- 1142 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
24 TEMMUZ BAĞIMSIZLIK BAYRAMI
Son yıllarda Lozan’ı değişik yönlerden başarısız gösterme çabalarının arttığı apaçık ortada.Devletimiz ve Milletimiz için en az 29 Ekim kadar önemli bir gün olan 24 Temmuz Lozan Barış Antlaşması’nın Kabulü gazetelerin tarihte bugün başlıklı bölümünde iki satır ile kutlanmaktadır Milli Bayram havasında gösterişli bir şekilde kutlanması gerekirken!
Bundan 87 yıl önce İstiklal Savaşı’nı azim ve savaş gücü ile savaş meydanında kazananlar, bu zaferi bir defa da Barış Masasında tekrarlama başarısı göstermişlerdir. Osmanlı Devleti’nde özellikle son birkaç yüzyılda savaş meydanında kazandığını tartışma masasında kaybetme geleneğinin tam aksine, örnek bir politik ve siyasi bir başarıdır. İsmet İnönü başta olmak üzere Türk heyetinin ısrarcı ve vazgeçmez tutumu sayesinde kazanılmış olan bir masabaşı zaferidir Lozan. I. Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmalar içinde ‘‘ONURLU’’ tek belgedir.
İçimizdeki üç-beş kendini bilmez bu siyasal başarıyı gölgelemek için elinden geleni yapmakta kendine göre haklı gerekçeler göstermektedir Lozan’ da çözülmeyen sorunları bahane ederek. Şunu bilmelidir ki Her dönemi yargılarken o günün koşulları,sıkıntıları ve çaresizlikleri içinde yargılamak gerekir. Bunu bir örnekle daha net bir şekilde pekiştirmek gerekirse fazla uzaklara gitmeye gerek kalmadan; Kıbrıs savaşı sırasında bir çatışma yaşanmış ve bir tankımız bu çatışmada fizik kanunlarına alt üst ederek bir zirveye çıkmıştı. Savaştan sonra aynı asker ve aynı modeldeki tankı bir araya getirip askerden bunu bir daha tekrarlamasını istemişler. Askerin cevabı net ve bir o kadar düşündürücü: Bana çarpışmadaki aynı heyecanı bir daha yaşatın ondan sonra..
Bu oyunlara gelmeden, Yurt topraklarımız üzerinde bağımsızca, onurlu bir yaşam sürdürebilmenin yolunu açan Lozan Antlaşması’nın kazanımlarına sahip çıkmak ve onları korumak her Türk vatandaşının boynunun borcudur!
Bir daha ki 24 Temmuz’ları Bayram Coşkusuyla kutlamak dileğiyle…
YORUMLAR
Engin Tatlıtürk
Fikirlere her zaman menfi ya da müspet eleştiri gelir.
Edebi yazı tarzın önemli.
Sende tarz var.
Baki selam.
Gelen yorumlar güzel. Birde bakalım ünlü tarihçilerimizden Mustafa Armağan bu konuda neler söylemiş:
Lozan, Sevr’in hafifletilmişi miydi?
Kafalarımız Sevr’i bir utanç belgesi, Lozan’ı ise zafer anıtı olarak gören bir değirmende öğütüldüğü için yıllar yılı korku duvarının ardında yaşamaya mahkûm edildik. “Sevr sendromu”nun 87 yıl sonra dahi işe yaraması, onun etrafında örülen mitolojinin çarpıcı bir göstergesi değil mi?
Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalanmıştır imzalanmasına ya, biz dahil hiçbir taraf ülkenin parlamentosunda onaylanıp yürürlüğe girmemiştir. Ve aslında daha ilk günden uygulanamaz olduğu anlaşılmıştır. Sevr’in hedeflerinin asıl onayı Lozan’da gelecektir.
Gerçi Churchill Lozan için “Sevr’in sürpriz bir tezadı” demiştir. Lakin Avusturya Deakin Üniversitesi tarih bölümünden Marian Kent’in tespitiyle söylersek, Lozan’ın İngiliz politikaları bakımından fazla sürprizli bir tarafı yoktur. Kurt İngiliz diplomatları bazı ufak tefek tavizler dışında Lozan’da temel hedeflerine ulaşmış, daha 1919 başlarında İngiliz Genelkurmayı’nın Osmanlı topraklarında hedefledikleri şartları Lozan’da bize kabul ettirmeyi başarmışlardı.
