.................Bir Huzur Ülkesi- Osman'lı İstanbul'u................
Her taşında ve toprağında kudretli peygamberlerin büyük ve ölümsüz hatıralarını taşıyan ve he her karışında nice büyük insanların izlerini barındıran İstanbul, binlerce yıldır bütün medeniyetler tarafından uğrunda savaşılan, rüyalar kurulan, çok sevilen, hasreti çekilen, sürekli yad edilen, canlar verilen, adı gibi mest eden, tertemiz, bereketli, şerefli, azametli ve büyüleyici bir şehirdir. Onun hakimi olan medeniyetler bir ölçü de dünyaya da hakim olmuştur. Nitekim bunu da haşmetli Fatih başararak, Avrupa’nın başkentini fethetmiştir.
Fatih ve onun izinde gelen hükümdarlar ın imaret ve vakıflarla, hanlar ve hamamlarla, surlar ve medreselerle, şadırvan ve çeşmelerle süslediği ve üzerine hassasiyetle titrediği bir şehir olmuştur.
Kısacası İstanbul demek, birbirinden denize ayrılmış üçüncüsünün diğer ikisinin karşısında olmak üzere, birbirine bakan üç büyük şehir demektir.
Her ulustan insan barındıran bu medeniyetler şehri, nereye bakılsa, Türklerin sarı, Ermenilerin kırmızı, Rumların mavi, Musevilerin siyah pabuçları, sandallar, Türkistan çizmeleri, açık küçük iskarpinler, Küçük Asya süvarilerinin rengarenk paçacıkları, İspanyol çarıkları o kadar çok vardır ki birine bakarken yüz tanesi görülür.
Aslında bunlara bakarken, yolda giderken dönüp bir daha bakmayı gerekktiren Türk dilberleri, erkek çocukları gibi yeşil şalvarlar, pembe veya sarı cepkenler giymiş, güzel küçük kınalı elleriyle insanları yararak, serv soyutluluğunda kalabalıktan sıyrılıp çıkarlar.
Son olarak 1800’ler İstanbul’una dair yaptığım çalışmamı, Avrupa’nın narin kentine ufak bir iltifatla bitirmek istiyorum...!
"İstanbul bir Babil’dir, bir dünyadır, alemin yaratılmasından önceki karşıkltır. Güzel midir? Harikuladedir !! Orada kalınır mı? Kim bilir!.....
Osman ATAKLI
30.07.2010
YORUMLAR
Öyle bir anlatmışsınız ki İstanbul'u, " Gitsem İstanbul'a, bir ömür İstanbul'da yaşasam, hiç ayrılmasam", "Keşke 19.yy İstanbul'unda ben de olsam" diye içinden geçiriyor insan. O dönemin halkına, değişik etnik kökenlere dair yaptığınız şirin betimlemeler küçük bir tebessüm sebebi oluyor gerçekten. Ama eğer bir çalışma ve araştırma üzerine yazıldıysa bu yazı, biraz eksik gibi. "Suriçi"ni gayet güzel anlatmışsınız fakat ya diğer taraftaki hayat? Ordaki fakir ve sefil hayat? Bunlar göz ardı edilemez sanırım 19.yy İstanbul'unda. Eğer gözlerimizi Beyoğlu'na dikeceksek, suriçindeki hayata odaklanacaksak amenna. Ama o dönemin İstanbul'una bakıyorsak, bir yarısı eksik sanırım yazının.