ediyorum, yalancı şahitlerin nezdinde. Kısa boylu düşünceleri, uzun metrajlı filmlere konuk olarak sunuyorum bir boy uzatma egzersizi mahiyetinde. Soğuk hisleri, koyu bir kızıllıkta olan ateşe sürüklüyorum, yüreğin derin kasesine boşaltıyorum onları ki, dem tutsunlar aşkın alacalı merkezinde. Ve yüreğin kaçış öyküsü bitmeden,heyecanların amuda kalktığı en can alıcı yerde -son- yazısını dillendirmek istiyorum.Pazartesi görüşmek üzere hoş kalın.sevgilerle
YORUMLAR
Teskin edebilir mi acaba yüreğin canhıraş bağırışlarını; dokunabilir mi közlenmiş, kavrulmuş dokusuna; giderebilir mi ezeli-ebedi hakikatlerden aldığı sonsuz doyumdaki açlığını; silebilir mi duvarlarına çizilen o sevgiliye ram olmuş resimleri, örtülü desenleri; koparabilir mi ...................
Ağlattınız bizi efendim... Kaleminiz daim osun...