- 846 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ER/GENE/KON'DAN ÇIKIŞ
Platon devleti anlatırken, vatandaşları şöyle görevlendirmişti:
-Yönetenler. (politikacılar)
-Koruyanlar. (askerler)
-Hizmet edenler. (Bürokratlar, memurlar, işçiler)
-Besleyenler. (Tüccarlar, çiftçiler…)
Bizim platon gibi filozoflarımız olmadı.
Yönetenlerimiz aynı zamanda koruyanlarımızdı çoğu kez. Hala anayasamızda cumhurbaşkanı başkomutandır.
Osmanlıda da -zaman zaman aksamalara rağmen- böyle olmuş. Kuruluşu savaşçılar yapmış. Belki devir öyle gerektiriyordu.
Pad-i Şah unvanını almış Osmanlı hakanı. Bu sözcük Türkçe değil. Zaten Osmanlı hanedanı kuruluştan kısa süre sonra Türklüğü göz ardı etmiş.
Sarayın yapısı ve endişeleri, Osmanlı, ordusunun şimdiki Türk Silahlı Kuvvetleri gibi tek elde toplanmasını önleyerek, bir yerde kendini emniyete almak istemiş olmalı. Tıpkı din liderliği sayılan halifeliği bünyesine alarak; güç, yaygınlık ve yönetim kolaylığı sağlaması gibi.
Ne garip gelir şimdi bize, birkaç Türk Silahlı Kuvvetleri olması.
Devlet içindeki güç odakları arasında dengeleri sağlayarak, gerektiğinde birbirine karşı kullanarak saltanat sürüldü 6 yüzyıldan fazla. Yine de şanlı tarihimizde önemli bir dönemdir bu.
Ne yazık ki, halk ötelenmiş, sistemin en alt kademesinde görülerek, dağa-bayıra-kıra terk edilmiş, yönetimin dışına itilmiş; dini söylemle kontrol altında tutulmuş.
İşte eksik olan budur. Bugünlerin sıkıntıları bundan kaynaklanır.
Son yüzyılda neler oldu?
1900ler:
Sarayın çivisi çıktı. Askerler başkomutanlarına güvenmez oldu. Saray gene savaşçılarını bölerek vaziyeti kurtarmak istedi.
1910lar:
Dünya savaşı, kurtuluş savaşı.
Platon’un yöneticileriyle koruyanları şaşırdı kaldı. İmparatorluğun adam yerine koymadığı halk başının çaresine bakmak zorunda kaldı. Çok sıkıntılar çekildi.
1920ler:
Yeni devlet kuruldu. Sil baştan devrimler yapıldı.
Eğitimli ve azimli insanlar savaşlarda şehit verilince, devlet yönetimini, sağ kalan az sayıda savaşçı ve deneyimsiz kırsal kesim insanı yüklendi.
1930lar:
Toparlanma, pekişme, kalkınma dönemi. Atatürk rüzgarı uçuruyordu.
1940lar:
Dünya savaşı. Korku, panik, savaş hazırlığı-yokluk. Yiyecek-giyecek ne varsa kara gün yani savaş için stoklandı. Hayatta kalmak, günü gün etmekten önemliydi. Başkomutan eski bir savaşçıydı.
Osmanlının yıkılışında, kurtuluş savaşlarında ve devrimlerde etkinliğini yitiren odakların eskiye özleminin depreşmesi, kıpırdanmaları etkili olmaya başladı.
1950ler:
İki kutuplu soğuk savaş, küresel egemenlik savaşı. Amerika ve Rusya’nın cephe kapma yarışı.
Bizde, yönetimin başında ve de başkomutanlıkta asker olmayan ama kurtuluş savaşı yıllarını bilen biri var.
Kapitalist Amerika erken davrandı. Komünist Rusya’nın burnunun dibindeki Türkiye’yi kazanmak için kolları sıvadı. Truman doktrini paralelinde Marshal planını devreye soktu. Daldı Türkiye’nin içerlerine, açtı kesenin ağzını. Kazandı da. Çünkü hoşumuza gitmişti. İkinci dünya savaşındaki korku ve yokluk yıllarının ardından rahatlatmıştı. Üstelik tek parti yönetiminin keyfiliklerinden mağdur olan kesimlerin memnuniyeti vardı.
Komünistliğin, korkunç bir bela olarak beşikteki çocuğun bile damarlarına zerk edilişi bu dönemde hızlandı.
1950-1960 arasındaki lale devrinin asıl sebebi Amerikan desteğidir.
Amerikan işidir yani. Kimse sahiplenmesin. Kimse kimseyi yok yere göklere çıkarmasın.
1960lar, 1970ler, 1980ler:
Başkomutanlar eski askerden seçildi.
