- 847 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR EVREN SÜRGÜNÜ OLARAK ŞAİR: SADIK TORAMAN’IN ŞİİRİ ÜZERİNE NOTLAR
BİR EVREN SÜRGÜNÜ OLARAK ŞAİR: SADIK TORAMAN’IN ŞİİRİ ÜZERİNE NOTLAR
Hölderlin, ‘Ekmek ve Şarap’ ağıdının bir dizesinde şöyle sormuştu: “Bilmem, hem, neye yarar ozanlar yoksunluk zamanında?”. İlhan Berk, “umudun elinden tutar şiir” demişti cevaben. Şiir kimi zaman da bir insanın elinden tutar ve onu kendi varoluşunu gerçekleştirmeye zorlar. Tıpkı ‘yoksun zamanlar’ın şairi olan Sadık Toraman gibi.
Nice zamandır şiiri kuran dil’in ‘varolan’dan ‘varlık’a geçişi mümkün kılan bir olanak olarak şairin mülkü olduğu söylenir. Öyle ya, çiçekten, kuştan, ceylandan söz edilirken, insanın doğadaki öteki varlıklardan farklı olarak; kim olduğunu anlatması, insanın kendi varlığına tanık olabilmesi için sahip olduğu bir olanağı sunar dil. Kendi varlığına dair hakikati yaşayan şair sahip olduğu dil üzerinden bir tarih tanıklığına yönelir. Sadık Toraman da yurt edindiği dil aracılığıyla bu tanıklığı gerçekleştirir.
O’nun şiiri her şeyden önce onulmaz zıtlıklar, baş edilmez çelişkiler, güçlü karşıtlıklar dolayımında kurulur. Bu zor ikilemleri, şair kendi iradesinde diyalektik bir çözüme kavuşturmayı başarabiliyor. Bu çözüm, şiirin ‘yoksunluk zamanları’ında benliklere taşıyacağı umudu içinde barındırıyor her defasında. “Acıyı okşadın mı hiç / sana acıması için” dizesinde olduğu gibi, karşıtlığı kendi karşıtının karşısına koyarak bir uzlaşıma sokabilmektedir. Bu nedenle, “gecenin Leyla’sı / gündüzün Mecnun’u” dur O. Çelişkileri kendi karşıtlıklarıyla bir uzlaşıma sokma çabası gücünü şiirin kimi durumlarda omurgasını oluşturan doğa tanrıcılık anlayışının özüne dayanıyor açık ki. Çünkü bu şiir doğaya insan özelliklerini yüklerken; çoğu zaman insanın kendisine de doğa özelliklerini yüklemektedir. “İnat ediyor ve yağıyor yağmur / bir ağaç altında kelimeler sırılsıklam” dizelerinde okunduğu şekliyle bu ‘evren ruhu anlayışı’ şiire içkin bir özellik olarak sürekli karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden, doğurgan doğa şairin “Bir salkım özlemeye bir bağ yeşerir koynumda” demesinde olduğu gibi hep ‘nar’ gibi çoğalmayı, patlamayı anlatır. Ve “Bulutların arkasına gizlenmiş ürkek rüzgarın” yanında “Ay yine bir çocuk tebessümünde” görünür bize.
Toplumcu tavrın bireyci bir eğilimle bir arada hissedildiği; toplumsallığın kolaylıkla bireysel bir düzleme evrildiği, toplumcu damar yanında bireysel yönün ezilmediği bir şair duruşu karşısındayız: “Hem seni severken / serçelere ekmekte atabilmeli” derken yaşam ve varoluş birlikteliği güçlü bir kurguyla sunulabiliyor okura. “Çukurova’da pamuk toplarım kendi yaralarıma” dizelerindeki gibi işçi duyarlılığının bütün saflığıyla ortaya çıktığı bir duyuşla karşılaşırız. Sadık Toraman’ın şiir dünyasında bize betimlediği günümüz toplumsal yaşamı, “Ucuz bir resim gibi artık hayat”tır ve “Dostluğun faiz oranı sıfır” dır. Sokak çocukları, “Tükürülen bir çöp bidonunun içinde umutlarım” derlerken; “Derin mevzulara dalmış köşe yazarları / her gece ise üzeri gazete ile kapatılmış cesetler” vardır sokaklarda, ve yine çünkü; “Aç karnına kurşun yemek”teler dünyanın lanetlileri bu yaşamda.
Uzlaşmaz karşıtlıkların şairi kimi zaman bu zıtlıkları can acıtan bir kara mizah ile birlikte ortaya koyar. Bu nedenle Sadık Toraman’ın şiirinde ironiyi çoğu yerde ustaca kullandığını görüyoruz: “Ayrılık çiçekleri satılıyor sepet sepet / vazolar bomboş ve kırık”tır oysa. “Bir kahve fincanın / kırk yıl hatırı vardı borç defterinde”. Ya da, “Seni kahpe kurşuna sıktım / ölmedin yine içimdesin” dediği gibi. ‘Kırık Kalemler Sınıfı’nın öğrencisi olan çocuklar “İçimde çalardı okulun zili / sınıfta kalmıştı yine gözlerim” diyerek itiraz ederlerdi bu ‘öğrenim’ oyununa. Ve çünkü bu oyunda “Karlı yollar…/ üşüyen eller…/ ve yırtık ayakkabılardı yine cahil kalan”. Şair kendi içinde bulunduğu durumu ve ruh halini de kimi zaman iç acıtıcı bir mizahla, “Yalnızlığımı üstüme örtüp yatardım”, bazen de “Evraklarım eksik sevmeye” dediğinde olduğu gibi yumuşak bir tebessüm duygusu içinde dillendirir.
Şair ait olduğu coğrafyaya dair güçlü imgelerin olduğu dizeler üretiyor. Büyüdüğü Silvan ‘mezarlara sığmayan çocuklar kenti’dir. Bu ‘yasak ülke’de “Dağların heybetinden kaçar kartallar” ve “Düşmez ihanetin gölgesi göçebe yaşamlarımıza” bu topraklarda. Burası emeğin bedeli için destansı bir çaba gösterilen bir yerdir aynı zamanda: “Güneşi terletirdik buğday tarlalarında”. Ve elbette ’33 Kelebek Sol Yanımda’yken, yaslı tarih bir kez de şairin dizelerinde dile gelir: “Vuruldu tarihim köstekli saatimde katlettiler beni / gözlerimi yıkayan dağlarımızda düştü boynum”. Bir kez daha şair umudu doğaya yükler; ama doğaya direnerek-direnenlerle birlikte zulümle hesaplaşır: “İki bot izi bir bağcık şahitti toprağın suskunluğuna / dişledim toprağın uyuyan damarlarını 33 dişimle”. Ve son kertede şair kendi yazma uğraşısının hiç bitmeyeceğinin haberini verir bize; “Daha da bitmez kelimelerim tarih yas tutana kadar” diyerek.
Ressam Ali Asker Bal
Eylül’2010, Sivas
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.