aranılagelmiş ................
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
yağmur yağıyordu….
kumsalı olmayan bir denizin hemen kıyısında, fazla yüksek olmayan kayalıkların üzerindeki kırkiki iğne yapraklı çam ağacının denize en yakın orta büyüklükteki üç tanesinin oluşturduğu doğal çardağın tam ortasında yatıyordu.
ılık bir rüzgar esiyor ve sanki binlerce karınca üzerinde dolaşıyormuş gibi, hoş bir gıdıklanma duyusu hissediyordu. henüz uyanmamıştı ama gözlerindeki karanlık yavaş yavaş aydınlığa dönüyordu. üzerinde ne bir çatı, ne bir yorgan, ne de yanında bir kadın vardı. aydınlanma, peşinden yoğun dalga ve köpük seslerini getiriyor ve bu seslerde ege’de nasılsa kalmış birkaç balığın amansız takipçisi martıların bağırtılarıyla karışıp uyanma seslerini tamamlıyordu.
her sabah böyle uyanıyordu ve yine gördüğünü bildiği rüyayı anımsamıyordu .anımsıyor ama çizemiyordu..
uzandığı yerden doğrulduğunda, çam yeşilini, onlarca yıldır üst üste dökülerek yerde kalınca bir tabaka oluşturmuş iğne yaprakların siyaha kaçan kahverengisini, kum ve kaya grisini, ufukta fulü bir çizgiyle birleşmiş deniz ile göğün mavisini, köpük beyazını ve tıpkı martılar gibi kalan birkaç balığın peşinde bata çıka koşturan, küçük, boyası dökülmüş balıkçı motorlarını görüyordu.
en çok o, ufuk çizgisinde yalnız açık havalarda görebildiği, karaltıya takılıyordu. bulutlu ve rüzgarlı havalarda görüntü ve ses izleri değişiyor, siyah bulutların hareketiyle denizin rengi siyah ile mavi arasında gidip geliyordu. bu renk değişimi ufkun da hareket etmesine, neden oluyordu. böyle zamanlarda karaltının, gördüğünü bildiği ancak anımsayamadığı; düş olup olmadığını yada ondan bir ayrıntı olabileceği, uzunca bir süre düşünmek zorunda kalıyordu.
akşamları güneşle yatıp, sabahları güneşle kalkıyordu.. eskiden özgürlüğün önündeki en büyük engelin zaman olduğunu düşünür ve saatlerden nefret ederdi. ancak her zamanda saat kullanmak zorunda kalmıştı. zamanı bilinçli kullanmayı bırakalı uzunca bir süre olmuştu ve böyle kalmasını istiyordu.
yattığı yer, yumuşak bir zemindi ve vücudunun şeklini almıştı. yağmur yağdığında hiç su birikintisi oluşmuyor, çam yapraklarının arasından süzülen su hemen toprağa ulaşıyordu. tam o zamanlarda, yatağını inanılmaz bir koku kaplıyor ve çoktan unuttuğu bir çok güzel duygu ile donanıyordu. bazen kurumuş bir iğne yaprağın batmasıyla hafif bir acı hissediyor, bunun dışında herhangi bir yerinde, hiç bir ağrı ya da sızı oluşmuyordu.inanılmaz bir direnç kazanmıştı….ve bunu seviyordu….
duvarlarına bir şey asamıyordu, temizlemek toplamak zorunda değildi, her tarafı pencereydi ve kilitlenecek bir kapısı yoktu. ısıtamıyordu, rüzgarı durduramıyordu, kimse ile paylaşamıyordu, sahiplenmesini gerektiren hiçbir şey yoktu ve en çok da bu, ona göreydi.sadece kullanıyordu, orası onun odasıydı ve odasını çok seviyordu.
yatağı kendi ile bağlantısını koruyabildiği ender yerlerdendi. gözlenebilecek çok fazla şey yoktu, yada onlara alışmıştı...her bir imgenin bir karşılığı vardı..”yeni” kavramı yok olmaya başlamıştı belleğinden. sorgulamalarını yalnız burada yapabiliyordu.bu rahatsız ediciydi ama çok denemesine karşın..kendini başka bir yerde asla dinleyemiyordu…bir farklılık vardı çözemediği…..ifade edemiyordu kendisini….
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
o,bir kentliydi.ankara’nın en eski semtlerinden ismetpaşa’da doğmuştu. çocukluğu, o küçücük semte sığışmış onlarca amele kahvesindeki inşaat işçilerine simit, poğaça satarak geçmiş; babasıyla aynı işi yapmaktan inanılmaz onur duymuştu.
tavası boşaldığında, eve annesine gider hasılatı bırakır, sonra da gençlerin toplandığı, bir tarafı yeni yapılmış betonarme apartman, diğer tarafı üç katlı eski ankara evlerinden bozma, derme çatma amele odalarından oluşan dar sokağa gelir ve bakkalın önündeki beton çıkıntıya otururdu.
mahallenin gençleri akşamları burada toplanır, sohbet eder ve bakkala emanet ettikleri ipin bir ucunu yeni apartmanlardan birinin altındaki dükkanın kepenk demirlerine, diğer ucunu da amele odası simsarlarının en vicdansızı ‘çilli sait’in bahçesindeki, kayısı ağacının dışarıya uzanan dalına bağlarlardı. bu, hep, çilli sait ile gençler arasında kavga nedeni olurdu. ancak, ip her zaman gerilir ve maç yapılırdı.sait’in söylenmekten, bağırıp çağırmaktan başka hiç şansı olmuyordu….
sokağa gerilen ip voleybol maçının heyecanı ve çekişmesi yanında , ara sıra geçen arabaların şoförlerine ‘başını eğ’ esprisini yapmak içindi. maç biter, mağlup takımın kolalarıyla güncel sohbetler devam ederdi.
