- 675 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAİRDEN ŞİİRE,ŞİİRDEN ŞAİRE
Şairler diğer insanlardan biraz farklıdır.Yani öyle görünürler.
Şair için müthiş bir bağımlılıktır şiir ve bu onu diğer bağımlılardan çok ama çok farklı kılar.
Nasıl ki musiki,herkesin ruhunda büyük etkilere ve hayranlığa bir doyuma yarar,şair için de kelimelerin öyle kuvvetli bir tesiri vardır.Şiir basit bir kelime ya da mana oyunu değildir elbet.Şiire gönlünü verenler bunu çok iyi bilir.Bu yüzden bu basitliğe düşmeyenler ancak şair olarak anılmışlardır.
Bir arkadaşım demişti:"İnsan ilgi duyduğu sanata göre yorumlar doğayı.Mesela ben resimle ilgilenirim ve şu güzel manzarayı çizgi ve renkler olarak görürüm hemen.Sense bu manzarayı anlatacak ihitşamlı sözcükler bulursun.Sanat işte belki sadece budur:Doğayı kendince yorumlama işi."
Hakkı vardı elbet fakat şiir öyle farklı bir sanat ki, şiirdeki sırrın hikmeti gene de beni hala düşündürür.
Gördüğünüz şahit olduğunuz bir hayranlık yoktur kelimelerde.Siz şairin kelimelerle rivayet ettği kadarını,gözünüzde manzarayı büyütebildiği kadarını seversiniz.Anlatılanların gerçekten mi ya da hayalden mi beslendiği meçhuldür.Tıpkı notalar gibi heceler;ezgi gibi de uyaklar ve manalar vardır.Ahmet Haşim’in de dediği gibi "Şiir bir musikidir"belki bu yüzden ruha gıda gibi geliyor.Şiir belki okuyanın dünyasına ve özgürüğüne hiç müdahale etmediğinden,ona bir hayal serbestliği tanıdığından böyle çok müdavimi vardır belki,kim bilir.
Şu var ki şiirle ilgilenen okuyan,dinleyen,yazan,hangi boyutunda olursa olsun şiire gönlünü veren de bazı ortak özellikler vardır.Bir kere dünyayı ve hayatı sonuna kadar bir sorgulayış görürsünüz.Elindeki bütün değerlere bambaşka bir bakış açısı...Sonra hassasiyet,edeb,naziklik,nazendelik,duygusallık,iyilik vs. de girer devreye.Sokakta oynayan bir çocuğa,şair ruhlu biriyle normal birinin bakışı aynı değildir,ki anlatmaları istense tarifleri bile tutmaz birbirine.
Sonra ne olursa olsun şair ruhlu biri bana "iyi insan,seçilmiş ya da farkında olan insan" izlenimini veriyor.Dünyanın ve sonsuzluğun farkında olan...Nitekim,bizi tesiri altında bırakan şairlere şiirlere baktığımızda o sonsuzluğun imbiğinden damlamış kelimeleri,farkındalığı görürüz
Şiire bağlananlar artık onun bağımlısı müptelası olmuş,onunla var olmuş gibi tutkunu olmuşlardır.Şiirleri dillere peseng olan şairlerden bunu anlamamız mümkün.
"Yarab ne müsevatı,ne hürriyeti ver
Hatta ne o yoldan gelecek şöhreti ver
Hep neşve veren aşkı terennüm dilerim
Yarab bana bir ses yaaratan kudreti ver."
Yahya Kemal’in bu duasına aminle iştirak etmemek ne mümkün.
Abdürrahim Karakoç’a göre de şiir şöyledir:
"Şiir bir cennet bahçesi
Girmeyene anlatılmaz.
Cennet nedir,bahçe nasıl,
Görmeyene anlatılmaz."
Şimdi şiirin bu büylü dünyasına neden bu kadar çok insanın girmek istedğini daha iyi anlıyoruz sanırım.
"Şiir için "göz yaşı" derler,onu bilmem yalnız,yalnız
Aczimin giryesidir bence bütün asarım"
der Mehmet Akif ve ne de güzel tarif eder.
İşte böyle böyle uzar gider.Şairden şiire kayar sözler.Çünkü hikmet sözdedir,sözün özünde,sözün şiir oluverişindedir.
Şairi şair yapan şiire olan meftunluğudur bence kim ne derse desin.Kabiliyet bile belki sonra gelir.Çünkü kalemi eline aldıran güç,arzudur,tutkunluktur işte.Yoksa,lambada titireyen alev nasıl üşürdü.Yoksa nasıl derdi Yunus" Bana seni gerek seni"diye.
İstidat kalple birleşince şair tarihe mal oluyordu demek ki.Sonra da Yahya Kemal gibi sohbet esnasında İstanbul’u seyreylerken dökülemezdi şu beyitler:
"Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul" diyerek.
Kalp ve gerçeklik hayal,arzular ve firak bir olmayınca da pişmiyordu belki şiir,olunmuyordu şair.Sezai Karakoç’un Mona Roza’sındaki gibi.
Şiir korkularımız kaygılarımız,heyacanlarımzı ve acziyetimizi de anlatıyordu ki.Cahit Sıtkı belki sadece şiirlerinde ölüme meydan okuyabilmişti,savrulup duran hayatında,o şiir dalına sapasağlam tutunmuştu.Şiir teselliydi demek biraz da.Sevgili kucağı gibi.
Belki en çok bir ülküye sahip olmaktı şiir,şair belki ülkü adamıydı,ideoloji,düşünce,sesleniş,uyandırış adamı...Nazım boşuna mı Nazım olmuştu yoksa.
Ama en çok şiir bir arama işiydi,bu yüzden bütün şairler yolcu gibiydi,bütün şairlerde bir arayış hali hakimdi.Necip Fazıl’a göre bu arayış,"Mutlak Hakikat"i bulma işiydi.
Attila İlhan bu yüzden belki mavilere yolcuydu hep.Hiç gidemiyordu ya da gelemiyordu.Yağmur kaçağıydı o da.Tamamen şair olduğundan belki.
Ortak özellikelri vardı şairlerin,yüreklerinin taşması gibi.Ne için yazmış olurlarsa olsun şairler hep yüce bir makama göz dikmişlerdi hep o "âşıklık"geleneğinden esinlenmişlerdi.İnsanların yaratıldıklarından bu yana o anlatma gayelerini,sanata dönüştürüşleri...İşte bu yüzden,arayış ve aşk yüzünden olmalıydı.Bütün dillerde,yüzyıllardır tahtından inmediyse şiir,bundandı belki.Şairin şiirine olan sadakatinden ayrıca şiirin o fısıldayan büyüsünden,davetkar,lütufkar dünyasından...
Şimdi şiirden anlamayanların ne kadar çok şey kaybettiğini düşünün artık siz.Gene de yargılayamayız tabi,zevkler ve renkelr tartışılmaz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.