yibo günlüğü
Ford 5000 köyümüzün ilk ve tek traktörü olmaya devam ediyordu.
Köyün her şeyi ve hiçbir şeyi bizim çok şeyimiz, az şeyimiz, hiçbir şeyimiz belki.
İlk traktörü, son traktörü çocuk ömrümüzün... Bizleri o yolun başına sırtında taşıyarak getiren ilk ve son mavi renkli beyaz çizgili traktör.
Bizleri karmaşık bir o kadar da acımasız ve merhametsiz bir yaşamın eteklerinde bırakıp sırtını dönüp giden ilk ve son traktör.
Gurbet silsilesinin garip ve katı yüzüne bizleri emanet eden ilk ve son traktör...
Düşlerimizi, köyümüzün sınırlarında aşırıp getiren hırsız traktör.
Bizleri, cellât ve hayalet yüzlerin kol gezdiği sarı benizli, iki-üç katlı, çok odalı, çok pencereli, bahçesi geniş, taşlı, dikenli tellerle çevrilmiş, ağaç yoksulu bir bina topluluğunun önünde bırakıp koşar adım uzaklaşan ilk ve son traktör.
Ford 5000 koca tekerlikli, koca başlı, tok sesli, güçlü, heybetli, aç gözlü, hırsız traktör.
Traktörün yeşil branda ya da naylonla üstü çevrilip daha otobüse benzetilmemiş römorkününden aşağı atladığımızda sonbahar gri çemberler dokuyordu hala.
Dal bedenlerinden önce inceden inceye süzülen sonra dökülen yapraklar, ölü yapraklar mezarlığına çevirmişti ağaç çevrelerini.
Perçemli ak bulutlar dolaşıyordu mavi boşluğun sınırlarında.
Ve bembeyaz kar daha düşmemişti anne bulutların rahmine.
Kış uzaktı, düş uzaktı, köy uzaktı, bir önceki günden uzaktı çocukluğumuzdan.
Ömrümüz yeni bir yol ağzına varmıştı ve bilmediğimiz gerçekler, dokunmadığımız hayaller vardı.
Uzakların uzağında bir yerlerden gelmiştik bu günün defterine düşen yırtık kederlerle.
İki metre kar’ın aylarca uyku tuttuğu dağlardan, asi fırtınalardan, güçlü şimal rüzgârlarından gelmiştik.
Kengerlerin, yarpuzların, yavşan otlarının, çirişlerin diyarından gelmiştik; ıpıssız, yapayalnız,
Bir uzak köy, uzaklar uzağında bir köy belki.
On beş haneli, ortalama yüz yirmi nüfuslu, yazgısına direnen bir uzak köy; kendine yakın, başkalarına uzak, kadınlı, erkekli, çocuklu, ihtiyarlı, gençli
İmkânlarını kendi yaratan, ölülerini kendi yıkayan, yiyeceklerini kendi üreten, yollarını kendi yapan, yollarını kendi açan, kendi çemberinde doğan, büyüyen, ölen bir uzak köy...
Orası, bizim köydü ve bizim her şeyimizdi.
Gelmiştik artık, onun uzağındaki bir mahrum kasabanın kuzey yakasında bulunan bir bina topluluğunun bahçe kapısındaydık ve öylece yürüyorduk şaşkın, umutsuz gözlerle.
Önde büyükler, arkada biz küçükler...
Babam, köy muhtarı amcam, akrabalarımızdan iki kişi ve biz çocuklar...
Dört onlar, dört biz, toplam sekiz kişiden oluşan bir uzak köy sakinleri
Serhat, Hanifi, Mazlum, Ben; gördükleri karşısında gözlerini fal taşı gibi açmış, şehir elbiselerini giymiş dört esmer, kafaları sıfır numara tıraşlı çocuk.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.