ortaokulu henüz bitirmişti. yaz tatiliydi ve liseye kayıt olmayı bekliyordu. bakkalın önünde kitap alışverişleri olurdu. voleybol maçı için takım oluştururken eksik kaldığında onu da oynatıyorlardı; ancak hiç kitap vermemişlerdi. yeteri kadar büyük olmadığından mı yoksa karşılığında verecek bir kitabı bulunmadığı için mi.. ona kimse kitap vermiyordu, bunu bir türlü çözemiyordu. okumak istiyordu, ama bakkalın önünde ona verilecek bir kitapla başlamalıydı. garip bir tılsımı vardı, orasının. her şeyi orada yaşamak, onlardan biri olmak istiyordu.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
gördüğüne inandığı düşün, küçücük bir bölümünü anımsasa, o karaltıya ilişkin olup olmadığını çözecekti. bunu çözmesinin neden önemli olduğunu da bir türlü anlayamıyordu. ama her zaman aynı şey oluyor ve saatlerce kilitleniyordu. yalnız kapalı havalarda ufuk çizgisini kaybediyor ve göremiyordu onu. Böyle durumlarda da düşünecek bir şey bulamıyor, içini dayanılmaz bir sıkıntı kaplıyordu.
pek acıkmıyordu. köye gitmeyip acıktığı zamanlarda ise böğürtlen ve çeşitli yabani meyveler yiyordu. önceleri çekinmişti, doğayı tanımıyordu. neyin iyi neyin kötü olduğunu anlamak için sınamak zorundaydı. yaşamak istiyordu, ne olursa olsun yaşamalıydı. o yüzden ilklerde hep çok küçük ısırdı ve uzunca süre bekledi. sonra her şeyi bir bir tanıdı ve kullanmayı öğrendi.
içme suyunu yattığı yerin hemen yakınındaki dereden sağlıyordu. çok ince bir dereydi ve denize oldukça yüksekten döküldüğü için tuzlu suyla karışmıyordu. köyün hemen arkasındaki dağlardan kaynayıp kısa bir yol kat ederek denize ulaşıyor ve yalnız denizin dingin olduğu zamanlarda duyulan, inanılmaz güzel bir melodiyle deniz tarafından kucaklanıyordu.
tuvalet burada hiç problem değildi, birikinti oluşmaması için her defasında değişik yerleri kullanıyordu. temizliğine hala dikkat ettiğinden tam derenin döküldüğü yerdeki bölgeleri tercih ediyordu.
zaman zaman rüzgarın getirdiği gazete parçalarını yakalıyor ve son sözcüğüne kadar okuyordu. güncel olandan tamamen kopmuştu. takip edebildiği hiçbir şey kalmamıştı. bunu isteyip istemediğinden de emin değildi. Güncel olanın anlamı konusunda derin bir sessizlik vardı içinde….
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
bir gün simit ve poğaçaları sattıktan sonra, hasılatın küçük bir bölümünü, çorabının içine koydu. annesine poğaçalardan sekiz tanesinin yere düştüğünü ve çamur olduğunu, onları atmak zorunda kaldığını söyledi. ilk kez böyle bir şey oluyordu, kimse ona bir şey sormadı. sonraki hafta tabladaki mallardan bir kısmını zabıta kaptı. bu da ilk kez oluyordu ve gene kimse bir şey sormamıştı. bir daha böyle bir şey olmadı, ama yaşamı boyunca bu yalanların ezikliğini hep hissetti. artık bir kitap alacak kadar parası vardı.
ertesi gün eve her zamankinden daha geç geldi. ulus’a gitmiş, kitapçıları dolaşmıştı. yüzlerce çeşit kitap vardı ve çok ciddi bir sorun oluşmuştu. ne tür bir kitap alması gerektiğini bilmiyordu. hınzırca düşündü ve kararını verdi. hemen bakkalın önüne gidip, değiş tokuş yapılan kitapların ismini okumaya çalışacak, alacağı kitap konusundaki kararını öyle verecekti.
o gün hiç kitap değişimi olmadı. bitirilemeyen bir voleybol maçı yapıldı ve insanlar apar topar bir yerlere gittiler. parayı eve götürmek istemiyordu. gündüz çorabında tutuyor, akşam kızılay aşevinin bahçesindeki dut ağacının altında bulunan, tahtadan yapılmış oturağın dengede durması için ayaklarından birine konan mermer parçasının altına koyuyordu. üçüncü gün olmuştu, nihayet bir kitap el değiştirdi. kitabın ismini görebilmek için çok uğraştı, ancak başaramadı. ip gerilirken kitabı tutmak isteyecek oldu, ancak eksik vardı, onu da takımlardan birine aldılar.
kızılay aşevi, uzunyoldan sağa dönen ilk sokaktaydı. taş duvarlar arasında küçük bir kulübeydi ve bahçesinin tam ortasında kocaman bir dut ağacı vardı. dut mevsimi çocukların eğlencesi olan bu ağaç, diğer zamanlarda yaşlıların gölgesinde dinlendikleri bir sığınaktı. her gün öğle vakti kamyonetlerle çelik karavanalar içerisinde yemekler gelir ve zaten sıraya geçmiş, uzunca süredir bekleyen insanlara dağıtılırdı.
oradan hiç yemek yememişti; ama o coşkuyu da hep yaşamak istemişti.
aşevine gitti, parayı her zamanki yerine koydu. eve geldiğinde, annesi ve babası yatmaya hazırlanıyordu. o da yattı. içinde bir sıkıntı vardı. yatağında dönüp duruyor, bir türlü uyuyamıyordu. bir süre sonra daldı. zor bir gece geçirmişti.
