- 643 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CHP'DE NE DEĞİŞTİ?
Atatürk’ün altı tane “k” sabiti vardı. Bunlardan biride Laiklik ilkesiydi. CHP, 1950’lerden sonra diğer tüm ilkeleri unutup tüm politikalarını sadece laiklik üzerinden geliştirmeye başladı.
Bir süre sonra iş öyle akıl almaz noktalara geldi ki CHP, laiklik ve irtica üzerinden kendine adeta sanal bir canavar yarattı.
Yarattığı bu sanal canavardan en çok da kendisi korktu. Temsil ettiği askeri ve sivil bürokrasi eliyle de halkın en az kendisi kadar korkması gerektiğini telkin etti.
Bu canavarın mevcudiyetinin Don Quijote’nin muhayyel canavarlarına benzeyen vehimlerden kaynaklandığını söyleyenlere tepeden bakmayı, onlara çeşitli lakaplar takarak küçümsemeyi ise adeta bir erdem gibi gördü.
Laikliğe bilinenin dışında farklı anlamlar yüklemekten de geri durmadı.
Her inançlı insanı potansiyel bir şeriat aşığı ve Atatürk düşmanı sandı. Tüm bu korkularının temelinde ise, halkın 1000 yıllık bir imparatorluk kültürüne sahip olması bu sebeple Cumhuriyet rejimini sahiplenmeyeceği korkusu yatıyordu.
Oysaki Cumhuriyet rejimine halkın sandığından daha fazla sahip çıktığını, irtica isteyenlerin ise küçük birer sıra dışı grup olmaktan ileri gitmediğini bile fark edemedi.
Yarattığı sanal korkular gözünü öylesine kör etmişti ki, laiklik adına irtica gerekçe gösterilerek yapılan her neviden hukuksuzluğa karşı ya alkış tuttu ya da gözlerini yumup sırtını döndü.
1960 darbesini “devrim” diye nitelemesi, 28 Şubat’ı ve 27 Nisan e-Muhtırası’nı memnuniyetle karşılaması, AKP’ye açılan Kapatma davasını ellerini ovuşturarak bir kenarda sessizce beklemesi ve daha nicelerini örnek diye saymak mümkündür.
Sözü, fazla uzatmadan şeriat ve irtica denilince akla ilk gelen CHP’ye has bir korkuya; Başörtüsü korkusuna getireceğim.
Bu ülkede CHP ve onun gibi düşünen katı laikçiler yüzünden binlerce genç kızın en doğal hakkı olan eğitim hakkı elinden alındı.
Hangi korku ve sebep bir insanın eğitim hakkının elinden alınmasına karşı mantıklı bir gerekçe olarak ileri sürülebilir?
Cumhuriyetin ilk yıllarında fabrika kurmak için gereken eğitilmiş teknik kadroları bile bulamadığımızı, onun yerine dışarıdan mühendis ve uzman getirttiğimizi anımsarsak; eğitimsizlikten bu derece çekmiş bir milletin eğitimin önüne bir avuç insanın vehimleri yüzünden engel çıkarmasını anlamak mümkün değil.
411 milletvekilinin ittifakla kabul ettiği Anayasa değişikliğini yine aynı korkularla seğirte seğirte Anayasa Mahkemesi’ne götüren de aynı CHP değil miydi?
O dava dilekçesinin altında Sn. Kılıçdaroğlu’nun da imzası yok muydu?
Bugün ne değişti de Sn. Kılıçdaroğlu Başörtüsü için yeşil ışık yakma ihtiyacı duydu?
CHP korkularının yersiz ve abartılı olduğunu mu fark etti?
Elbette hayır. Bu işin altında da ciddi bir plan yatıyor. Belki Sn. Kılıçdaroğlu samimidir ancak perde arkasından CHP’yi yönetenlerin aklında başka bir plan var.
12 Eylül Referandumu sonrasında kabul edilen Anayasa değişiklikleri, onlar için yeni bir manevra alanı açtı.
Bu kez de yeni bir Anayasa değişikliği yapılacak, bu değişikliğe MHP’de onay verecek, meclis içinden itiraz gelmeyince değişiklik iptal istemiyle mahkemeye götürülmeyecek.
CHP, ilk seçimlerde “bakın Başörtüsü meselesini ben çözdüm” diyerek kendisini iktidara taşıyacak yolu açacak.
Eğer, Genel seçimlerden beklediği sonucu alamazsa, kendi teklifini yargıya taşıyamayacağı için de vatandaşların Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkından faydalanıp, dışarıdan bir CHP’liye iptal davası açtıracak.
Anayasa Mahkemesi yine iptal kararı verirse, “laiklik konusunda duyarlı bir vatandaş dava açma hakkını kullanarak iptal davası açtı, Yüce Mahkeme’de böyle bir karar verdi” denilerek işin içinden sıyrılınılacak.
Hesap edemedikleri gerçek şu ki; bu saatten sonra Başörtüsü için hangi olumlu değişiklik yapılırsa yapılsın bunun tüm artı sonuçları Tayyip Erdoğan’a, tüm olumsuzlukları ise CHP’ye yazacaktır.
Görülen o ki, CHP yine ciddi bir taktik hata içinde…
Yirmibeşoğlu’nun itirafı
Sn. Yirmibeşoğlu geçenlerde yaptığı bir açıklamada ciddi bir itirafta bulundu. Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında komutanlık yaptığı askeri birliklere bağlı Türk Mukavemet Timlerinin halkı galeyana getirmek için cami yaktıklarını, suçu da Rumların üstüne attıklarını söyledi.
Şimdi, halkı galeyana getirmek için Balyoz Eylem Planı’ndaki Fatih Camisi’nin bombalanması iddialarına karşı Org. Başbuğ’un yaptığı basın toplantısında elini masaya vura vura
-kim Allah’ın evi olan camiye bomba atabilir? Bu alçaklıktır. Bu TSK’yi yıpratmak için uydurulmuş bir iftiradır kabilinden sözlerini anımsayalım.
Demek ki, birileri amacına ulaşmak için cami yakmayı mubah görmüş. Bunu da yıllar sonra itiraf etmiş.
Eğer, bu Balyoz Planı ortaya çıkarılmasaydı ve iddialar gerçek olsaydı, sonunda da beklendiği üzere bir askeri darbe gelseydi, yıllar sonra bu itiraf edilseydi ya da ortaya çıkarılsaydı, o gün için Org. Başbuğ’un yerinde oturan yeni komutan o zamanın şartları öyle gerektirmiş mi diyecekti.
Şimdi siz ağzınızla kuş tutsanız kimi inandıracaksınız?
Bir kez yapan bir daha yapar inancını nasıl kıracaksınız?
Her şeye rağmen mensubu olduğunuz kurumu savunmaya kalkmak yerine olaylara biraz daha itidalli yaklaşmış olsaydınız bugün bu kadar mahcup olmazdınız.
Bu açıklamalarınızla siz mi TSK’yi daha fazla yıpratmış oldunuz, bu planı yapanlar mı yoksa ortaya çıkaranlar mı?
28 Eylül 2010
Erdal Fikret AKSAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.