- 882 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ZENGİN BÖREĞİ
ZENGİN BÖREĞİ
Keresteci Necmi, sırtını granit kayanın dibindeki tek zeytin ağacına yaslamış göbeğine oturttuğu orta boy tencereden karışık dolmaları, arka arkasına atıştırıyordu. Emlakçi Seyfi, gözlerini olta attığı yerden çekerek;
“Necmi, beslenmeğe erken başladın be adamım. Çok yeme. Öğlene kırk dört numara ayakkabı gibi çipura tutacağım sana. Mangalı ateşlemeye koyul.
İki dolma arası nefeslenen Necmi:
“Vallahi Seyfi’m, senin tutacağın kırk dört numara balığını bekleyemem yavrum. Gözüm o biçim karardı. Azıcık üstünden atıştırayım. Yoksa kan şekerim düşer. Başınıza bela olurum. Bilir misin, canına yandığım dolmayı da tencereden yiyeceksin ki, tadını alasın. Parmakların yağına aha böyle kına gibi bulanacak.”
“Necmiii, ben sen göz karamalarını değil gözün kızmalarını bilirim. Bak yengeye söz verdim. Göz kulak olacağım diye. Başına bir iş gelirse hesabını benden sorar.”
“Sıkma canını Seyfi’m, bendeki mide sizin saat ceplerine benzemez. Yavrum alay davulu. Kolayına dolmaz. Farkındaysan yemiyorum. Sadece atıştırıyorum.”
“Adamım sen atıştırmıyor, tıkınıyorsun.”
“Boş ver be koçum. Nasıl olsa aramızda bir doktor bir de veteriner var. Gerekirse çaresine bakarlar.”
Veteriner Hüseyin,
“Estağfurullah Necmi Bey, beni bu işe karıştırma. Âdemoğlu konum dışı. Uzmanlık alanım büyük başlar.”
“Sıkma canını Hüseyin Bey’im, dombay da onlardan sayılmaz mı?”
Orada bulunanlar kahkahayı bastılar.
“Bu kadarcık dolma benim neyime. Asıl arabanın arkasındakileri indireyim de siz görün. Bizim hanım bütün gece çalıştı. Ama sucuk köfte yüzde yüz benim. Formülü, imalatı bana ait. Bu işten anladığımı yiyince karar vereceksiniz. Etinde tek bir sinir bulamazsınız. Toy gençliğimde kasabın yanında çalışmışlığım vardır. Kan tutar hayvan kesemem ama işlemesini iyi yaparım. Hoş bilen bilir bu odun işinde dikiş tutturuncaya kadar girmediğim iş mi kalmıştı.”
Oltayı boş çeken Nedim Bey bozuldu. Yeniden yemlerken yerinden kalkıp arkalarına tencere bırakan Necmi’yi de izledi.
“Beyler, vallahi bizim hanım doğma buralı. Aslı nesli Antepli. Hanımın olduğu için söylemiyorum. Güzel yemek yapar. Eli lezzetlidir. Yaptığı ezmeli tike kebabından şiveydizden, loğlazlı pilavından bir yeseniz… Size kendi usulü karışık dolma yapmış. Dolma değil lokum. Eli, mizam terazisi mübareğin. İçine ne korsa denk düşürür. Malzemesini özenle seçer. Patlıcanlar neyse de ille soğanla salatalıklar. Firikli acur dolmasından mutlaka tadın. Tencereyi kafanıza geçirmezseniz ben buradayım. Ben çok acı yediğimden sizinkini karar yaptı. Kendi payımı yedim. Sizinki ayniyle durmada. Aha buraya bırakıyorum. Çerez niyetine gelip gidip atıştırın. Yemezseniz pişman olursunuz vallahi.”
“Görünen köy kılavuz neylesin. Sonuç ortada Necmi. Yengeyi bana anlatma.”