o zamanlar rüyalarını anımsayabiliyordu, tablasına poğaçaları doldurdu ve yola koyuldu. aşevine geldiğinde, gördüklerine inanamadı. dut ağacı kesilmiş, oturak kaldırılmıştı. mermer parçası da paralar da yoktu. kapıya bir tabela asılmıştı ‘ptt deposu’. kendine gelmesi biraz zaman aldı. toparlandı ve yürümeye başladı, yeniden deneyecekti. sonra rüyasını anımsadı. yüzüne minik, yarım bir tebessüm düştü. fırına gelmişti. poğaçaların yanına simitleri dizdi ve amele kahvelerinin yolunu tuttu.
paraları annesine verir vermez, bakkalın önüne koştu. her zamankinden daha kalabalıktı. çok çekişmeli bir maç oldu. tam yedi sürücüye arabasının içinde başını eğdirdiler. kolalar alındı. sohbet başladı. o gün farklı bir şey vardı, değişik bir coşku. biraz sonra nedeni anlaşıldı. mahalleye yeni takılmaya başlayanlardan biri sazını getirmişti ve sohbetin ardından başladı çalmaya. mahallenin yenisi çalıyor, herkes hep bir ağızdan söylüyordu. Sait pis pis bakıyordu görünmemeye çalışarak. söylenen türküleri daha önce hiç duymamıştı. sözleri irkiyordu…
türküler bittiğinde, zayıf, uzun boylu ve gözlüklü olanı, onu yanına çağırdı. yukarda tepede oturuyordu. nadir olarak gelirdi, haftada birkaç kez, ama sohbetlerde en çok o dinlenirdi. elinde küçük bir kitap vardı, uzattı. kalbi duracak gibi atıyordu, hemen kitabı aldı ve rüyasını anımsadı. bu sefer yüzünde tam bir gülümseme oluştu ve yoğun bir sıcaklık hisseti. en çok da artık yalan söylemek zorunda kalmayacağı için sevinçli idi.
o gece gene uyuyamadı.
ilk kitabını o gece okudu ve bitirdi. içinde bir şeyler kıpırdamıştı. çok iyi anımsıyordu, son yaprağı kapattığında inanılmaz bir şekilde ürpermiş ve uzunca bir süre titremişti. artık öğrenmesi gereken çok şey olduğunu biliyordu ve çok daha fazla okuyacaktı.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
daha önce, yani ilk geldiği dönemde bütün çevreyi dolaşmıştı. insanların en az uğradığı yer burasıydı. zaman zaman birkaç avcı ve köyün çocukları uğruyor, ama fazla kalmıyorlardı. yakındaki derenin, denize dökülmeden hemen önceki kayalık bölgesinde de küçük bir in vardı. içerisine rahatça girebiliyordu. manzarası pek iyi değildi; ama derenin sesi rahatça uyumasını sağlayabilirdi. soğuk ve yağışlı havalarda burayı kullanabileceğini düşündü. kararını vermişti, kışları ve yağışlı havaları burada geçirecekti.
inin hemen ağzındaki güneş gören bölümlerde yosunlanma oluyordu. bu da birkaç kez düşmesine neden olmuştu.
önceleri geceleri çok korkmuştu, sonraları alıştı. derenin sesi, özellikle geceleri yükselen hayvanların sesleri artık onu dinlendiren sesler haline gelmişti.
hayvanlardan edinebildiği dostları yoktu ancak, böcekler ve sineklerle arası son derece iyiydi. bir tane örümcek vardı ki, onu gördüğünde hep korkuyordu. kahverengi, sarı ve siyah renklerden oluşuyordu. biraz irice, tüylü ve altı bacaklıydı. her gün birkaç kez görüyor; ancak hep aynı örümcek olup olmadığını ayırd edemiyordu. onu öldürmeyi çok düşündü, beceremedi.
bir gün uyandığında onu elinin üzerinde buldu. güneşleniyordu. hiç rahatsız etmedi.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
okullar açılmış, liseye başlamıştı. okul başladığında babası simit poğaça satmasına izin vermiyordu, zaten inşaat işçileri de kışın ismetpaşa’dan ayrılıp köylerine giderlerdi. kimse kalmazdı ismet paşa’da. babası içmediği sürece çok iyi bir insandı, ama içtiğinde nefret ederdi ondan. içince önce annesini döver, sonra pişman olup hüngür hüngür ağlar ve sabah binlerce defa özür dilerdi. en çok kızdığı şey buydu. ertesi gün pişman olacağını bile bile hep aynı şeyi yapmak, ona çok ters gelirdi. yaşadığı ortamda bütün babalar çok içer ve karılarını döverdi. ancak kaç tanesinin sabah pişman olduğu hakkında hiçbir şey bilmiyordu,. yapabileceği hiçbir şey yoktu. kitapları biraz da bu yüzden sevdi, insan haklarından, eşitlikten bahsediyorlardı. annesini belki böyle kurtaracaktı.
evleri bakkalın bulunduğu sokağın, yeni apartmanlarının başladığı yerin hemen başındaydı. kerpiçten yapılmıştı ve küçük bir bahçesi vardı. özenerek yapılmıştı, ancak inşaat işçileri ismetpaşa’ya yerleştikten sonra semtin rengi değişmiş, eski sakinler evlerini oldukça ucuza satarak başka yerlere taşınmışlardı. babası, büyük kente umutlarını taşırken yanında getirdiği paranın üzerine biraz borçlanarak burayı almış, ancak hiçbir zaman tamir edecek parayı bulamamıştı.
