- 1234 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Derya Öyküsü 'Adalı' (Düşüngülü Eleştiri)
BİR DERYA ÖYKÜSÜ ‘ADALI’
(DÜŞÜNGÜLÜ ELEŞTİRİ)
Koca koca demir adamlar
ıkına sıkına kılıcını kaldırana
dek, bizim pire misali levendlerimiz
onları biçer geçerdi. Kitaptan
Funda Kalaycıoğlu, Osmanlının Akdeniz’i göl haline getirdiği, Hint Okyanusu’nda cirit attığı yıllarda bir kaptanın aşkını, “Bir Derya Öyküsü ‘Adalı’ ” romanında dile getirmiş.
Adalı Murat, genç yaşta babası Ömer Reis’in gemisiyle İspanya kıyılarında seyrederken, annesinin eteğinden tutmakta olan beş altı yaşlarındaki üzüm gözlü Lilyeva’yı görür. Kendisine alıcı gözüyle bakan küçük kızın gözlerindeki ışığı fark eder, ileride hayatını etkileyeceğini duyumsar.
Aradan yıllar geçer, annesi, Midilli’de oturan Nevcan’la evlendirir. Babasıyla birlikte yine Akdeniz’e yelken açar. Cezayir Kalesi’ne gelen Andrea Doria’ya beklenmedik bir baskın yaparlar. Düşman yenilgiye uğrar ve kaçar. Esirler arasında yaralı olan Lilyeva’yı kamarasına getirirler, onunla sekiz yıl sonra tekrar karşılaşır. Büyümüş on üç on dört yaşlarında genç bir kız olmuş. Dilini bilmediği esir kızla birkaç söz bile edemez.
Yirmi yedi yaşındaki Murat, utancından ilgilenemediği kızı diğer esirlerle birlikte İstanbul’a bıraktığında artık o, İhsan Paşa’nın yanında bir cariyedir. İhsan Paşa’nın zorla tecavüz ettiği Gülbahar hamiledir. Lilyeva’ya daha önce Macaristan’da âşık olan Navvaro kontu Felippe onu kaçırmak için İstanbul’a gelir. İhsan Paşa’nın tecavüz edip ‘avratpazarı’na verdiği Gülbahar’ı satın alır, onu ülkesine götürür ve Navvaro kontesi yapar. Felippe, onu kirleten ve hamile bırakan İhsan Paşa’yı İstanbul’da öldürterek Lilyeva’nın intikamını da alır.
Bir korsan gemisinin kaptanı olan Felippe katıldığı sefere oğluyla birlikte Lilyeva’yı da götürür. Murat’ın da katıldığı savaşta Felippe’nin gemisi batar, oğluyla birlikte ölür. Murat’ın belleğinde yarattığı aşkı Lilyeva kurtulur, birlikte İstanbul’a dönerler. Osmanlıda bir kez cariye olan kadın, kaptan karısı olamamaktadır, ancak cariye olarak yanına alabilmektedir. Murat, Osmanlı paşalarına ters düşünce, Seydi Ali Reis’in kaptanlık yaptığı Hint Okyanusu’na sürgüne gönderilir.
Gülbahar, dönmekte geciken Murat’ın ardına yollara düşer, yolda hastalanır ve ölür. Sonu ölümle biten trajedik bir aşk öyküsü. Aslına bakacak olursak Navvaro kontu Felippe aşkı için Murat’tan daha çok şey yapıyor. Kazanıyor da, yalnız hataları yüzünden gemisi batıyor ve oğluyla birlikte ölüyor. Bu yaşanılan öykü bizim aşkı batılılar kadar bilmediğimizi de vurguluyor.
Öyküyü bu kadar uzun özetlememin nedeni, romanın arka kapağında söylendiği gibi bir aşk masalı olmadığını vurgulamak içindi. Karşılıklı diyalog olmadan bir aşk masalı olabilir mi..?! Olsa olsa kara sevda olur. Kitap kapağının iç atmosferi yansıttığı söylenebilir.
Funda Kalaycıoğlu, Murat ve Gülbahar’a anılarını yazmış gibi bir izlenim vermiş. Hatta diyaloglarda anılarını yazmaktan da söz ediyorlar. Her katman anlatıcı rolünü üslenen Murat ve Gülbahar tarafından sıra ile benöyküsel bir dille anlatılıyor. Yazarın zaman zaman tekrara düştüğünü de görüyoruz. Anılardan yola çıkarak anlatı bir roman yazmış. Hikâye ve masal gibi düzayak değil, anı kitabı hiç olamaz.