Emlakçi Seyfi, arabadan yenilerini almaya giden Necmi’nin yokluğundan yararlanarak:
“Nedim Bey, siz buralarda yeni sayılırsınız. Günü bilirsiniz. Necmi ve ben ta çocukluktan arkadaşız. Kaba görünüşüne çok kişi aldanır. Aslında gizliden yardımsever, ince adamdır. Pisboğazlığı olmasa dünya iyisi de. Onun da zararı kendine. Yemesi kadar yedirmesini de sever. Bakmayın şimdilerdeki durumuna. Zamanında çok aç kaldığından gözü açtır. Ondan yer doymaz.
Necmi, arabanın arkasından içleri dolu iki büyük zembil bir de koltuk altına kıstırdığı kocaman bir kutuyla geldi. Kutuyu koklayıp yere bırakırken:
“Beyler, şu mübareğin kokusu var ya insanı deli eder. İki şeye dayanamam Seyfi’m, bilmez değilsin…”
“Ben bilirimde Necmi utanma söyle arkadaşlar da duysun. Şunun şurasında zaman geçiriyoruz.”
“Söylerim ya n’olcak. Vakti zamanında dansöz köçek takımına… Boş ver nasıl olsa artık oğul uşak büyüdü. Bizde çaptan düştük. Şimdi kala kala börek kokusuna kaldık.
Büyük Allah, insana hepsini birden vermiyor. Neylersin saç kıvama geldi bizde hamur tükendi. Şimdiki çarık zamanında olacaktı ki... Bu zamandan sonra ancak mide doldurulur.”
“Onu da bulamayanları var. “Şükür”demesini bilsene.”
Seyfi’nin uyarısına yanıt, dikkatini attığı oltalardan çeken Noter Hayri ‘den geldi.
“Ne şükürü ya! Gökten yağmadı ya. Adam, zamanında eşek gibi çalışıp kazandı.”
Necmi, kendisi için konuşmalara onay vermek yerine:
“Buyurun beyler, şu açma böreklerden bir tane atıştırın. Bunlar sizin bilmediklerinizden. Pirinçli, şekerli peynir böreği. İkincisini istemezseniz bende şu kayanın üstüne çıkar… Aman etmeyin beni oraya çıkarmayın…”
Noter Hayri, Necmi’nin ikram ettiği börekten bir dilim aldı. İlk ısırığın arkasından:
“Beyler farkında mısınız bilmem. Bizim toplumumuzun marazı. Her zenginin mutlaka fırsat düştüğünde anlatmaktan keyif aldığı fakirlik hikâyesi vardır. Ben anlatılana değil anlatanlara kılım. Hele o kıtlık kırış günleri yaşamışlara… Bunları unutturmamak için bildiklerimizi et tekrarı ahsen, velev kare yüz seksen etmeleri yok mu? Kıl olurum.”
Seyfi, lafa karıştı.
“Biliriz Noterim boşuna sana “Kıl Hayri” demiyorlar. Noter onaylı lakabın ananın ak sütü gibi helal olsun.”
İkinci gürültülü kahkaha koptu.
Hayri, hiç alınmadı Üç cümlesinden birinin sonu, “kıl olurumla bittiğini kendi de farkındaydı zaten. Başladığı konuşmasını tamamlamak için:
“Hiç tanıdıkları olmasa bile illa nasihat verecek, kendi doğrularını tarihi olaylara dayandırarak kanıtlayacak. Yedi kat eli hop birinci derece yakın evlat kardeş yeğen yaparlar ki daha bir etkili olsun. Hele de o girişlerine elindeyse kıl olma.
Sanki bizim bir elimiz yağda öteki balda büyüdük. Peri kızının sihirli değneği kilerlerden mutfaklardan çıkmazdı. Yoksulluk yokluk belası ne zaman insanlardan uzak oldu. Ambar kiler, sandık sele lebalep doluydu. Hele de bu düzen bu yönetin bu ekonomide. Ama adam konuşur.
“Ah, ah! Siz bilmezsiniz ne günlerdi onlarrrr. Şimdi siz var ya siz, kuyruğunuzla koz atıyorsunuz. Şimdi utanmadan Allah’ın verdiği nimeti burunlar onu yemem bu sevmem diyerekten tantana yaparsınız.”