annesi ev kadınıydı. simitler fırından alınırdı; ama poğaçalar annesinin imalatıydı. hep ilk sömürdüğü insanın annesi olduğunu düşündü, ancak bu sömürünün adını hiç koyamadı. hiç okumamıştı annesi, sadece poğaça yapmaktan gelen bir gücü vardı. o gücü kullanmayı hiç öğrenemedi.
yaşamdan tüm beklentilerini onun üzerine kurmuştu; oğlu okuyacaktı, kendi yaşadıklarını babasının yaşadıklarını hiç bir zaman yaşamayacaktı. bazen poğaça hamuru yoğururken izlerdi onu, istediği her şey okunurdu yüzünden.hepsi hüznün arkasına sığınmıştı…..acıtan bir hüznün…..
ankara’ya geldiğinden beri, yaşadıkları, o dar sokaktan başka hiçbir yer görmemişti. gençlerden az önce toplanırlardı kadınlar bakkalın önünde, attıkları kahkahalar, evlerinde hiçbir zaman yaşayamadıklarını ve geceye doğru yaşayacaklarını anımsatırdı ona. bu neşeyi de hiçbir zaman anlayamadı. belki ancak böyle dayanabiliyorlardı yaşadıklarına. sokak sohbetleri alınsaydı ellerinde, ne yaparlardı diye düşündü çoğu zaman. yanıtı yoktu.
bir de küçüklüğünden beri, sokaktan geçerken nara atan bıçkınlar vardı, hep gece geçerlerdi. gündüz onları gören olmazdı, adları yoktu lakapları vardı. saygı görürlerdi mahalleliden, bakmazlardı kimsenin karısına, kızına. sadece nara atarlardı. sadece köşedeki, işkembeci şikayetçiydi onlardan, paraları olmazdı hiç, deftere yazdırırlardı hep, ama bir gün mutlaka ödenirdi çorba paraları. bakkalın önündeki güncel sohbetler değişip dönüştükçe naralar azaldı ve bir süre sonra tamamen yok oldu, artık evlerinde içiyorlardı, hırçınlaşmışlardı, karılarını çocuklarını dövüyorlardı. değişime ilk tanıklığıydı bu ve arkası gelecekti, biliyordu bunu.
ilk acıyı, başka bir semtte dolaşırken ayağı kayıp düşen, düşerken de kafasını yerde duran bir silaha çarpıp, patlamasına neden olarak ölen, sokak müdavimlerinden biriyle yaşamıştı. çok etkilenmişti, o ilk kitap verendi. ilk eylemine katıldı. sonradan adının korsan miting olduğunu öğrendiği bu eylem, uzunyolun dışkapı tarafından başlayıp, başkent hamamının önünden, kahvelerin yoğun olarak bulunduğu küçük alana kadar devam etti. küçük meydanda sloganlar atıldıktan sonra and içildi ve insanlar büyük bir hızla dağıldı. oracıkta kalakalmıştı. ürperiyor ve titriyordu.
Sonraları, tam hamamın önünden geçerken hep aynı şekilde ürperip titrediğini anımsadı. bir anlam verememişti; ama çok yoğun olarak hissetmişti bu duyguyu.
o dönemde, en çok düşündüğü şeylerden biri, ilk kitabı verenin oralarda ne yaptığı idi. sonraları yanıtı buldu, artık o da ankara’nın bir çok semtini biliyordu.
kurtarılmış bölgeler vardı o zaman ve o, kurtarılmış bölgelerden birinde yaşıyordu.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
tam dokuz aydır aynaya bakmamıştı. el yordamıyla saçının ve sakalının durumunu anlayabiliyordu, yalnız tuzlu suyla yıkanıyor sonra, derenin denize döküldüğü yerdeki küçücük şelalenin altına girip durulanıyordu. sabun kullanmadığından, vücudundaki bütün tüyler katılaşmıştı.
değişik bir şeyler görmek istediğinde, denize yaklaşık on dakika mesafedeki köye gidiyor ve akşama kadar orada kalıyordu. köylü en azından oradaki hikayesini bildiğinden, ondan rahatsız olmuyordu. ancak kahvede ve evlerde sıkça konusu geçiyordu. onun üzerine herkes farklı bir şeyler üretmişti, kimisi kaçak, kimisi aşık, kimisi de deli olduğunu düşünüyordu.
köye gittiği zamanlarda, aynı zamanda köy odası olarak kullanılan kahve, okul, bakkal ve birkaç evin bulunduğu meydanda, bakkalın hemen köşesindeki taşa oturuyordu. bu davranış ona çok tanıdık geliyordu.
bakkala girip çıkanların verdiği birkaç parça ekmek, okul çocuklarının azıklarından onun için ayırdıkları parçalar ve kahvecinin, gidebildiği her sabah verdiği bir bardak çayın dışında onunla ilgilenen kimse yoktu.
Köyde bir köşesi vardı ve köşede bir kayası…………
xxxxxxxxxxxxxxxxxxx
okul, kurtarılmış başka bir bölgedeydi. artık büyüdüğünü hissediyordu. değişik şeyler yapmalıydı, kendini aşmalıydı. sürekli okuyordu, bakması, görmesi, dinlemesi, konuşması, hatta yürüyüşü bile değişmişti.
mahalleye sadece akşamları gider olmuştu. okulun olduğu bölgede bulunan küçük bir çarşıdaki çay ocağına takılıyordu. sohbetler artık güncele müdahale şekline dönüşmüştü. sürekli bir aktivite içindeydi afiş asıyor, duvarlara yazı yazıyor, bildiri dağıtıyor, mitinglere katılıyordu. kendini çok fazla geliştirmişti, her konuda konuşabiliyor ve kendini dinletiyordu.
