- 1890 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AY IŞIĞINDA SAKLIDIR
Bir kez sevmişti, sadece bir kez. Kadınının uğruna sevdiği çok şeyden vazgeçmişti; müzik hariç. Yine de hiç pişmanlık duymamıştı. Öylesine tutkulu, öylesine büyük bir aşktı yaşadıkları.
Onunla adım attığı her yere bir başka güçle basıyordu Kerem. Rüzgâr estiğinde üşümesin diye sıkı sıkı sarılıyordu kadınına. İçine çekiyordu kokusunu, bir denizin, birde onun. El ele tutuşup bomboş sahillerde şarkılar mırıldanarak yürüyorlardı. Kulaklarında can bulan aşk fısıltıları, denizi bile kıskandırıyordu.
Sevdiğiyle yaşadıkları, siyah beyaz film gibi gözlerinin önünden geçiyordu şimdi. Onun ölümünün ardından, zamanın ötesinde bir yerlerde kalakalmıştı. Ömrünü adadığı sevdiğini, yitirme duygusuydu yaşadıkları... Ne bir adım ileri gidebiliyordu, ne de bir adım geri. Lanet olası ölüm zamanı, ruhunda bir türlü ilerleme kaydetmiyordu. Nereye baksa onun yüzünden eksilmeyen gamzeli gülüşlerini, yumuşacık sesi ile “Canım bir şeyler ister misin?” cümlelerini duyuyordu. Aradan geçen bunca zamanda sevdiğinin hayali gözünün önünden gitmiyordu.
Gövdesindeki yalnızlık duygusu ile yaşadığı sessiz çığlıkları, geniş zamanlarda hep kulaklarında yankılanıyordu, kimsesizliği dikiliyordu karşısına. Oysa kadını ile birlikteyken zamana meydan okuyorlardı. Yaz akşamlarının birlikteliği güzel ve çabuk geçiyordu göz gözeyken.
Her sabah güneş yataklarına düştüğünde, gözlerini ovuşturarak açan sevdiğinin sesinde “Günaydın” bir başka güzeldi. Onun gülüşü, derin derin sevgiyle bakışı ruhuna baharları getiriyordu.
Aradan geçen bir yıla rağmen unutmamıştı, unutamamıştı onu. Düşüncelerinden sıyrılıp ayağa kalktı, kendisine kadınının en sevdiği kırmızı şaraptan bir kadeh koydu. Sigarasını yaktı, üzerinden çıkarmadığı deseni kaybolmuş robdöşambrının yakasını düzeltti ve terasa çıktı. Kim bilir kaç zamandır bu haldeydi, oda bilmiyordu? Şehrin tüm güzelliklerini seyredebildiği ve birçok bestesine ilham kaynağı olmuş dans eden ışıklar şehrine tepeden baktı. Dikkatini terasta etrafa dağılmış nota kâğıtları çekti. Toz içinde kalmış emeğini toplayıp çalışma masasının üzerine koydu. Masanın üzerinde yarım bırakılmış şarap kadehinin kenarındaki dudak izinde kayboldu bir süre. Bu kadeh bir yıldır orada mı duruyordu, ilk kez fark etti.
Kadını ile birlikte doyumsuz sohbetleri bu terasta, yaz akşamlarında hanımeli kokuları arasında yaparlardı. Çoğu zaman da terasın şehri en güzel gördüğü köşesine koydukları çalışma masasında müzik çalışmalarını, bestelerini yapardı. Ay’ın yansıttığı ışığını, güneşin doğuşunu ve batışını daha rahat seyredebilmek için camlarla kapalı olan kışlık bölümde ise yaptığı bestelerini, iyi bir müzik eğitimi almış olan kadınına dinletirdi, gözlerini kapatır, piyanonun sesinde kendini romantizmin dinginliğine bırakır, rehaveti, sakinliği ve her şeyden arınmayı sonuna kadar yaşardı. Onun müziğe olan tutkusu ile birleşen yaşam sevinci birçok bestesine de konu olmuş ve notalara dökülmüştü bu terasta.
Şimdi… Peki ya şimdi… Notalar, sözler, yaşanan güzel anlar, dünler, yarınlar, düşünceler, elveda diyemeyişler ve duygular, hepsi iç sızısı olarak kalmıştı. Etrafına bakıyordu, ama görmüyordu. Bağırmak istiyordu, sesi çıkmıyordu. Karanlıklar içindeydi, sevdiğinin kokusu burnunun ucundaydı ve burnunun direği sızlıyordu. İmkânsız bir özlem içindeydi… Bir yıldan bu yana kendi içinden dışarıya çıkamamıştı.
Kadehinden bir yudum aldı, kafasını yukarı kaldırıp muhteşem ışığı ile etrafı aydınlatan Ay’a baktı. Birden sevdiği kadını ile birlikte yapmaya çalıştıkları, ancak yarım kalan bestesi geldi aklına. Yerden toparlayıp masanın üzerine bıraktığı nota kâğıtlarını büyük bir hırsla karıştırdı ve içinden yarım kalmış bestesinin kâğıdını buldu. Buruşmuş, ıslanmış, sonradan kurumuş toz içindeki kâğıda bir göz attı. Evet, bu besteydi birlikte yapmaya çalıştıkları ve onun ölümü ile yarım kalan beste. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Kâğıda dökülen gözyaşlarında, sevdiğini gördü. O, bu bestenin tamamlanmasını çok istemişti, ancak ömrü vefa etmemişti. Bu istek artık bir vasiyet gibiydi, mutlaka tamamlanmalı ve müzikseverlere sunulmalıydı.