Bunları niye yazıyorum? Küresel tarih açısından Lozan “zafer” mi yoksa “hezimet” mi tartışmasının anlamlı olmadığını belirtmek için. Her iki halde de Lozan, dünya sisteminin Birinci Dünya Savaşı sonrasında aldığı yeni şekli, Yeni Dünya Düzeni’ni aksatmayan, aksatmak ne kelime tahkim eden, güçlendiren bir antlaşmaydı. Zaten böyle gerçekçi bir temele dayandığı içindir ki, ömrü Sevr gibi kısa olmadı ve ABD hariç taraf ülkelerce onaylanabildi.
Neydi o Yeni Dünya Düzeni’nin şartları? İngiltere’nin kaygıları, 1) Petrol alanlarını denetimine almak, 2) Hindistan yolunu garantilemek, 3) Akdeniz ve Karadeniz’deki ticaretini köstekleyebilecek rejimleri ortadan kaldırabilmekti. Bir de milyonlarca Müslüman nüfusu yönettiği için kendisine potansiyel bir tehlike arz eden Hilafeti kontrol etmek istiyordu.
Türkiye Hilafet kozunu ancak 1924 Mart’ına kadar elinde tutabildi. Lozan’da İsmet Paşa’nın Hilafeti İngiltere’ye karşı ciddi bir kart olarak nasıl kullandığını “Muslim Standard” dergisine verdiği o coşkulu ‘İslamcı’ demeçten anlayabiliyoruz. Burada “Hilafetin hakları güvencemizdedir ve onu savunmak için bütün Türk milleti kanını dökmeye hazırdır” diyen İsmet Paşa’nın, aslında Lord Curzon’a aba altından sopa gösterdiğini görmemek için kör olmak lazımdır.
Şu pazar günü vertigomuz tavan yaptı, yeter gayrı, bunaldık, demeyecekseniz bir iki kelam da Misak-ı Milli üzerine edeceğim.
Misak-ı Milli ABD Başkanı Wilson’un ilkelerine dayanarak Arapların kendi kaderlerini belirlemeleri tezini savunuyordu. Fakat sonradan bir el Misak-ı Milli metninde ufak bir ‘rötuş’ yapmıştır. 1. maddenin Mebusan Meclisi’nde kabul edilen asıl şeklinde Mondros Mütarekesi hattının “içi ve dışında” aralarında din ve amaç birliği bulunan ve birbirlerine saygılı ve özverili Osmanlı-İslam çoğunluğun yaşadığı toprakların bölünmesi kabul edilemez, denilmekteydi. Sonradan Yeni Dünya Düzeni’ni tehdit eder gözüken, belki de Osmanlı yayılmacılığını hatırlatan “dışında” (haricinde) kelimesi metinden jiletle temizlendi (inanmazsanız inkılap tarihi kitaplarınıza bakın).
Sonuçta Misak-ı Milli hedeflerine tam olarak varılamadan Lozan’da masaya oturuldu. Ancak biz Lozan’ın hemen yalnız Türkiye sınırları içindeki kısmıyla ilgilendiğimiz içindir ki, yüzyıllar boyu yönettiğimiz toprakları nasıl bir çırpıda bıraktığımızın hesaplaşmasını henüz yapmış değilizdir.
Mesela Filistin toprakları için Lozan’da ne yapılmıştır? Hiç… Hatta görüşmeler sırasında Filistinli kardeşlerimiz TBMM kapısında günlerce, ‘Bizi İngiliz kurtlarına teslim etmeyin’ diye yalvar yakar dolaşmışlardı. Aldıkları cevap, önce oyalama, sonra da kendi başınızın çaresine bakın, olmuştu.
TBMM her ne kadar Misak-ı Millî’ye Arap halklarının kendi kaderlerini tayin hakkını ilke olarak koymuşsa da, bu yönde bir yapılanmaya gitmeden sorunu, Hilafet meselesinde olduğu gibi, rakiplerin manevra alanlarını daraltmaya ve işbirliklerini baltalamaya dönük bir strateji olarak ele almıştı.
Lozan’ın asıl tartışmamız gereken boyutu, Ortadoğu’nun paylaşılması ve sınırların yeniden çizilmesi karşısında aldığı uysal tavırdır. Ancak can yakıcı gerçek feryatta: Lozan zaferiyle diğer Arap topraklarında olduğu gibi Filistin’de de Sevr’in bütün istekleri olduğu gibi kabul edilmiştir. Üstelik Sultan Vahdettin Sevr’i imzalamadığı için o zamana kadar onaylanmamış olan Filistin’deki İngiliz manda rejimi İsmet Paşa’nın Lozan’daki imzasıyla resmiyet kazanmış, böylece İsrail’in kuruluşuna giden yolda en büyük engellerden biri daha bertaraf edilmişti.