evdeki ilişkiler de artık eskisi gibi değildi, yanıtlara çok yakındı ve müdahale ediyordu. böyle gitmemeliydi, değişim evde de yaşanmalıydı. baba yazları şarap, kışları ispirto içerdi. sağlığı çok bozulmuştu. ancak bu, evdeki nüfus artışını engellemiyordu ve yeni bir kardeş gelmişti. içkili bir akşamdı, anne yine dayak yerken ilk kez babasının elini tuttu, yapmaması gerektiğini söyledi. bu eylem babadan yenen dayakla noktalandı. burnu kanıyordu, ilk kez kanın tadını aldı. dışarı çıktı. yumruklarını sıktı ve o sıska gecekondunun ahşap merdiven direğine bir yumruk attı. sağ eli parmaklarının başladığı yerden kanıyor ve kemikleri gözüküyordu.
değişim çok köklü olmalıydı.
kahvehanelerden birisi dernek haline gelmişti, sokağın müdavimleri artık oraya takılıyorlardı. daha yaşlı insanlar gelip gitmeye başlamıştı. sohbetler mahalle, kent ve ülke sorunlarını çözmeye yönelmişti. derneğe üniversite öğrencileri de geliyor ve ortamı son derece güzelleştiriyorlardı. çok şey öğrendi üniversitelilerden. ancak sokağa ip gerilmiyordu artık ve özlüyordu ‘başını eğ’ esprisini, kadınların ağlama gibi kahkahaları duyulmuyordu, artık bakkal kola satamıyor, işkembeci şikayet edebileceği kimse bulamıyordu. mahalleye ciddiyet gelmişti.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
bazen sabahları uyandığında, yatağının köye bakan tarafındaki çam ağacının altında yeni pişirilmiş ekmek bulurdu. kimin bıraktığını hiç görmedi, ancak o ekmeği hep büyük bir zevkle yedi.
sabahları köye gittiğinde, daha yaklaşırken o ekmeklerin kokusunu alıyor ve çocukluğundaki simitçi fırınlarını anımsıyordu. yüzünde tıpkı eskiden olduğu gibi küçük bir gülümseme oluşuyor ve bakkalın köşesindeki taşa gelip oturuyordu. oraya gitmesinin nedeni, insanlardan kopmamak mı yoksa insanlara yaşadığını, var olduğunu anımsatmak mı olduğunu bir türlü ayıramıyordu.
artık köye her zamankinden çok gider olmuştu. köylüler ona daha çok alışmış ve görmedikleri zaman merak eder olmuşlardı. kimse ona takılmadan geçmiyordu.
en hafif tanımlamayla, köyün delisi olmuştu artık.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
ismet paşa’nın da bir delisi vardı. adı yoktu. herkes “paşa” diye çağırırdı onu. paşa’nın bıçağı vardı, racon keserdi ya da kesmesine izin verilirdi, eğlence zamanı. güzel giyinirdi paşa, inşaat işçilerinin söküklerini diken sokak terzilerinde her zaman ona göre bir şeyler bulunurdu. kahvelerin topluca bulunduğu uzunyolda panayır berberi yaşlı bir amca vardı, paşayı tıraş ederdi geldikçe, saçı sakalı. kahveye geldiğinde baş köşeye oturtulur ve hemen çayı getirilirdi. pazar günleri sıhhi banyo tamamen dolardı, paşa tam o zaman damlar, içeri hamamın eğlencesi olurdu. kimse para istemezdi, isteyemezdi; bıçağı vardı.
bir gün dernek başkanı kahvede paşayla eğlenenleri iyice paylamış ve paşayı da onurlu davranmaya davet etmişti. onur da neymişti ki, paşa bu işten hiç bir şey anlamamıştı. o günden sonra paşayla kimse eğlenmedi, racon kesmesini istemedi. en önemlisi, kimse bıçağından korkmadı.
dernekle birlikte insan görüntüleri ve davranış örüntüleri iyice değişmişti. onlarca yeni yüz dolaşıyordu sokaklarda, insanlar sanki biraz ürkek ve korkaktı. sokaklarda sürekli polisler dolaşıyor, kahvelerin herhangi birinde kavga çıktığında, aniden, nereden çıktığı belli olmayan sivil polisler beliriyor ve insanlara çok sert davranıyorlardı.
kahvelerin kapanma saatleri, insanların yatma saatleri hep değişmişti.
mahallenin etrafını çeviren bulvarlara yakın yerlerde apartmanlar vardı, bunların üst katlarında çeşitli cemiyet dernekleri ve kulüpler açılmaya başlamıştı. büyük arabalı, iyi giyimli insanlar sürekli buralara girip çıkıyor, açık camlarından sanki içerde yangın varmış gibi, yoğun bir sigara dumanı çıkıyordu. geceleri geç saatlerde bağrış çağırışlar olur, silah sesleri gelir, ancak polis onlara kahvelerdeki insanlara davrandığı gibi davranmazdı.
ara sokaklarda sıkça rastlanan, kadın çoluk çocuk hep beraber yapılan kavgalara hemen hemen hiç rastlanmıyordu artık. kimse evinin önünü süpürmüyor, çamaşırını camdan cama gerilmiş iplere asmıyordu.
dernekte yapılan sohbetler çeşitli riskler nedeniyle yapılamıyor, bunun yerine oldukça azalmış insan sayısıyla, mahallenin üst kısımlarında, araçların giremediği, ancak iki insanın geçebileceği genişlikteki sokaklara oturmak suretiyle, artık adı eğitim çalışmaları olan sohbetler, nöbetçi koymak suretiyle gerçekleşiyordu. insanlar eskiden olduğu gibi hemen kararlar alıp uygulayamıyorlardı. artık farklı düşünenler vardı ve gruplar oluşmuş ya da oluşturulmuştu.