Elinden düşürmediği kadehini, sevdiğinin yarım bıraktığı kadehin yanına koydu, sigarasını söndürdü ve piyanonun başına geçti. Piyanonun tuşuna her dokunuşunda sevdiğinin gülen gözlerini ve gamzelerini gördü. Kulaklarında harika bir müzik, ruhunda sonsuz bir rahatlama, parmak uçlarında umutsuzluğun umudu olmuştu bu beste. Günlerce çalıştı beste üzerinde, yine de bir şeylerin eksikliğini hep hissetti. Sevdiğini tam olarak anlatmıyordu, sanki onların yaşadıkları doyumsuz aşkın duygusunu tam yansıtmıyordu. Çalışmaya devam etti.
Bu öyle bir beste olmalıydı ki, dinleyen herkesin aşkını anlatabilmeliydi. Notalarda herkes kendisinden bir şeyler bulmalıydı. Gözlerin içe bakış duygusu tuşlarda ses bulmalı, parmak uçlarında olmalıydı. Yüreklere nefes gibi inmeliydi.
Terasta, ay ışığında çalışmasına ara vermeden devam etti. Uzun zaman sonra istediği besteyi yapabildi Kerem. Son kez piyanonun başına geçti, besteye son şeklini vermek için tuşlara basmaya başladı. O piyanonun tuşlarına bastı, sevdiği tülden kıyafeti ile etrafında uçarcasına dans etti, ikisinin dilinden aynı cümleler döküldü.
Ay ışığında saklıdır,
Karanlığın ardında yıldızlar
Bir sen oldun bana mevsim
Bir sen oldun bana hüzün.
Nereye baksam ay ışığı.
İçi huzurla dolmuştu, besteye “Ay Işığında Saklıdır” adını verdi. Sevdiğine aşkını tam anlamıyla anlatan bu bestesini dinleyen herkes çok beğenmişti. Muhteşem ötesi bir şey diyenler çoğunluktaydı. Kendi içinden çıkıp, tekrar bestelerine dönmüştü. Tek parçalık çıkardığı single yok satıyordu. Konser vermesi için gelen tekliflerin hiçbirine olumlu bakmadı, ancak bir teklifte kararsız kaldı.
Sevdiğinin ölümsüzlüğe gittiği, ölüm gününde onun hastalığına yakalanmış kişiler için bir konser vermesi istenmişti. Tüm şehrin ileri gelenleri ve bürokratlarda orada olacaktı. Bu gelişler hasta insanlara çare olabilirdi. Konser verip vermeme hususunda gelgitler yaşarken, oturduğu yerde uykuya dalmıştı. Sevdiği kadın rüyasında ona bu beste için teşekkür ederken, konseri vermesini istemiş ve yanağına bir öpücük kondurarak kaybolmuştu. İrkilerek uyandı, yüzünde gülümseme, yanağında sevdiğinin sıcaklığı ile konsere çıkacağını bildirdi yetkililere.
O gün salon hınca hınç doluydu. Diğer besteleri birçok yerlerde dinleniyordu, bu bestesi de herkes tarafından biliniyordu ama o yüzlerce bestesinin arasında, ilk kez önemsediği belki de hayatının en önemli zamanlarını döktüğü notalara, bu salonda seyirci karşısında son kez basacaktı.
Kuliste son hazırlıklarını yaptı, aynada kendisine baktı, ceketinin üst cebine koyduğu sevdiğinin hediyesi olan ipek mendili düzeltti, ağır adımlarla koridorda yürüyüp sahneye çıktı, tüm seyirciler içten gelen alkışları ile ona “Merhaba” dedi.
Piyanonun başına geçti, birçok bestesini arka arkaya çaldı. Sıra “Ay Işığında Saklıdır” bestesine geldiğinde tuşlara daha farklı dokundu. Kadınının, sadece bu bestede parmak uçları ile kendisine eşlik ettiğini hissetti. İçindeki sızı biraz daha hafiflemişti sanki. Eserin yorumu bittiğinde salondaki tüm seyirciler ayağa kalkmış, avuçları patlarcasına çılgınca alkışlıyorlardı Kerem’i. Piyanonun başından kalkarak seyirciyi selamlamak için bir iki adım yürüdü ve başı ile seyirciyi selamladı.
Alkışlar durduğunda; Kerem bir şeyler söylemek için seyirciye eliyle susmaları için işaret etti. Sesi titredi, kalbi deli gibi çarpıyordu. “Kalbim o kadar çok şeyle dolu ki, kadınımın yokluğu üşütüyor beni, geçmeyen zamana sabır ne fayda, bu bestem onun içindi.” cümleleri dökülüverdi dudaklarından.
Herkesin dilinde olan o besteyi bir daha hiç çalmadı.
Hülya TÜRK
08/07/2010