“Bilir misiniz, karnı aç olanın gözü açtır. Önce göz doyacak ki... Sonra sıra karına gele... Şimdiki nesil padişah sofralarına oturan nimet azgını. Zamanında ölüye kefen bulunmazdı.”
“Kıçında ikinci donu olan parmakla gösterilirdi. Gece yıkanır sabaha kururdu. Bizim köyde tek kundura vardı. Bütün damat olanlar hep onu giyerdi. Portakal kabuğunu bulduğumuzda esans yerine oramıza buramıza sürerdik.”
“Bu nimet azgını, şükürsüz nesil, kuru üzümle çay içmediler ki bir topak şekerin kadrini bile… Şimdiki gibi sabah kahvaltısında çeşit peynirler sayısız reçeller türlü zeytinler nerde? Keşi bulursan düğün bayramın. Çorbayı bulan kendini Kral Faruk sayar. Sabah bulgur, öğle akşam bulgur… “
“ Açlık nedir bilir misiniz? İnsana süpürge tohumunu yedirir”
Elimde değil, bunları konuşanlara kılım ya arkadaş…”
Hayri, siyaset, ekonomik düzen din… gibi konular açılmağa görsün kendini dağıtır. Bu huyunu bilen üç oltasını atmış beklemede olan Veteriner Hüseyin Hayri‘ye:
“Hayri Bey, bir söz söyledin çok hoşuma gitti ağır’ tekrarlasan ya.”
Seyfi Bey, Hayri’den önce atladı.
“Hüseyin Beyim Hayri de alengirli laf dirhemle değil tonla.”
“Tekrarla ilgili olan.”
“Et tekrarı ahsen, velev kare yüz seksen.”
“Tamam, işte bu. Anlamını az biraz çıkardım. ”
Doktor Nedim Bey, ilk böreği bitirmiş ikincisini almağa giderken:
“Ya arkadaşlar vallahi Necmi Bey övmekte haklı. Yengenin böreği de adeta bizim zengin böreği gibi olmuş.”
Hüseyin Bey, doktorun yanında yer aldı.
“Yalan değil vallahi zengin mi fakir mi orasını ayırt edemem de yengenin eline sağlık pek bir lezzetli olmuş. İnsanın yedikçe yiyesi geliyor. Aslında ben karbonhidrat grubundan olan börek seven biri değilimdir.”
Hayri Bey,
“Yemek içmek işlerinden pek anlamam ama böyle bir börek var mı arkadaşlar? Benim bildiğim kıymalı, peynirli, patatesli, ıspanaklı. Patatesli yapanı alnının ortasından domdom kurşunuyla vururum. Patatese kılım vallahi. Elimde değil.”
Seyfi Bey:
“E birader seninde kıl tüy olmadığın ne var ki. Diline sağlık. Garip patateste kısmetini aldı. Sahi Doktorum, senin söylediğin böyle bir börek var mı?”
“Olmaz olur mu, var tabii.”
“Hadi canım olmaz böyle. Materyalist felsefenin işi gücü yok da aslı hamur olan bu kofti nesneyle mi uğraşacak. Sosyal ayrımcılığı börek gibi banal bir nesnede yapanlara gel de kıl tüy olma.”
“Arkadaşlar, yalnız bu olay nesnel değil öznel. Şimdi anladınız mı?”
“Eh biraz tahmin ettik.”
“Zengin böreği adıyla anılan, yemek kültürüne gastromi literatürüne geçmişliliği yok tabi. Bizim çocukluğumuzda kız kardeşimin koyduğu türün adı böyleydi. Hayri Bey kıl olacak ama bu börek hikâyesinde bizin yoksulluk günlerimiz vardır.”
Hayri, kıymalıdan ısırdığı büyük lokmanın arkasından
“Yapma doktor sen de mi? Buna hiç inanmam işte. İnsanı aptal yerine koyan yazma hikâyelere de kıl olurum bilesin.”
“İnan, istersen yarın bürona benim familyayı toplayıp getireyim. Senin huzurunda onaylı belge imzalayalım.”
“O kadarda değil.”
