yazlık sinema
Yaklaşık kırk sene oluyor yazlık sinemaya gitmeyeli, hatta yazlık sinema görmeyeli. Çocukluğumun en güzel zamanlarını o sinemaların perdeleri altında annemin gözyaşlarına anlam vermeye çalışarak geçirdim.
Yaz akşamları babam elinde sinema biletleriyle geldiğinde hummalı bir hazırlık başlardı evimizde. Yeni elbiseler giyilir, saçlar-ki o zaman vardı- taranır, kokular sürülür, dişler fırçalanır ve harçlıklar alınır yola koyulurduk hep beraber.
Sahi eskiden bir de eve fotoğrafçı çağırma vardı bizim oralarda. Telefon edersin eve gelirdi, o gelene kadar da sen hazırlanırdın, koku süren bile gördüm fotoğraf çekilmeden önce.
Sinemanın kapısında Sabri amca olurdu daima. Babam biletleri ona uzatır, bir iki cümle sohbet ettikten sonra sinemanın “balkon ailelidir” yazan üst kısmına çıkardık.
O sinemanın ahşap koltuklarında çok uyuyakaldım, babam kucağında götürdü eve kadar.
Bazen de bizi sinemaya götürmezler, kendileri giyinir kuşanır “ doktora-iğne vurdurmaya-hasta ziyaretine- gibi bir çocuğun asla yutamayacağı büyüklükte yalanlar uydururlardı. Yani yala diyeceksen iyi bi yalan söyle. Akşamın karanlığında hasta ziyareti felan yemezler. De ki; apandis ameliyatı olmaya, cenazeye, teravih’e, Cuma namazına ha o zaman afiyetle yiyelim yalanı.
Kapıdan çıkana kadar avaz avaz ağlardım, belki insafa gelirler de son saniyede “hadi gelin bari” derler umuduyla, ama nafile. Bir de yemeklerde olur öyle, hani davet ederler de gayet ciddi “tokum” der insan, çocuk insan yani, sonra da içinden “ bi daha deseler oturucam sofraya, ne olur diyin bi daha” diye yalvardığınız olur da kimse oralık olmadan şapur şupur yer tabağındakileri, siz de öyle şapşal şapşal bakar kalırsınız.
Oluyor böyle işler, başıma çok geldi ne yalan söyliyim. Bir olay da konuşurken ağzınızdan bir tükürük karşınızdakinin üzerine sıçrar. Siz bişi yokmuş gibi davranırsınız, karşıda tükürüğü yiyen de “yok bişey görmedim valla “ ayaklarına takılır. Ama aslında içinizde “ ya Allah kahretsin bak gördün mü? Tam da ceketin yakasına yapıştı erimiyo da,çık çık çık ne yapsam şimdi..rezil olduk anasını satıym” dersiniz. Karşımızdaki de kızaran yüzünüze bakarak içinden “ Aaa bak tam yakamda, ne yemişti acaba, ığğğğğ,ya bi gitse de silsem..i…,şer…..” der normal olarak.
Ben o durumlarda hemen mendilimle siler özür dilerim, çocukluktan beri. Çocukluğumdan bu zaman kadar da cebimden temiz bez mendil eksik olmadı hiçbir zaman. Geçenlerde bir arkadaşımın yanında yüzümdeki teri silmek için mendili çıkarınca “Eyyy gidi be nerden buldun bu Dede mendilini “ diye az kalsın ağlıyordu modern arkadaşım.
Sinema salonunda ilk yaptığımız arkadaşlarımızdan kimlerin o akşam orada olduğunu tespit etmek olurdu. Yerlerimize oturur oturmaz (nerde oturacağımızı öğrendikten sonra) harçlıklarımızı elimize alır doğruca sinemanın kantinine koşardık arkadaşlarımızla beraber.
O en güzel kurabiyeler ve en nefis gazozları kalabalığın arasından zor bela uzattığımız ellerimize aldığımızda hissettiğimiz sevinci bulamadık o yıllardan sonra.
Birer paket de sincap marka çekirdek aldık mı deme sitsin. Filmin sonuna kadar çekirdek çıtlatırdık. Ara sıra da karanlıkta bakardık ne kadar kabuk biriktirmişiz diye, sahneden vuran ışıktan görebildiğimiz kadarıyla.
Bazen filme baktığımız da olurdu. Fakir oğlan zengin kız veya tersi olurdu genellikle, yine de seyredilirdi merakla, sonu tahmin edildiği halde. Sakalları uzamış, alkolik ve perişan yakışıklı başrol oyuncusu Doktor Murat hasta ederdi beni, ülkedeki tek doktor olmasına rağmen elleri titrer, “N’ayır,N’ayır diye diye ameliyathaneye girerdi.Bir de kan anonsları perişan ederdi bizi “ Acil kan aranıyor… Hastanesinde yatmakta olan kanamalı bir hasta için “ diye başlar ve daima 0 RH(-) kan grubu olurdu nedense aranan, başka grup yokmuş gibi. Onun için ilk işim kan grubumu öğrenmek olmuştu o zamanlar. Hiç bir filmde A RH (+) kan arandığını duyanınız var mı?
