- 1179 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MAKBER!HER YER KARANLIK...
MAKBER!HER YER KARANLIK!
“Gözlerin simsiyahtı Emmoğlu!”
Sisli bir bulut...Arkasında mazi...Belli belirsiz bir şekilde anımsıyorum...Nergisin laleye söylediği şarkılar hâlâ kulaklarımda...
Sen geliyorsun gözlerimin önüne...Büyüleyen her türlü renginle SEN!!!
Doğduğun gün...Uykudan ancak henüz uyanmış,yorganı daha üzerinden sıyırmamış bir taze mahmurluk...Ah!O büyüleyen ilk kırmızılık!..Canlı, dipdiri,nazenin koku...Yıllardır çıkmaz oldu gönül bağımdan!
Tan yeri daha yeni yeni ağarmaya başlamıştı.Tatlı bir ilkbahar seheriydi...Serine yakın bir rüzgâr sarhoş bir edayla bağlarda tepelerde geziniyor,dağlardan pek de yavaş bir esintiyle yaprağa dala sürtünüyor ve nergise laleye dizeler saçıyordu...
Meltemler sarı buğday başaklarını nazenin bir balerin dansıyla sallandırırken,kulağımda ıslıklaşan esintiye karışan tiz bir ses duydum iniltiyi andıran...Bu,senin sesindi!
Doğmuştun!..
Türkülere eş bir sevinç çığlığıyla haykırmak istedim dünyaya,doğarkenki şaşkınlığını.. Mahmurluğunu...Gözlerinin o ilk açılıp kapanmasını şiirlere dökmek istedim...
Ve döktüm!...Muhabbete,aşka ve şiire...
Seni doğuran varlığa şöyle bir göz attım:Pek de mesuttu....Dudağında mutluluk belirtisi çizgiler, gözlerinde huzur yaşları...Doğduğuna inanamamış bakışlarla ve içinde bahar dolusu hayranlıkla yüzünü süzüyor,süzerken hangi prensesten aldığını bilmediğim kırmızı dolusu taçlar serpiyor başına ve aşk mırıldanıyor,muhabbet şakıyordu....
Dikkat ediyordum da;birbirinizde bütünleşmiştiniz!..Bir elmanın hem yarısı,hem kendisiydiniz... Biriniz kaybolunca diğeri anlamını yitiriyordu...Ancak gönül gönüle kavuşunca mana kazanıyordu... Aşık-maşuk simgesinin en canlı perisi olup uçuyordunuz yüreklerin kucağında...O kadar ki;iki ayrı kişilik;tek ruh,tek yürek,tek bilek...Edebiyat dünyasında arı örneğiyle konup duruyordunuz bir şiirden bir şiire her kafiye başında...
Zaman geçtikçe büyüyor,açılıyor ve kocaman oluyor;ele avuca sığmaz bir afacanlıkla şımarıyordun.Her dilde,her gönülde ve her eldeydin çünkü... Her kucaktaydın ve yere hiç bırakılmıyordun!..Dolayısıyla şımarma fiiline karşı özel bir sempati hissediyordun...
Bestelerle başladığın hayata gülücükler göndermen hafızamdan hiç silinmeyecek en muhteşem efsaneydi.Gülüşten öpücükler,ki her öptüğün yeri ediyordun derbeder...Hele gelişip serpildikçe bir sarıya,bir pembeye dönmen yok mu;öldürüyordu beni...Bir ara beyazını da gördüm senin... “Acaba!!” diyordum;beyazlara bürünmen,varlığına sebep olan canlıya büyük bir sadakatle teslim oluşunun bir işâreti miydi?..Çağlarca yolunu gözleyip duran bir çift siyah noktaya gerçekten de yenik mi düşmüştün yoksa???..Yıllardır bu soruya cevap aradım durdum;ama...
Büyümenin ve gelişip serpilmenin verdiği gururla başını hiç öne eğmemen ve hep dimdik tutman bir anlamda dünyanın bütün güzelliklerine meydan okumanın bir göstergesiydi sanki...Sana karşı şakıyan dillerden dökülen nağmelere yaptığın cilveler seni bir kat daha esrarengiz kılıyordu...Ettiğin çalımlar nergis ve lale tarafından destanî hikâyelerle anlatılıyordu...Ve bütün bu çalımlar seni çiçeklerin en büyük Fatih’i yapıyordu... Sen ise aldığın hiçbir İstanbul ile yetinmiyor ve sürekli başka İstanbullar fethetmek istiyordun...Ah!Bir bilseydin ki hangi İstanbul güzelliğinin bayıltıcı fethinde kendini fedâya yeltenmezdi?!!!
Her şey kırmızıdan ibaretti senin için!..Hayata o kadar tozpembe bakıyordun...Hele de başucunda ceylanın diğer gözü diz çökmüş serenatlar döktürürken mutluluktan kendi kabına sığamıyor ve başka iklimlerde boy boy açıyordun...Ve en çok kırmızıyı serpiştiriyordun varlığına dua eden gönüllere!..Rengini ve kokunu görüp içine çekenler de hayata tozpembe bakıyordu...Seni bir gören pîr görüyordu ve hep “SEN!” oluyordu sensizliği düşünemeyen yâren!..
Amaaa!..
Gençliğinin o çalkantılı akıntısında giyindiğin alevden gömlek -benzerlerinin başını yaktığı gibi- senin de başına bela olacaktı!..Kadrini bilmeyen eller güzelliğine uzanacak ve “o saltanatın yerinde yeller” estireceklerdi!...
O mûnis,o amberimsi kokun davetiye çıkaracaktı seni elde etmek isteyenlere...Maralın diğer gözü ile olan ilişkinin kutsallığını düşünemeyenler,uyuduğun zaman annelik güdüsüyle ninnilerden ulûfeler dağıtan elmanın diğer yarısının içindeki sevda yangınını bilemeyenler son nefesini vermene sebep olacaktı...
Gün gelip gözlerindeki yaşam pırıltısını söndüreceklerini nerden bilebilirdin!..
Ah,o hayret eller!..Nasıl da koparabiliyorlardı seni o türkülerin kucağındaki bahçeden!..
Şimdi bakıyorum da sana,ne kadar da bitkinsin!..Nasıl bir ölüm yaşıyorsun ki o kadar me’yussun! Şiirlerin anlatmaya yetmediği güzelliğinle yerlere uzanmışsın ve o kadar solgun,o kadar ölgün yatıyorsun!.. Gittikçe siyahlaşan kırmızılığın en büyük bozgunlar yaşamışcasına debelenip duruyor...Yeşil gövdendeki ab-ı hayat melûl mahzun bakıyor...
Ömrün boyunca eğilme nedir bilmeyen başını eğilmiş görünce masanın üstünde...
“Ah,vicdansızlar!..”...
Öldün!..Bittin!..
“Gittin amma ki kodun hasret ile cânı bile”...
Senin için bestelenen nağmeleri senden sonra yarıda bırakan nergis ile lale bıraktığın saltanatı sahiplenmek için kıyasıya bir savaşa girişiyor!..
Ve elmanın boynu bükülmüş diğer yarısı şarkılar saçmaya devam ediyor:
“Karşı dağı duman aldı,sis aldı;
Uzun ömrüm yâr yolunda kısaldı...”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.