Trendeki Gözyaşlarım
Çocukluk hissiyatımla heybetli bir çıngırağa benzetirdim treni..üzerime geliyor havasına fazladan kendimi kaptırarak peronun kıyılarına dahi yaklaşmayı büyük cesaret atfederdim.bir sesti bu,beni çağıran fedakar mı fedakar,annemin sesi değildi ama.. sanki içime (veya belki benliğime) zerkedilmiş zehrin tadındaydı.Yılların kasvet ile birlikte rahmet yığması ve gözümle görebileceğim meydanlara kum tepeleri inşa eder hale gelmeleri,düşünce dünyama da apayrı bir renklilik kazandırmıştı.Kendi kum tepelerinde oynamak,kendi hayat oyuncağını elde edip kurabilmek;büyük bir cesaretlikle ifade etmeliyim ki bana yalnızlığın ayrı bir süsü gibi hediye edilmişti.
..hayal dünyamı alıp götüren ve insanı değiştiren yalnızlığıyla alevlendiren atmosfere girmiştim artık.Benliğimdeki sorular mecmuası daha henüz kapanmamıştı ama yalnızlığa sürüklenen küçük dünyalarda hep tahta kulübeciklere rastlar olmuştum.Bu bir labirent değildi asla..beni bu kesinliğe iten yüce hakikat,gözümle gördüğüm güneş pusulasıydı.Ruhumdaki halvet insanlık için fayda sağlamama esintisini bana yöneltince değişik kararlar almak zorunda kalmıştım.Her an,kaynağı nerden gelmesi muhal poyrazlara muhatap olabilirdim.El ile sabunun sürtünmesiyle köpük oluşmakta ve temizliğe giden koridor açılmaktaydı;içimdeki temizliğe ait yörüngeyi aksi istikamete yöneltmek tercihim olamazdı.Temizliğin halveti bana rehber olsa dahi hayatımın her ünitesine taşıyamazdım bu kristal masayı..
“şimendifer” kelimesini ilk duyduğumda tebessüm boşalmıştı içimden,dilimize komşu olan dilin zenginliğini her ne kadar o geceli günlerde bilemesem de.O heybetli demir yığınına bu ifadeyi yaşadığım yerde hiçbir insan kullanmamıştı..duymamış ve geleneksel refleksimizle komşu değerlere bigane kalmıştık.Seçecek olduğum fiillerin dahi türevleri farklı farklı olduğu için,zihnimdeki katarları şuan için sayfalarıma yolcu etmeyi düşünmüyorum..ama en azından o anki hissiyatımla söyleyebilirdim ki,şimendifer sesi hayatıma ayrı tonda aksetmeye başlamıştı.
Nerede insanlığa ait bir kazanç kapısı görsem ve bunun kalabalık seyahatlerle düzenlendiğini müşâhade etsem,aklıma hep şimendifer gelir(di)..kitapçılara girdiğimde bana değişik dillerden hoş geldin diyen kitapların ruhuna akseden noktayı yakaladığımda;onlardan ayrılmayışımda ve saatlerimi,hatta günlerimi verişimde..iç huzurun yakalanması adına mavera sohbetlerine dalışımda,çay molası vermemizde ve tüten o dumanın bileşkesiyle şimendiferin nefesini keşfedişimde..meğer içime bal zerkedilmiş ve ben bal ülkesini bulmuşum yıllardır..
Mermere kazıyor gibi artık gençliğimi arşive almıştım.Rahattım ve huzuru yakalayan bir kuş gibiydim.Kurmalı saati anımsatan ve hilkatine sunulmuş sevkle öten kumrular gibiydim..rüveydâ sancısını yaslandığı duvardan kaldırıp atan bir talihli veya ihtiyarlık anonsuyla beyaz başaklarını temiz toprağa döken meyve insanın gözyaşları gibiydim..gündemimden hiç gitmedi ve silinmedi gözyaşları.Ne de vefalı arkadaşmış ki gözyaşı, tren(özür dilerim, şimendifer diyecektim) yolculuklarımda ayrı bir tadı oluyordu bunun.”Cuff” deyip inlerken acaba kendi içindeki katreleri de bize dökebiliyor muydu?Biz onu kömür ile çalışır(nitekim şimdi değişti) zannetsek de,ruhundaki elmas takılarını hissede hissede ancak anlayabiliyorduk.Raylardaki hikemî yelpazenin söyleyeceği çok sözler vardı benim için.Bu uzun yolculukta bir kısım rüya güdümlü gerçekleri gördüğümde elimdeki feneri yere attığım çok olmuştu.Etrafım aydınlanmış veya kararmıştı belki ama gönlüme ilham edilen her olumlu fırsatın bende unutulmayacak hatırası çoktu.Ben bunu gözyaşı silsilemde,kimsenin(sadece gözyaşımı Yaratanın) soramayacağı bir duvara astım ve ona bakıp bakıp ağlayacağım.O uzun yolculuklarda şimendiferin penceresine her yaslanışımda bir namaz tomurcuğu oluşmuş ve o tomurcuğa nasıl sahiplenmem gerektiğini hızlı heyecan küplerimle gidermeye çalışmıştım.Nankör değildim ama bu borcun kazaya bırakılmaması benim için hayattan öte