Hükümetlerde istikrarsızlık, kararsızlık, basiretsizlik öne çıktı sürekli. Kurtuluş ve kuruluş savaşlarını kazanan kuşak çekildi, öldü gitti. Yeniler bocaladı. Çok hatalar yapıldı. Asker zaman zaman sahaya indi. Neden indi. İnmek zorunda mıydı. İnmese ne olurdu. Buna yanıt ararken tarafsız tarihi iyi incelemek gerekir.
1990lar ve sonrası:
Asker kökenli olmayan kişiler devlet başkanı yani başkomutan oldu. Askerin, Türk tarihi boyunca geleneğinde olan devlet yönetiminde söz sahibi olması devre dışı bırakıldı. Çağdaşlaşma, Platon’un görev bölümüne yaklaşma özlemleri belirdi.
Ama çok ciddi bir sorun vardı:
Sivil yöneticiler, ülkenin ve halkın yüce çıkarlarına, geleceğine, iyiliğine, bekasına bütün benlikleriyle kendilerini adayamıyorlardı.
Oysa tek rehber ve örnek Atatürk bunu yaparak başarmıştı. Askerler ve vatansever bazı aydınlar buna kafayı taktı.
Gerçek bu muydu, yoksa yanılıyorlar mıydı, bilebilmek için tarafsız tarihi inceleyerek öğrenmek gerek.
Milli ordu Osmanlının sonunda Alman ve Nato’yla birlikte Amerikan sistemine yaklaştı. Amerikan sistemi ve desteği etkili oldu. Amerika subaylarımız tarafından sevilir oldu.
1980 den sonra her ne olduysa,(ki bilenler bilir), ordumuzda amansız bir Amerikan aleyhtarlığı yükselmeye başladı.
Amerika ne yapıyordu, hangi planlarıyla T.C.nin kuyusunu kazıyordu. Bunun için kimlerle işbirliği yapıyordu.
Yoksa Amerika’nın yaptığı planlarda T.C. yöneticileri etkin rol oynayarak, bu planların T.C. zararına değil de yararına işlemesini sağlama basiretini gösteremiyorlar mıydı.
Acaba Amerika, ordudaki komutanların yükselişine ve de siyasi iktidarın oluşumuna müdahale mi ediyordu.
Yoksa Türk ordusunun Amerikan karşıtı kadrolarının tasfiyesi mi gerekiyordu.
Yoksa Türk ordusunun, statikoculuğunu yenemeyen, onu çağın gerektirdiği mihvere yerleştirme basiretini gösteremeyen kadrolarının tavsiyesi mi gerekiyordu.
Bir de, düşünmesi bile insanı ürperten saçmalık aklıma takılıyor:
Acaba başka bir devlet veya devletler, içimizdeki cahil ama etkili odaklarla işbirliği yapıp, T.C. nin güç merkezlerini eriterek, bulunduğumuz coğrafyada kendi emellerine ulaşma çabası içinde midir.
Ama BU ÜLKE İNSANI öyle kolay lokma değil ki.
Bu ülke insanında;
Sümer’sen, Asur’dan, Akad’dan, Hitit’ten, Firik’ten, Kafkaslardan, Asya steplerinden, Balkanlardan süzülüp gelen ruh var.
Bu ülke insanı;
Onlarca inancı, onlarca etnik kökeni harmanlayarak devlet olunabileceği bilincine varmıştır.
Bu ülke insanı;
Ayrımcılığın paylaşımda ortaya çıktığını görüyor.
Bu ülke insanı;
Paylaşımdaki dengesizliğin kaldırılması, ortak amacın benimsenmesi ve insan ortak paydasında bileşilmesinin; etkili devlet ve mutlu birey için, ana koşullar olduğunu biliyor.
büyükharman
YORUMLAR
öncelikle kutlarım sizin bu yazınızın hala bir eleştiri veya yorum almamasını insan ların okuma yeteneyinin veya eleştiri cesaretinden yoksun yani bilgisiz olduklarının resmidir bu çok endişe verici bir durum öncelikle bunu belirtmek istedim yazınızda ki analiz lere olduğu gibi katılıyor ve şahitlik ediyorum sizingibi bir akademist deyilim fakat esnaf çocuğu olarak doğmam ve 35 senelik esnaflığım beni birçok okumuşun okuyupta anlayamadığı bakıpta göremediyi yaşayıpta duyarsız kaldığı birçok okumuş veya kendini bir yerlere yaftalamaya çalışan lardan daha ilerigerçek bir analist yaptı tabi kendimce geçerli olsada yeterli olması mümkün deyil yazılarınız daki akışkanlık ve öyrenme ve öyretme çabanızdan etkilendim yazılarınızın devamı dileyimle saygılar
orkun_a tarafından 9/30/2010 1:28:51 PM zamanında düzenlenmiştir.