paşa yeni durumdan hiç hoşnut değildi. kimse onunla eğlenemiyordu, onu mahalleye bağlayan sıcaklık kalmamıştı. bir sabah çay içmeye gelmedi. mahallenin paşası artık yoktu.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
çok büyük bir köy değildi. bölgedeki topraklar çok verimliydi ve seracılık yaygındı. verimli topraklar yüksek yaşam standartları üretmişti ve bölgede çok fazla köyün kurulmasına neden olmuştu. köyler arasındaki sosyal ilişkiler kız alıp vermek ve hasat panayırı ile sınırlıydı. ekonomik ilişkiler aynı türden üretim yapan onüç köyün ortak kurduğu kooperatif aracılığı ile sürdürülüyordu. bakkalın köşesinde oturduğu taştan, köyün tüm ekonomik ve sosyal hayatını gözleyebiliyordu, bundan da korkunç tat alıyordu.
düğünler genelde hasattan sonra yapılıyor ve çok keyifli geçiyordu. bu tür etkinlikler en çok onun işine yarıyordu. ona yer açmıyorlardı ama masalardakilerden payına bir şeyler düşüyordu. artık sadece böyle zamanlarda müzik dinleyebiliyordu. kulakları farklı sesler duyuyor, midesi farklı yemekler görüyordu. buradaki eğlencenin temelinde o alıştığı, bildiği tarzda davul zurna yoktu. klarnet ve darbuka ile yapılan müzik bütün düzlüğü kaplayıp, efelerin rakıyla karışık coşkusunu tabanca ve tüfek sesleriyle karıştırıp onun anılarına sarkıyordu.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
ilişkilerin daralması onu mahalleden uzaklaştırmıştı. okul yakınlarındaki küçük çarşının, giriş katının en dibindeki çay ocağında yaşananlar, çok daha ona göreydi. en azından oradaki herkes kendi kuşağındandı. okuldaki sorunlar ve onların çözümlerine yönelik üretimler, ona ülkeyi kurtarmaktan daha yakın geliyordu.
okulda öğretmen ve idareciler tarafından alınan kararlar gene onlar tarafından uygulanıyor, bu da öğrencilerin yaşamlarını kolaylaştırmak yerine daha da zorlaştırıyordu. Bir şeyler yapmak gerekiyordu; yaptılar.
polisle ilk tanışmasıydı, çok acı çekti. onbir gün boyunca, yaklaşık bir metrekare, hiç ışığı olmayan, tabanı beton ve o güne kadar orada kalan herkesin bir şeyler bıraktığı sözcükler, sloganlar ve dörtlüklerle dolu duvarlarla; üzerinde bir karışa bir karış, yalnız dışarıdan açılabilen bir penceresi olan bir kapı. hepsi bir başka acı, hepsi bir başka umut, ama ortak olan bir şey vardı ki, ondan çok etkilendi.
şöyle yazmıştı misafirlerden biri;
‘kimi zaman umut
silah olur
çözüm ise
ölüm’
direnmekti genelde yazılan, bir sonraki misafire ne yapması gerektiğini söylemekti mesajlar. onların, öncekilerin ne yaptığını merak etti hep. yaşananlar aynıydı, duyabildiği nefesler rakı kokuyordu, kalorifer borusuna asılan halı önce ıslatılıp, sonra dövülürken ev sahipleri, çaresizlikten olsa gerek, orada doğum yapmış bir kedinin yavrularını büyük bir şefkatle seviyorlardı. evin reisi küçük süt tabağını boş görmüş, birilerine bağırıp duruyordu. Hayvan severliğin en güzel örneklerindendi duydukları. reisin davranışından çok etkilemişti. onu, kutlamak istedi. ancak kolları kalorifer borusunun sıcağından yanıyordu, ellerinin nerede olduğunu anımsamıyordu ve onu göremiyordu. vücudunun bu kadar ağır olabileceğini hiç düşünmemişti ya da bir gün onu taşımak zorunda kalacağını. keşke biraz zayıf olsaydı. bir süre sonra ışık oraları aydınlatmaya başladı, bağırmaktan başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. diğerlerinin ne yapmış olabileceğini düşündü ve hücrenin duvarına ne yazacağını.
hiç yenilgi yoktu duvarlarda………….
onaltı yaşındaydı, polisle tanışmıştı, parmak izi alınmış, resmi çekilmişti. adliyeyi görmüş, hakimi, savcıyı, avukatı tanımıştı. bitkindi ve yaşadıkları çok ağır geliyordu.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
oraya ilk gittiğinde, kumsalı olmayan denizin kayalık bölgelerindeki sualtı mağaralarına dalmaya gelen balıkadamlar için düzenlenmiş pansiyona yerleşmişti. asıl işleri tarım olan bakkal ve kahveciyi saymazsak, çiftçiliğin dışında para kazanılan tek farklı alan, bu pansiyondu. sahibi emekli bir ilkokul öğretmeniydi. emekli olmadan önceki son üç yılını burada geçirmiş ve emekli parasıyla da pansiyonun olduğu binayı alarak buraya yerleşmişti. balıkadamların dışında ilk müşterisi oydu. ondan hoşlanmıştı ve en iyi odasını verdi. uzunca bir süre, içine deniz kokusu sinmiş o odada kaldı ve sürekli okudu. gelirken getirdiği kitaplar bittiğinde de yazmaya başlamıştı. sık sık önceki yazmalarını anımsıyor; ancak, lise ikinci sınıfın sonrasında neler yazdığını bir türlü çözemiyordu.