Anlatıların yüzeysel olduğunu bilen Kalaycıoğlu, Ahmet Altan’ın ‘İçimizde Bir Yer’ anlatı kitabında yaptığı gibi şiir, mecaz ve imgelerle yazın dilini güçlendirmiş. Yazar, Reşat Nuri gibi kurgulama yaparken başı sıkıştıkça rastlantılara başvurmuş. ‘Bir Derya Öyküsü’nün rastlantıda, Reşat Nuri’nin romanlarını geride bıraktığı kanısındayım. Burak Eldem ile yarışır gibi geniş bir coğrafyayı içine alan kurgulama yapmış.
Funda Kalaycıoğlu, tarihi bir romanda geleceği görmüş gibi yazmış. “ ‘Süleyman Han’ın donanmasının bir teknesine değişmem!’ diyordu Hızır Reis. Gelecekte Cihan Padişahı Süleyman Han’ın yüce donanmasının başına ‘Kaptan – ı Derya’ olarak getirilip ‘Barbaros Hayrettin Paşa’ alarak anılacağını bilmemekteydi, henüz bu gönülden hevesli sözleri söylemekteyken.” (s.42) ‘Ve o günler, bir gün olup da Seydi Ali Reis emrinde nice diyarlar dolaşıp nice gariplikler yaşayacağımı bilmemekteydim elbet…’ (s.121) Geleceğe geçmişten zaman kavramına bağlı kalarak gelinmeli, yoksa romana derinlik veremezsiniz.
‘Amat’ta, semavi dinlerle örtüşmeyen, felsefik bir inanışı öne çıkaran İhsan Oktay Anar’ın denizcilikle ilgili bilgilerde daha donanımlı olduğunu biliyorum. ‘Bir Derya Öyküsü’ ile ‘Amat’ı mukayese etme nedenim, her iki romanın da aynı yüzyıl ve coğrafyada yaşanmış olmasıdır.
Öykülerin satır aralarını korku ile bezeyen Kalaycıoğlu, Osmanlı dönemini anlatmasına karşın Arapça ve Farsça sözcükler kullanmaktan kaçınmış. Kolay okunabilen canlı bir dili var. İhsan Oktay Anar gibi donanımlı bir denizcilik dili olduğu söylenemez. Yazar, 286 dize öykümsü serbest, 24 dize kafiyeli şiirine yer vermiş. Romanın yüzde 18’i (16)* diyaloglarla geçiyor, düşük bir oran. Sayfada ortalama 5.6 kez paragraf yapmış.
Yazılanlara alıcı gözüyle bakan okur, ne zaman alımlı bir söz görse tilki gibi gözleri parlar. ‘Yiğide gönlündekini vermek gerekir!’ (s.11) ‘Şahin kuşundan ördek çıkmış’ (s.40) ‘Gülmeyi unutan gözlerimiz ışıl ışıl, sevinmeyi unutan yüreklerimiz gümbür gümbür olmuş’ (s.280) Okur, ne zaman da hoş olamayan söz görse, irkilir. ‘Sürekli olarak aşağılanmış, zorba bir ulus tarafından koyun sürüsü gibi güdülmüş’ (s.24) ‘o korkunç Osmanlı Paşa’sının iblislerin en büyüğü’ (s.57) Kalaycıoğlu, yabancı sözcükleri, sayfada ortalama 12.1 (21.4) kez kullanmış, oldukça düşük bir oran.
‘Bir Derya Öyküsü’nde ‘Adalı’ adlı bir kahraman yaratan Kalaycıoğlu, kullandığı sözcüklerin birer gözlerini boyayarak onlara yan anlamlar katmış. “ ‘…Orada kavuşacaksın kaptanlık edeceğin gemiye…’ diyerek hançerini batırdı bağrıma” (s.240) ‘her gayretime balta oluyordu’ (s.250) ‘Gözyaşları yüreğini yıkar.’ (s.251) Sayfada ortalama 3.6 (Amat’ta yok denilecek kadar) kez mecaz anlam vermiş.
‘Edebiyat, öfkenin ve vicdanın çığlıklarının duyulacağı bir kürsüdür’ demiş Aleksandr Herzen. Keskin söylemleri de olan Funda Kalaycıoğlu’nun kutupluluk yaratan sözleri: ‘Kimsin sen? Kara bayraklı kara geminin uğursuz kaptanı! Bekle! Seni bulacağım! Elbet bir gün! Bin kat denizin dibine de girsen seni bulacağım! Bekle beni!’ (s.185) Diyalektik bir anlatımla kutupluluk yaratılmış. Türkiye’de yaşadığını unutan, halkıyla ters düşmeyi marifet sayan sözde aydınlarımız, yanlı bir anlatımla yazdıkları için romanlarında kutupluluk yaratamamışlar. Bu şekilde yazmış olsalardı bu kadar tepki almazlardı..!
