- 667 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk Nasırlı Bir Kürektir
Her düş uzak bir ülkedir, yanılsamalı rotaları aşarak sürükleniriz biz kendi içimizde
Avuçlarımızdaki kader çizgileri titrektir, dinleniriz her şafakta hüzünlerin gölgesinde
Aşkın yakarılarıyla geçer koca ömür, kimi mevlaya yürür, kimi ağlar yârin gövdesinde
Aşk nasırlı bir kürektir, ruhumuzdaki türkülerle buluşuruz bir gün mutluluğun ülkesinde
Mülteci yakarışlarla avuç açtığımız bir söz sağanağıdır dudağımızdan arz/a yükselen çağrı, nefesimizdeki yankı düşlerimizi izleyerek karanlıkları deler. Sırlarla kaplı bu ömür hapishanesinin duvarlarında yaşanmışlık arar simyacılar, avuç içlerindeki kader çizgilerine gözyaşları düşer. Yaşamak deriz yine de adına, içimizdeki dirençleri sona erdiremedikçe takvimlerden düşen yapraklar.
Boynumuzdaki veballerle ve ruhumuzu sarsan düşlerle yakarız yaşamaya sevdalı anların günlüklerini. Farkına varamadığımız değerlerin derinlikleri hep bizimdir deriz de, yüzeydekileri sahiplenemeyiz. Gönül yakarılarıyla geçen her gün kayıptır ah, sarılmasız günlere söverek isyanın küreklerini boşluğa çekeriz. Aşk, nasırlı bir kürektir, asırlardır kendi sularımızı aramaktan yorgun tayfalar gibi denizleri sabırla aşarız.
İçimizin en tiz sesleriyle kimi başkalarının acısı, kimi düş ülkemizden gelip geçenlerin sancısı oluruz, küflü sular yüzerken gönül denizlerimizde. Doyurulmamış sözcüklerin arsız korkularıyla yüksek sesle düşünüşün miadı çöker gözlerimize ve yüreğimiz bir çığlığın dizginine yapışarak ömrümüzün en büyük boşluğundan gelip geçer dörtnala. Hayat serüvenimizin zikzaklı yollarında bir düşünüşün rotasına süreriz gönül gemimizi. Uzak yolculukların hüzün kamaralarında gökyüzü hep değişkendir. Biz o yolculukları mutluluğa çeviremedikçe bu böyle sürecektir.
Bütün ayrılık şarkılarına yükleyince ruhumuzun dalgın nakaratlarını, çalınır göğsümüzün asil titreşimleri ve örteriz yüreğimize en siyah geceleri. Dudaklarımızdan yayılan sevinçtir, biz her şafakta atlasları yırtan bir aşkın miladi tablolarından sevdanın yüzölçümünü seçeriz. Anılar toplanırken, raflardaki tozlar unutulur nedense. O tozların kutsiyetiyle şiir oluruz, yamalı, yorgun ve soluklanmayı hep erteleyerek. Düşlerimiz sorgularda, gülüşlerimiz çocukluğumuzun yollarında kayboluştadır. Anılar, buğusunu silmeyi unuttuğumuz anılar.
Hep uyumsuz yaftalıkların uzun dehlizlerinde mavi umutlara sürek olur yürek. Bir yangın ki, her karede başka bir kürek. Dönmeyeceğini, yeşermeyeceğini bile bile uçurumlara çiçek ekip sevdanın böğrüne ölümce sevdalanırız. Yüreğimizin salıncak düşlerine bir bahar yeli konar arada bir. Sevdalı gönlümüzün sarmalına umutlar sürerken çığlıklarımız çocukların sevinçlerine karışır. Her bahar koyu gölgeliklere saklanışımız da bundandır.
Yanmayı dileyen bütün ateşlerin ayaz güvertesinde bir masal ıslığı vardır, dudaklarımızdaki o atıl iklimlerin gölgesinde aşk üşürken. Yılgın konserler kurnasında büzüşür dudak, içimizin dalgaları martıların kanatlarını özlerken. Her pike bir hedef seçimidir, dümeni olmayan gemilerin küpeştelerinde şiirlerle verildikçe mola.
Anlamın boynuna dolanmayı bekleyen her cümle uykusuz bir gecenin sabrıyla açar yer yatağını, bağışlanmaz suçlar cehenneminde cenneti yaşamak için. Gizli bir düş gülü büyür rüyalarda, gül düşünür, usumuzun yoksulluğuna olmazlar üşüşür ve işte o an izdüşümsüz bir gecenin içinde bir kadın özgür bir kahkahayla gülüşür.
Fark aradığımız ve farkındalığımızın asla farkına varamadığımız bir yaşam sahnesinde kendi rolümüzün üstesinden gelmek için çabalarken yaşam serenadını görmezden gelmişizdir çok zaman. Dualarla kendimize sokulduğumuz ve kımıltısız bakışlarla hayatı bir çırpıda soyduğumuz bir düşün penceresinden ne güzeldir oysa her şey. Gerçek, varsıl bir nöbet değişimidir, düşle gerçeğin ortaklaşa çalışmasından çoğalan ve umutsuz kaldığımız anlarda rüzgârla savrulan bir yokluk harmanıdır.
Notalardan çıkardığımız savunmasız iklimler ve hercai mevsimler yarım kalmış sevgilerin avuç içlerinde kanar. Direncimizi kemiren kınalı şiirlerimizle küçük teknelerle yolculuğa çıkarız, er sabahlarda. Oysa, hepimizin içindeki gizli uhde üşümüşlüğümüzü giderecek gizli bir eldir ve bunun içindir yaşamın divit uçlu kalemiyle mavi denizlere yelken açmamız.
Nabzımızın kaygan kayboluşlarında her iç çekişin, her can verişin izli mermileri yakar içimizi. Bir söğüt gölgesinde eylül rüzgârlarını mavi denizlere yöneltip dokunmak isteriz sevgiye kimi. Hangi zaman diliminde olursak olalım hep varsıl umutların doğrularıdır künyemizde sakladığımız, çünkü anılar asla süpürülemez.
Günün aydınlık sokaklarında sezdirmeden kirpiklerimize yanılsamayı kentler süpürdük, huysuz sevdaların kurumuş sarmaşıklarıyla, başımız döndü, içimizdeki yıldızlar söndü, yine de vaz geçmedik hayatı anlatmaktan. Gecelerin bütün boyutlarında ışığın görünmeyen yanından izleriz yaşamı. Korkuları kırılmış uykularından uyandırarak ’merhaba’nın kapısını çalarız. Beklediğimiz sıcacık bir el, cesaretli bir yürektir ve bizi buyur etmesini dileriz.
Hüznüne hükümlü yaşamak ruhumuzdaki yalnızlıkların toplamıdır. Hangi avunmuşlukla avunursak avunalım, gönlümüzün uçsuz bucaksız ırmaklarına sevgi gemileri salmaktır aslolan. Anıların ağını çektikçe denizlerden genzimizi yakar hüzün. Yüreğimizdeki yalım ateşlerde apansız içimizi burkan, yüreğimizi ağrıtan şiirler ütopyasında yalnızlığı ömrümüzün ayrılık destanı olarak görürüz biz. Yeşil yaprakları taşırken ırmaklar, biz öksüz çocukluğumuzun yitmiş suretlerinde yılları kovalarız. Korkak bir düştür gördüğümüz, güneşe verip yorgun sırtımızı kendi yapayalnızlığımızın hıçkırıklarını dinleriz.
Selahattin Yetgin