Amatör balıkçılar oltalarını bırakıp Necmi’nin sandalın içine bıraktığı börek kutusunun başında toplandılar. Gün tepeye tırmanmıştı. Sadece Necmi, ağacın altında elindeki kutudan besleniyordu. Hayri dışında bütün gözler Doktor Nedim’e yönelikti.
“Anlasana doktorum.”
“Olur, mu ya?”
“Olur, olur. Yengenin bohçasından beslenirken bal gibi olur.”
“Hayri Bey, bak ucundan kıyısından fakirlik hikâyesi bu.”
“Doktorum kıl tüy dediysen kural bozanlar var. Yalnız. Necmi, haklıymış. Zeytinli ve lorlunun tadı da fevkalade.”
Gözlerini kutudan çeken Necmi:
“Noterim bizim kaşık düşmanı duymasın ortalığı dağıtır. Babasına laf söyletir de pişirdiğine söyletmez. Onun içindeki içine şeker katılmış özel bir Antep peyniri var. Bu kutularda olanlarda maş piyazı ile loğlaz piyazı.”
“Antep mutfağını tattıran yengeye ayıp olmasın. Pardon lorlu değil şekerli peynir. Doktorum, muhabbeti bölene de kıl olurum. Anasını satayım bu sefer kendime kıl oldum ne olacaksa…”
Kıl Hayri’nin bu sözüne hepsinden fazla güldüler.
“Şimdi arkadaşlar bundan aşağı yukarı kırk yıl öncesi. 1960’lı yılların sonları. Babam küçük bir memur ama uyanık. Bizler birer ikişer yaş arayla doğmuş tam beş tane oğlan. Anam takmış illa yaşım geçmeden kız yapacağım diye. Ta ki altıncıda bizim bacıyı buluncaya kadar…
Babam, ufak memur maaşına güvenip bu altı çocuk okuyacaklar diye yükledi göçü attı bizi şehir yerine. Altı tane gelişmekte olan çocuk. Anamın övün zamanı bulgurdan bulamaçtan sofraya ne getireceğim diye feleği şaşıyor. Bulgurdan bu kadar çeşit yemek yapılır mı? Vallahi benin güzel anam yapardı. Öyle yemek olmasa uydururdu. Hatta o ilk geldiğimiz yıl, yıllık bulgur stokunu tamamlamak için çiçekli çeyiz kilimlerini satmıştı.
Tuttuğumuz ev, şehrin dışında deniz kenarına yakın. Konu komşumuz fakir balıkçılar. Bizim gibi bu işi keyif için yapmıyorlar. Hepsi nafaka peşinde. Gece yarısı işe çıkar gündüz uyurlar. Kıt kanaat geçinirler. Komşuluk ilişkileri var da faydasız. Ara sıra balık gönderseler de kulak asma. Balık mezadında satılsa para getirmeyecek kılçıklı kaya ya da lidaki… Eve misafir gelecek de kırk yılın başı iyi bir yemek yapılacak. Sıkmayalım sizi. Gelişimizin ikinci yılıydı. Bizim oturduğumuz evin yanındaki ev satılığa çıktı. Öyle ahım şahım değildi. Yalnız ev geniş, bahçesi büyük. Tam bize göre. Annemin kira evinde oturmaktan, elin pasaklılarını temizlemekten canı çıkmış. Bu eve gizliden göz öldürdüğü de ortaya çıktı. “Şunu satarız, şundan alırız, denkleştiririz ” dediyse de babam dinlemedi. Kararı karar.
“En iyi yatırım insana yapılandır hanım. Bu çocukları biz yaptık. Okutup bir yerlere getirmek anne baba olaraktan boyun borcu. Hepsini yetiştirmeden değil ev, ikinci ot süpürgeyi bile almam bilesin. Bizim çocuklarımız arayan değil aranan olacaklar.”deyip anamı susturdu. Derken dibimizdeki bu evi yaşlıca karı koca aldı. Annem:
“Bu insanların kumaşları burada oturacak cinsten değil. Aha şuraya yazıyorum. Bunlar zengin. Bu yazı yabanı beğenmez, kısa zamanda savuşurlar. Hadi hayırlısı,” dedi. Hani evde gözü kaldı ya…”
Emlakçi Seyfi heyecanlandı. O an söylemese akılındakini unutacak gibi eliyle koluyla garip işaretler yaparak doktorun sözünü kesti.