Öykümsü şiirler yazan Kalaycıoğlu, iyi bir okurun kendisini bulduğu ayrıntıları, seçtiği anlatım özelliğinden olacak ki az kullanmış. Sözcükleri yerli yerine koyarak ayrıntı ustalığı göstermiş. “evlenmeden önceki son yazımda görmüştüm üzüm gözlü küçük kızı. Onu ve anacığını… Yavaşça yanına yaklaşıp fısladım: ‘Lilyeva?’ Büyük bir şaşkınlık içinde gözlerini açtı. Evet, adı Lilyeva idi demek! Gözlerinden, önce şaşkınlık, sonra korku ve sonra küçük bir umut kıvılcımı kayıp gitti.” (s.143)
Osmanlı tarihini yazmaya çalışmanın zor bir iş olduğunu bilerek kolları sıvayan Funda Kalaycıoğlu, felsefenin bile veremeyeceği kadar bir güce sahip atasözünü, her yetmiş beş sayfada bir (0) kez kullanmış. ‘Fazla naz âşık usandırır.’ (s.47) ‘Umut fakirin ekmeğidir’ (s.247) Romanda bir de Arap atasözü kullanmış. ‘Vatan sevgisi imandan gelir!’ (s.37)
Yarattığı anlatı iklimiyle okuru etkilemesini bilen Kalaycıoğlu, çevresindekileri canlı gösteren betimlemeleri sayfada ortalama 6.3 (3.8) satır yapmış. ‘Arslan gibi oğullar verecek bu kız sana! Verimli toprak belli… Çatısı da pek geniş, pek uygun topaç gibi oğlanlar doğurmaya. Soyu sopu, yiğit erlerle, güzel ceylanlar misali kızcağızla dolu.’ (s.75) ‘Yılan gibi, yeşilimsi gri gözleriyle bana bakıyordu. Buz gibiydi gözleri… Ve içinde zalimliğin, öfkenin, gurur ve bencilliğin açıkla koyulu kıpırtıları vardı’ (s.127) Yazarlar, betimleme yaparken birazda ruh gözleriyle bakmalıdır.
Funda Kalaycıoğlu, yazıyı kuruluktan kurtaran, öyküye çarpıcılık verip onu motive eden mizahtan yararlanmamış. Anlatılan öykülerde dört beş kez gülüştüler demiş, okur bunu duyumsamıyor. Öykülerde anlatılanlar veya yaşanılan şeyleri okur da hissetmeli.
İç gözlemleri canlı tutan diyalogları, romanında az kullanan Kalaycıoğlu, bellekte kuşku uyandıran sorular yöneltmeyi seviyor. ‘Ne yapacaktım ben şimdi? Yarabbim! Ya rezil olursam ele güne? Ya uyanmazsa erkekliğim? Ya şimdiki gibi büzüş büzüş kalırsa sonsuza dek? Ya bir dölcük olsun tutturamazsam; bir torun olsun veremezsem babama, anama?’ (s.77) Soru deyimleri de yöneltmiş. ‘Neydi elimi kolumu bağlayan, yüreğimi böylesi daraltan?’ (s.180) ‘Deniz kudurup başımıza bir hal gelmeye?’ (s.182) Sayfada ortalama 2.2 (0.4) kez soru sormuş.
‘Adalı’nın aşk öyküsünü şiirle de dile getiren Kalaycıoğlu’nun iç tepmesiyle gelen çağrışımları sevdiği söylenemez. Her yüz elli bir sayfada bir (1) kez içmonolog yapmış, düşük bir oran. “Durmaksızın; ‘Bunu nasıl yapar?’ diye sanki kendi kendine konuşuyor” (s.87) “ ‘İşte böyle Adalı!’ demiştim kendi kendime” (s.178)
Türkçemiz deyimler bakımından dünyanın en zengin dilidir. ‘Etekleri zil çalmakta’ (s.38) ‘Gül kokusu burnunda tütmekteydi.’ (s.180) ‘Anlat, dök içini…’ (s.246) Zaman ve mekâna uygun deyimleri sayfada ortalama 1.1 (1.4) kez kullanmış.