apayrı bir hayatın hecesiydi..söz vermiştim şimendiferin sahibine,bu upuzun yolculukta karşıma hangi şaki çıkarsa çıksın,cüssesi ne olursa olsun,hayatımı ve gitmezse ruhumu ödeme pahasına yapacaktım işleri.Angarya terler değildi bu akıttığım kaldırım misafirleri,gözyaşında bulduğum huzurun kılıfsız halini burada da yakalayabiliyordum çünkü.Bu,adı konulmuş yemindi, her ne kadar söz verdim desem de..yer üstünde bir kaplumbağa gibi yürümeye de aday olsam,şimendiferin bana paralel gidiyor olması değişilmez teselliydi.Onun gibi hareket eder,onun gibi sürünür , onun gibi yolları ve yılları ezerdim.Ezilmeyecek yıllarla karşılaştığımda ise,o beni ezer ve eritirdi.İçimdeki erimeler ve ezilmeler bu yılların imzası olsa gerek…
Ne izler yaşamış ve tatmıştım konforunu düşünmediğim yılların.Cazibesine kapılıp da son anda uçurumdan uzaklaştığım demlerin demsiz yelkovanlarında şimdi ne renkli ışıltılar var.Alevler ardından kıvılcım bakışlar var,terler içinde güneş şemşiyesi,ufkun kucağında yoğrulan pırıl pırıl terâne,gürleyen sobamda sükutun bezmi,kuruyan yaprakta bir yağmur taneciği,cezbeye gelen bir kalbin kükreme hamlesi,kâinatı yürüten hareketin azametini hissetme vardı..varlık yolculuğumdu benim için,mayası ve çekirdeği “hub” kökünden türevini almış kâinatın başka türlü ifade edilmesi de şu mevsimde söz konusu olamazdı.
Kabanını üzerine giymiş eflatun dağların bağrını delen şimendiferin,vicdan tortularımı kaldırmasında büyük rolü vardır.Ben onu severim,o beni sever.Bu muhabbet saykalında ortaya dökülmeyi bekleyen o kadar çok inciler vardır ki,sayısı vicdanın derinliğine bağlıdır.Vicdanım ise her zaman konuşmaz,onun konuşması genellikle gözyaşıyla tercüman elbisesi giyer.Bu elbiseyi halen üzerimden çıkarmadım ve çıkarmak da muradım değil,vücuduma akıtmış olduğum gözyaşlarım bende ağırlık yapmıyor zaten;asıl ağırlık yapan ise kaçırmak istemediğim yokuşlardır.Tırmanma şeridinde ter döken bir gönlün hafakanı bu harflerle betimleniyor olsa isabet olur.
İnsanlar gibi yaşadığımız hayat da maden gibidir.Hayat,insan ve maden..İnsan insanlık potasında eritilirse bir maden oluyor ve “insan” oluyor.İnsanın insan olması bir hayat madeninin günyüzüne çıkması demektir.Bunun için çok ısı gerek,hararet gerek;fakat kalpten dökülen terler bu harareti de almaya kafi gelir.Asıl maden,kalptir.Kalp cumbalarından süzülen gözyaşı ise kâinat arşivinde değeri en fazla olan madendir.Mahmur kristaller onunla boy ölçüşemezler,grift hayallerin iskeletinde adımlanmayan yoldur bu yol.
Başak sedirini yere sermiş ve ağırlayacağı altın misafirini beklemektedir.Bir kamelya busesi görünür bahar şafağında,ak horozun pak nefesinde diriliş sabahı öter.Kahvaltı öncesi balkonlarda ve pencerelerde burkuntu olmaz,gümüş revakların avucunda misafirler ağırlanır ve fakir fikirler döşeğini kaldırır da zengin hale gelir.Sokaktaki bağrış çağrışmalar hançer yemişçesine susar ve perdesini kapar.Sessiz eyvanda sonsuzluk taflanı yetiştirilir,ruh iklimlerinde..fecir yastıklarında teheccüt gerdanlığı muştu muştu eser..az ötede Enderun lalesi vardır yed-i beyzaya sürünmüşçesine,bungun rüzgâr okşamadan.
Bu iklimde med-cezirler ne hoştur,cezveden taşan kahve gibi sevgi omuriliği cezbeye girer.Sevginin cezbesi ne de hoştur.Ferda yalazında kaynamak ve kaynamak..tebelleş olmuş paslı duygular buharlaşır ceste ceste.Suyun kaynayan güftesinde mübah düşünceler yufkalanır.Zamanın hamurunda ne eller işler ki,gıda mutlak nimet olur.Kulakları tırmalayan figan meltemleri yoktur,uçurumdan son intihar eden de budur galiba..Tablet halinde dizilmiş ilim eserleri kitaplığı şaheser kıvamında süslerken, huzur, yol katetmeye devam eder..
Orkide bulutlar afif tanecikleri yüzüme yağdırırken uyandım bu yolculuktan..şimendiferi(mi)n içerisindeydim ve ilerliyordum.şakaklarıma kadar süzülmüş gözyaşlarımı silerken yeni bir yolculuğun kapımda olduğunu biliyordum.
Sekerâtta değildim artık,kapımı açtım ve abone olduğum hayata bu açıdan bakarak ilerledim..
Gürsel ÇOPUR