“Doktorum orada bir saniye dur. Yoksa o ev, hani tanışmamıza neden, benden beş yıl önce hiç pazarlık yapmadan aldığınız o ev midir?”
“Aynen. Kardeşler aramızda birleştik. Ortak olaraktan…”
“Yok ya, çok hakikatli çocuklarmışsınız doğrusu… Ne mutlu o anne ve babaya…”
“Öyle demeyin, onlara bu ev ne ki? Dünyaları versek acaba haklarını ödeyebilir miyiz?”
“Vay be, elde ne evlatlar var. Bak işte buna kıl tüy olunmaz .”
Doktor Nedim, konuda fazla konuşmak istemedi. Asıl konuya geldi.
“Neyse Annemin alamadığı evden dolayı yeni komşularla zıtlaşacağı beklenirken çok iyi anlaştı. Gelenler olgun yaşta çocuksuz. Bizleri çok sevdiler. Komşu hanım cömert. Pişirdiğinden taşırdığında tattırmasıza içine sinmiyor. Allah razı olsun halden anlayan insan kadın. Getirdiğini çocuk kalabalığını düşünerek getirir.
Kız kardeşimiz daha beş yaşında. Konuşulanları duyuyor, kendince yorumluyor. Komşu hanımın pasta börek cinsinden bir şeyler getirdiği zamanlar deli oluyor. Heyecanla bizim olduğumuz odaya dalıp gelenin müjdesini veriyor. O günde aynısı oldu. Büyük tabakta gelen böreğin üstündeki dilimi kapıp yanımıza koştu. İçindeki bol kıymalarına bakaraktan parlamış gözlerle bağırdı:
“Abiler, komşu teyze bi dolu börek getirdi Ama bu bildik değil. Zengin böreği. İçi kıyma dolu. Hepinize yetecek.”
İşte bizim evde hatta kardeşlerimin evlerinde o gün bu gün harcı bol kıymalı böreğin adı ZENGİN BÖREĞİ dir.”
“Unlu mamullerle arası olmayan benim bile canım çekti. Vallahi öyle bir anlattın ki… Necmi, adamım, börek kutusun gönder bu yana. Tanışalım bakalım.
“Kaldıysa.”
“Nah kaldı. Demin doktor anlatırken Necmi kıymalarını bile topladı.”
“Yuh sana ya. Yuh! Bir gün çatlayacaksın aha ben Size…”
“Atın ölümü arpadan olsun.”
“Öylede olacak sanırım. Ne oldu sana morarıyorsun.”
“Sahi bir garip oldum ben. Gerildim, kaskatı kaldım. Nefes alamıyorum.”
Emlakçi Seyfi telaşlandı.
“Necmi ben sana ne diyem ki… Elindeki üzüm çıngılını bırak ta uzan şöyle be adam!”
“Uzanamam Seyfi’m. Hareket edemiyorum.”
Necmi, son bir gayretle başladığı cümlesini tamamlayamadı.
“Ye… Ye dek bö…”
“Ne yedi bu adam?”
Kıl Hayri,
“Öyle deme, ne yemedi de.”
“Tıkandı.”
“Maden suyu soda yetiştirelim. Adam hücceten gidiyor.”
Kıl Hayri:
“Hüccceten değil pisboğazı uğruna gidiyor. Baksanıza soda geri dönüyor. Deşilmiş gibi tatlısından tuzlusundan demeden hiç ara vermeden tam iki saat boyunca …”
Nedim Bey, katılaşmış adamın karın bölgesini eliyle yokladı.
“Karın bölgesi taş gibi. Batında hiç hareket yok…”
Nedim Bey, kabahatin büyüğü bende. Siz hikâyenizi anlatırken… Dikkat edemedim. Huyunu bilmiyor gibi. O ara bu obur pezevenk… Afı küfü… Bana ağzımı bozdurdu. Yenge defalarca uyardı. Sorumluluk bendeydi, kabahat ondan çok bende…
“Hepimiz buradaydık Seyfi Bey. Kendinizi suçlamayın. Kocaman, aklı başında adam bu sonuçta.”