köylüler ona kuşkuyla bakıyor ve pek fazla yaklaşmıyordu. altmışlı yıllarda yaşanmış, şu anda efsaneleşmeye başlamış öyküler vardı kafalarında. sorular soruyor ve anlamaya çalışıyorlardı. neydi, kimdi, neden buralardaydı... sonra cevapları buluyorlar ve inanıyorlardı.
aradığı her şey burada vardı. aslında bir beklentisi de yoktu. ama ona öyle geliyordu. pansiyoncudan başka kimseyle ilişki kuramamıştı. insanlarla arasında bir şey vardı ve bunu çözemiyordu. pansiyoncuyla zaman zaman güncel sohbetler yapıyor; ancak, bu sohbetler çoğu kez sadece pansiyoncunun anlatılarıyla geçiyordu.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
döndüğünde, evden inanılmaz baskı görmeye başlamıştı. annesi sürekli ağlıyor, babası da sürekli bağırıyordu. hayat şartları giderek güçleşiyordu. ülkenin ekonomik durumu son derece bozuktu ve bu evlere fazlasıyla yansıyordu. yaşananlar olmuştu, yapabilecek bir şey yoktu. bundan sonra yaşanacakların önüne geçebilmek ve eve katkıda bulunabilmek için yeniden tablasını simit ve poğaçayla doldurup akşamları kahveleri dolaşmaya başladı.
ismetpaşa bambaşka bir kimliğe bürünmüş, aynı türden ancak farklı düşünen gruplar tarafından paylaşılmıştı. eskilerden pek kimse kalmamıştı. yerleşik olanlar bile ankara’nın farklı semtlerini tanımak için sürekli turistik amaçlı olduğu söylenen, gezilere çıkıyorlar ve uzun süre mahalleye uğramıyorlardı.
gündüz okula gidiyor, akşamları simit poğaça satıyordu. okuldaki arkadaşlarıyla daha az görüşür olmuştu. onları özlemişti, küçük çarşıdaki çay ocağına çok az gidebiliyordu.
dersleri oldukça iyiydi. hem bu yüzden hem de edindiği yeni kimlik nedeniyle arkadaşları arasında aranır olmuştu. şubat tatili, güzel karne nedeni ile oldukça iyi geçti. sürekli mahalledeydi ve arkadaşlarıyla uzun uzun birlikte oluyordu. karne evle ilişkilerine yeni bir boyut getirmiş ve normalleştirmişti.
bir gün dernekten, arkadaşlarıyla birlikte başka bir semte gitmeleri istendi. hiç düşünmeden yola koyuldular. bir fabrikada grev vardı ve işçilerin korunması gerekiyordu. o günden sonra dokuz gün boyunca fabrikaya gittiler ve işçileri korudular. orada yaşadıkları çok farklıydı, işçilerle sohbet ediyorlardı ve yeni birçok şey öğreniyordu. öğlenleri simit yiyip ayran içiyor, halay çekip marşlar söylüyorlardı. o hiç tanımadığı, duymadığı türkülerin hepsini öğrenmişti. önceleri duyduğunda irkiliyordu, şimdilerde söylerken irkilmeye başlamıştı.
dokuzuncu gün öğleyin tam simitlerini yemeye başlamışlardaki polis etrafı çevirdi ve hepsini gözaltına aldı. durum oldukça ciddiydi, bir önceki gün fabrikanın müdürü öldüresiye dövülmüştü. hiç ilgisi yoktu ama, o da suçlanıyordu. kimseye bir şey anlatamadı, ancak artık deneyimliydi. başına gelecek her şeyi biliyordu. sadece ilk geldiğinde kaldığı hücrede kalmak istiyordu. yine de kimseye bir şey söyleyemedi.
bildik şeylerin yaşandığı onüçüncü gün müdürü dövenler yakalanmıştı ve mahkemeye çıkmadan salıverildiler. okullar açılalı bir hafta olmuştu. önce okula gitmeye karar verdi, ayakları onu çay ocağına götürdü. herkes oradaydı ve onu konuşuyorlardı. çok sıcak bir karşılama oldu, çaylar söylendi ve uzun uzun yaşananlar konuşuldu.
hava kararıyordu, ayrıldılar. okul ile ismetpaşa arasında tehlikeli yerler olduğu için yolu uzatarak yürümeye başladı. evde yaşanacakların sıkıntısı sarmıştı; annesine, özellikle de babasına ne söyleyeceğini düşünüyordu. problem büyüktü ve yapabileceği hiçbir şey yoktu. eve gitmek istemiyordu. durdu ve yeniden yolunu değiştirdi.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
odasındaki masasında oturmuş yazarken kapı çalındı. gelen pansiyoncuydu ve jandarmanın onu istediğini söylüyordu. içi ürperdi. neden bilmiyordu, ama jandarma sözcük ve obje olarak ona kötü şeyler yaşatıyordu. çıktı. bir astsubay ve yedi er pansiyonun önünde bekliyordu. çok naziklerdi, kimlik sordular, astsubay uzun uzun kimliğini inceledikten sonra, kendileri ile gelmesini istedi.
gittikleri karakol, büyük olasılıkla rumlardan kalma iki katlı, taş bir binaydı ve ağır bir tütün kokusu vardı………….rutubeti bastıran…..girişteki geniş holdeki, tahtadan yapılmış, ziraat bankası bankına oturtuldu …….