Neyse doktor jön sarhoş da olursa yandık, annem yandı daha doğrusu. Nasıl kızardı o doktora, neler söylerdi, biz de kızardık annemin bu tepkisi sebebiyle. Sonunda ikna edilip elleri titreye titreye çok çetin bir ameliyat olan açık kalp operasyonunu başarıyla ve nihayetinde Filiz Akın’a veya Türkan Şoray’a sarılarak bitirirdi çok şükür.
Annem hemen her sahnede ağlardı, elinde mendil iç çeker dururdu filmin sonuna kadar. Beş Dakka ara olunca yine kantine koşar son kuruşlarla son kurabiyeleri alır yerimize geçerdik ışıklar sönmeden.
Ara bitip film başlamadan önce birkaç ışık sönerdi, tam o sırada sahnenin üzerindeki hoparlörden sinema sahibinin gelecek program anonsu duyulurdu “ gelecek program başrollerde Ediz Hun ve Hülya Koçyiğit’in oynadığı Senede Bir Gün” diye üç defa tekrarlardı. Ve zihinlere not atılırdı yeni film, oyuncular ve tarihi titizlikle.
Filmlerin en ateşli sahneleri öpüşme görüntüleriydi eski filmlerde, çaktırmadan bakardık. Perdede öpüşmeye başlayınca en güzel kız ile en yakışıklı delikanlı biz başımızı yana çevirir annemizden babamızdan “aferin “ alırdık. Ki bir daha sinemaya götürsünler.
Gerçi sonraki yıllarda “Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak” gibi eğitici filmler gelmeye başlayınca eski sinemaya, işler değişti, biz de büyümüştük. Bazı günler okul saatinde dersten kaçar sinemaya giderdik, o saatler en tenha zamanlar olduğundan bizi sinemada tanıyan olmazdı, rahatça seyreden tekrar okula dönerdik.
Bir gün yine öyle civcivli bir filme gittik Sami adlı arkadaşımla, geç gittiğimizden karanlıkta yer göstericinin ışığı tuttuğu yere oturduk. Bilette yazılı numaranın olduğu koltuğa oturmadık,” zaten boş her yer” demişti yer gösterici. Yanımızda bir adam vardı, heyecanla seyrediyor onun tepkilerine gülüyorduk kıs kıs, ama çaktırmıyorduk. Neyseee. o meşhur beş dakika arar olunca ışıklar yandı. Aaa bide ne görelim Sami’nin babası yüzü kıpkırmızı kan ter içinde bize bakmıyor mu?
Ne oldu dersiniz? Tahmin edemediniz, hiç biri olmadı. Olanı anlatmayacağım, sonra Sami veya babası bu yazıyı okur başları belaya girer.
Aman boş ver anlatayım da sizi merakta bırakmayayım. Neticede kaç yıl oldu bu olayı yaşayalı, belki de unutmuşlardır.
Ben Sami’nin babasını görür görmez cebimden bir kâğıt çıkardım ve o bizi fark edinceye kadar sanki birilerini arıyormuşuz gibi Sami’ye “ Sen o tarafa bak ben bu tarafa, kim varsa yazıp gidelim Hoca bekliyor kızar sonra” dedim. babası bizi fark edince suratının şeklini ve rengini izah edecek Türkçe kelimeler henüz icat edilmediğinden yazmıyorum.
Ama şu kadarını söyleyeyim “Allah kimseyi o duruma düşürmesin”. Âmin deyiniz lütfen. Babası ile göz göze gelince gayet pişkin bir şekilde “ Aaa… Amca nasılsın. Sami ile bana hocamız görev verdi, ders saatinde kaçıp bu edepsiz filmleri seyretmeye gelen öğrencileri tespit edip idareye bildiriyoruz”. Adam sadece “ Hıııı” diyebildi usulca. Öylece baktı boş boş, hiçbir kelime edemeden suratında ekşi yemiş gibi bir ifade, elleri cebinde, çadır vaziyetinde, üzüldüm ama ne yaparsın. Kalktık çıktık, zira hocamız bekliyordu. Sami o günden sonra daha mutlu günler daha bolluk ve paralı zamanlar geçirdi. İstediği alınıyor, istediği yere rahatça gidebiliyordu.
Olur, böyle şeyler, neler olmadı ki.
Bir akrabamızın evine ziyarete gitmiştik. Küçük oğlu yaramazlık yapınca azarladı, çocuk misafirlerin yanında zılgıtı yiyince bozuldu, suratı düştü. Babasından intikam almak için herkesin içerisinde döndü “ Hee sen de gece uykum kaçtı diyerek salonda televizyonda Tutti Furutti seyrediyorsun, ben gelince hemen kanal değiştiriyosun değil mii” deyince adamın suratı önce kırmızı sonra mor sonra da kalp krizinden ölenlerin rengi olur ya hah işte öyle bir hal aldı. Ben hemen mevzuyu değiştirdim de derin bir nefesle hayat dönebildi gariban.
Yaşam böyle anlarla dolu, işte bu haller hafızamıza kazınıyor, o eski zamanları dün gibi hatırlamamıza sebep oluyor. Eminim sizin de vardır böyle olağanüstü anılarınız, hadi biraz da sizinkileri dinleyelim.