İmgeyle bellekte resimler çizen Kalaycıoğlu, bir kanıt türü olan benzetmeyi sayfada ortalama 2.7 (1.4) kez yapmış. ‘Önümüzde nışadır sürülmüş beygir misali kaçarken’ (s.114) ‘kadırgalar suda çarpışan hantal tosbağalara dönmüştü.’ (s.95) ‘Develer gibi her cilvede dükkanı geçirmeyin başımıza.’ (s.14) Tamamı olmasa da zaman ve mekâna uygun benzetme yapmış. Şairlerin şiirlerinde kullandığı eğretilemeyi de sayfada ortalama 0.7 kez kullanmış. ‘üzüm gözleriyle bana bakmakta’ (s.160) ‘Cihanın Taht Şehri’ni ilk kez görmekte’ (s.94)
Varlıkların durumlarını gösteren sıfatlar, sayfada ortalama 5.2 (4) kez kullanılmış ‘üç yüz esire sırma cepkenler’ (s.94) ‘zülfikar kılıcı işlenmiş olan yeşil Kaptan – Deryalık sancağı’ (s.120) Zaman ve mekâna uygun sıfatlar.
Kullanıldığı yere anlam zenginliği katan pekiştirmeler sayfada ortalama 1.0 kez kullanılmış. ‘Kapkara, kömür kömür gözleri’ (s.70) ‘Sımsıcak, pırıl pırıldı gözleri…’ (s.230)
Bir sosyal bilim ustası gibi de yazan Funda Kalaycıoğlu, okur belleğinde çarpıcı çağrışımlar uyandıran imgeyi sayfada ortalama 6.9 (çok az ) kez kullanmış. Soluğu sözcük kabul eden kadın yazarlarımız parıltılı, alımlı ve çalımlı sözler yazmada üstün beceri gösterdiği gibi, yazın diline derinlik katan imgeyi de yüksek oranda kullanıyor. ‘Gönlü elvermemiştir yuvadan uçup gitmene.’ (s.20) ‘o zamanlardan yoluna baş koyduğunu…’ (s.39) ‘aklımdan kovmaya çalıştığım bir yüz belirdi gözümün önünde…’ (s.160)
Dilin anlatım gücüne katkı sağlayan ikilemeler, sayfada ortalama 1.4 (1.5) kez kullanılmış. ‘gözleri pırıl pırıl, şimşek şimşek parlamaktaydı.’ (s.165) ‘Uzun uzun, tatlı tatlı söyleşiyorduk.’ (s.227)
Konuşulan dil için terim üretilmiyorsa, o dil bir gün soyutlama ve düşünme aracı olmaktan çıkar. ‘hemen ardından Cülus ve Kılıç Kuşanma töreni’ (s.17) “Sonra birden ‘Avratpazarı’ çıktı karşıma.” (s.240) Sayfada ortalama 2.3 kez terim kullanılmış.
Yarattığı kurguyla aşkı trajediye dönüştüren Kalaycıoğlu, günümüz yazarlarının sıkça kullandığı montaj tekniğini her yüz bir sayfada bir kez kullanmış. “Peygamber Davud’un ‘Nehrin suları Rabbimin şehrine bolluk verir!’ sözüne göre Edirne halkını” (s.135) Yazar, yazıya işlevsellik kattığı gibi derinlik de veren ve yazının içinde süs gibi duran alıntıyı her elli sayfada bir kez yapmış. Sadece 28 dize şiir.
Rastlantısal bir kurgusu olan romanın son bölümü hariç, öykülere duygu yüklendiği söylenemez. Kalaycıoğlu, aşk iklimi veren diyalogları kullanmış, lirizmi doruklara taşıyan ve kendi kıyısına ılgım ılgım vuran hüzünden yararlanmış olsaydı, şaheser bir aşk romanı yaratabilirdi. Nabza göre şerbet vermemiş, aşk zayıf kalmış. * * * Bir Derya Öyküsü ‘Adalı’ / Funda Kalaycıoğlu / Remzi Kitabevi / 302 s. / / / Kütüphaneler hangi kültüre hizmet ediyor?.. Kentinizdeki kitap alım komisyonları kimin elinde?!.. Halkına ters düşmeyi marifet sananlar… Aydın geçinenler!.. İnsan oturduğu yerden aydın olabilir mi?!.. Beni öteki yapan kentimin, kültürde neden geri kaldığını şimdi daha iyi anlıyorum..!
* - Parantez içindeki bilgiler, İhsan Oktay Anar’ın ‘Amat’ romanının değerleri.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.