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
her zaman, uzun yol’un dışkapı tarafından girip; mahalleyi boydan boya kat ederek eve ulaşırdı. ismet paşa….. bendderesi, hıdılırlık tepe, dışkapı, ulus arasında büyükçe bir adaydı ve yolu uzatmak adına son derece riskli olan dışkapı-ulus arasındaki bulvara saptı. Yıba çarşısını geçtikten sonra roma hamamları’nın karşısındaki dar ve karanlık yoldan mahalleye girdi. Ortalık çok sessizdi….irkildi…hiç böyle olmamıştı daha önce..silkindi ve kendine gelmeye çalıştı…adımlarını hızlandırarak, hemen bakkalın önüne çıktı…..hiç kimse yoktu. hemen tepeye koştu. o hep toplandıkları yere geldiğinde…herkes oradaydı ve derin bir sessizlik vardı….sigaralar sıkça, uzun uzun çekiliyordu…ve yüzler dumandan seçilmiyordu…..yavaşça geçip bir kenara çöktü…..anlam veremiyordu…soramıyordu….
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
alt kattan çığlık sesleri geliyordu…..çok derin ve acılı…
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
dernek başkanı öldürülmüştü…….koşarak, elinde oldukça büyük bir paketle daha önce hiç görmediği biri geldi.ortalık hareketlendi….paket açıldı ve içerisinden meşaleler çıktı…..büyük bir hızla dağıtım yapıldı meşaleler yakıldı ve sloganlar atılarak yürüyüş başladı….tepeden kahveler bölgesine inildi……dolmuş yolu trafiğe kapatıldı ve and içildi…. güneşi zapt etmeyi hiç anlayamamıştı…
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
hiç kimse umursamıyordu……oysa o kadar yakındı ki ses…..ne olduğunu anlamaya çalıştı uzunca bir süre……sanki herkes sağırdı……..hiç tepki yoktu……..
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
hareket uzunyol’dan dışkapı’ya yöneldi…….sokaklar bomboştu……
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
hızlıca düşünmeye başladı…..bankın yanındaki küçük sehpada……içinde kırmızı bir balık olan ve kırmızı suyla dolu bir fanus vardı……çevresine bakındı…yavaşça itiverdi….büyük bir gürültüyle kırılan fanustan kırmızı su yayıldı holün tabanına……
kimse dönüp bakmadı………………..
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
eline, içinde kırmızı boya olan bir teneke ve bir fırça tutuşturdular aceleyle….sokak iki taraflı olarak, yazılarla donatılıyordu…..insan seliyle birlikte……….
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
ansızın, rüyasını anımsadı…………… daha önce hiç görmediği bir köyün delisiydi…….
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
hamamın köşesine gelmişlerdi……….. yağmur başlamıştı….
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
yağmur yağıyordu ve ıslanmıştı…….bir patlama sesi duydu…...
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
bir patlama sesi duydu………………asvalt, dışkapı yönünde gökyüzüyle birleşerek bir karaltı oluşturuyordu…….ıslandı yanağı………
Aralık/2006 ege altun
şu an yanındayım
bir tohum atmaya geldim
sen
olunca
gübresi toprağın……
bir başka açar çiçek..
bir başka kokar,
kaplar….evreni…
türkiye’den başlayıp………..
hani o gün….
anımsıyormusun….
yağmurun ıslattığı caddelerde
sokak lambalarının aydınlığında
bir başına
altı çukurlaşmış gözlerini
bir noktaya dikmiş
yakın ayaklarınla
su birikintilerine
bata çıka yürüyordun………
ara sıra çakan şimşeğin
ışımalarında,
yüzün……..
yaşlı ve yorgundu……..
o gün,
sanki korku filmlerinden
bir sahne gibiydi……..
halk düşmanları var ya…..
itilmiş…toplum dışına…..
ya da bir belgesel….
hani,
saati gelen filin yürüyüşü….
içgüdüsel izlerle…..
işte…..öyle bir şey…..
yağmurun sesine karıştı….kurşun
şavkı, sesten önceydi…..
sarsıldı kalabalık….
kaskatı kesildiğinde
gerildi hatların….
sert çizgiler belirdi yüzünde….
bir yağmur damlası süzüldü
en derininden…..
gözlerin…..
gözlerin, ikinci kuşunu bekler gibiydi
rastladığında bana,
bakışlarındaki çocuk….
umut vardı….yüzünde
düşerken sen…
minik bir tebessümle karışık….
hani…
bir deyiş vardır….ozanın yüreğinde
“ bir gider
bin geliriz “
işte…..öyle bir şey…..
düştün….
sarsarak yeri göğü…..
bir ben duydum…
ben gördüm………..
seninle doldu
su birikintisi…..
kızardı….kıpkırmızı…
sanki taşıyamayacaktı,
bu utancı,
daha fazla……..
en çok acıyı su duydu…..
ağladı…..
işte….öyle bir şey……….
her yağmur yağdığında
atlarım üzerlerinden
bir damla yaş bırakıp…..benden….
hepsi bilir,
normal bir ölüm olduğunu
seninkinin…..
yada….öyle bir şey………
07/03/1985 ege altun
alıntı www.egealtun.com
YORUMLAR
Gerçekten çok başarılı bir çalışma...Uzunluğu da önemli değil. İnsan güzel yazıyı bulunca bıkmadan okuyabiliyor. Ama yazıya gölge düşüren bir husus var. Noktalamalar ve cümlelerin küçük harfle başlaması. Bu bir bilgi eksikliği değil, üşengeçlik eminim. Aynı hatayı ben de yapmıştım çünkü. Bu ayrıntı dışında gayet başarılı.
Tebrik ediyorum...
aynur engindeniz tarafından 8/7/2010 1:33:01 AM zamanında düzenlenmiştir.
İyi bir okur olduğumu düşünürüm. En azından çok sabırlı olduğumun delili oldu bu. Benden önce keşfedilmiş yazık ki. Edebiyat adına güzel bir paylaşım. Sitedeki düzyazı severlerin mutlaka okumasını tavsiye ederim doğrusu ama bu saate kadar bir yorumla kalmış olduğuna göre uzun yazılar çok da revaçta değil sanırım. Can sağolsun.