Bir de Lozan’da Sevr’i paramparça ettik demiyorlar mı, neden bahsettiklerini anlamakta güçlük çekiyorum. Kabul edelim ki, Misak-ı Milli’yi tam olarak gerçekleştiremeyen Lozan, artık yabancısı olduğumuz Osmanlı toprakları konusunda Sevr’in hafifletilmiş bir versiyonudur. Zaten ilk ciddi muhalefet partisi Terakkiperver Fırka’nın bir hedefi de, Lozan’daki başarısızlıkların hesabını sormak değil miydi? Rauf Orbay’ın deyişiyle “Misak-ı Millimizin tamamen tahakkuk edemediğini millete açıkça söylemek civanmertlik ve hakikatçiliğine sahip olacaktık… Bir tahammülsüzlük ve sebepsiz endişe, halledilmemiş milli meselelerimizin üzerine nisyan örtüsünü çekti ve bu meselelerimiz geçen zamanla halledileceği yerde gözlerden ve dikkatlerden uzak olarak kangrenleşti.” (Bu konuşmanın tamamı “Yakın Tarihin Kara Delikleri” (Timaş) adlı kitabımda mevcut.)
Terakkiperver Fırka, topluma Lozan’ın bir Pirus zaferi olduğunu anlatacak, kazandırdıkları kadar kaybettirdiklerinin muhasebesini yapacak ve telafi yollarını arayacaktı.
Kapatıldı. İyi mi oldu? Kangren artık beynimize ulaşmak üzere. Misak-ı Milli diye diye Türkiye sınırlarını kendimize bir arslan kafesi haline getirdik. Düşünün ki, bu ülke tam 4 yıl Dışişleri Bakanlığı yapıp da sadece 3 kez yurtdışına çıkan siyasetçiler görmüştür.
Hesaplaşma kaçınılmaz görünüyor. Er veya geç…
Engin Tatlıtürk
Halen o zamanın şartları falan der. Sanki o zamanın şartlarını çok bilirler.
Beceriksizlik diyemezler.
Cephede kazanır ve masada kaybederiz de diyemezler.
Sömürgeci güçleri kandıramayanlar kendi milletini kandırır belgelerle oynayarak.
Paylaşımını okudum.
Başlı başına bir akademik yazı.
Gören gözünüzü ve düşünen beyninizi kutlarım.
Saygılar.
Resmi tarihe destek yazısı.
Temennile güzel.
Lakin Lozan zafer mi Hezimat mi daima tartışılacaktır.
Tartışılmadan her dayatmayıda doğru kabul etmek saflık olmaz mı?
Yazılamayan tarih 50 ya da 100 yıl sonra belkide farklı yazacaktır doğru bildiğimiz pek çok şeyi.
Nihayetinde açılmayan arşivler, gizli kalmış belgeler vardır devletin elinde.
Neden? sorusu gelmez mi aklınıza?
Paylaşımınıza teşekkürler.
" Adamın biri köy kahvehanesinin önünde sandalyeye oturur ve masa kurulur, sigarasını tüttürmeye başlar.
Yanındakilere anlatmaya başlar;
Geçen filan yerde 25-30 kişilik küçücük bir gurup halinde gidiyorduk.Karşıdan 3-5 kişilik büyük bir gurup geldi.
Silahları istediler verdik, eğer kılıfları isteseler analarını bellerdik demiş. "
İster bayram yapın ister kına yakın; 22.500.000 Km2 toprağı, koskoca bir cihan imparatorluğunu kaybetmiş,
Kaybedilenin 1/28 'i kalmış, İngilizler şark meselesine dair 2. milenyum planını devreye koymuş ve teker teker
hayata geçirmek ve tarih sahnesinden öldürmekle yok edilemeyeceğini bildiği bu milleti, esas değerlerinden
koparacak ve bir kaç kuşak sonra zaten geçmişle ilgisi kesilecek planlarını uygulatmışlar, bu gün tarihine,sanatına,
geçmişine dair hiçbir vesikayı okuyup anlayamacak haldesiniz, hatta evinizde asılı takvim yaprağını okumaya tenezülü
ama kulaktan duyma muhalif ve atılımlara ve hezeyanlara dair rüzgara çabuk kapılan insanlarız.
Lozan neyin zaferi ve başarısı olduğunu belgeliriyle, gerekçeleriyle, bu günü ve yarını ile bütün hukuki ve milli netice-
leriyle birlikte ortaya koymanız lazım.Kaybedilenler ortada, kazandıklarınızı ortaya koyun.Dün Çanakkaleyi geçemeyenler
bu gün sırtımızdan her gün Lozan köprüsüyle ve kaybettikleriyle zafer serhoşluğu yaşayanların paraşütleriyle geçiyorlar.
Engin Tatlıtürk
Baki selamlar.