“Aklı başında değil doktorum, aklı boğaz deliğinde.”
“Necmi’m, şaka yapmıyorsun değil mi? Kalk biraz hareket edelim.”
Kendini biraz toparlayan Necmi ciddileşmişti.
“Edemem Seyfi, zaten zor nefes almaktayım. Sen hakkını helal et. Evlad-ıyal artık sana emanet.”
Hayri;
“Ay adam gerçekten gidici galiba. Baksana enikonu helallik alıp vasiyetini yapıyor.”
Veteriner Hüseyin Bey;
“Şimdi Necmi’ye ayıp olacak ama bu olaya hayvanlarda da görülür. Halk arasında buna yemleme denir.”
“Ne ayıbı veteriner Bey, kendine dombay diyen adamım asıl doktoru sensin.”
“Çaresi? “
“Biraz bekleyeceğiz. Doktorun dediği gibi bağırsakların rutin hareketi durmuş. Onların kendine özgü hareketi vardır. Olmadı müdahale… Öyle değil mi doktorcuğum.”
“Aynen size katılıyorum. Aynı anatomi.”
Emlakçi Seyfi panikledi.
“Yani hastanede bizimkinin partını mı deşecekler ?”
“Tam değil de onun benzeri bir işlem.”
Nedim Bey,
“Kalbi sıkıştırma olasılığı fazla. Hiç beklemeyelim en yakın hastaneye götürelim. Yanında ben giderim. Yalnız bu haliyle hangi arabaya sığar?112 ‘ye çağrı yapsak bile az kişinin bildiği bu koyu buluncaya kadar. ”
“Beklemeyelim .”
“İyi ama nasıl?”
“Elbette kendi arabasına.”
Seyfi Bey panik içindeydi.
“Bir gün başına gelecekti vallahi. Hep korkuyordum zati. Adam balığa deyip peşimize takıldı. Oltasını arabadan çıkarmadı bile.”
Noter Hayri;
“Gel de kıl olma arkadaş. İnsanın kendine yaptığı kötülüğü dokuz düşman bir araya gelse yapamazmış. İnsanın akılsızsına gel de kıl olma.”
“Bak bu sefer kıl tüy olmakta haklısın. Bir kutu dolusu böreği tek başına
“Sade o olsa neyse… ”
“Onu bunu bırakın şaka değil. Bir doktor, bir veterinerin birde noterin önünde adam zengin böreği uğruna vallahi gidiyor…”
Sinirden kızarmış Seyfi:
“Bu adam var ya bu adamı kendisinden iyi ben tanırım. Bu var ya bu, Nazi kampı gibi sıkı denetlenen zayıflama merkezine kaçak yiyecek sokmuş adamdır. Her daim zulasının olacağı kesindir. Pisboğazın sarsıntıdan ayılıp yeniden yemeğe devam etmeyeceğine hiç garanti veremem.”
“O kadarda değil diyemem. Ama benim bildiğim kaçıncı vukuatı bu. Korkmayın bu pisboğaz, buna da dayanır. Yinede ne olur ne olmaz. Tezden hastaneye taşıyalım.”
Dört bacak edilmiş yüz kırk kiloluk koca lenduhayı arabaya taşımadan önce Seyfi, “bir dakika “deyip arabaya atladı. Kucağında yeni bir yiyecek kutusuyla geri döndü. Kutunun kapağını kaldırdı.
“E be birader şimdi bu yaptığın nedir senin hı.”
Elindeki olduğu gibi kabı çöpe fırlatırkent;
“Arkadaşlar Necmi’nin demin söylemek isteyip de söyleyemediğini şimdi anladım. Yedekte bir kutu daha zengin böreği var demek istiyormuş.”
YORUMLAR
güzel bir anlatım
hele antep yemekleri bölümü harika
gerçektende bütün yemekleri çok güzeldir antebin
kutlarım yazarı
saygılarımla
atiye tümüklü
Selam ve saygılarımı iletirim.
ATİYE GÜNER TÜMÜKLÜ