DÜNKÜ MEHMET
Mehmet adında bir köylümüz askerlerle selamlaşıp muhabbete dalar köy yerinde. Komutanları da gelip muhabbete katılır. Çaylar bisküviler gelir gider. Mehmet gariban olduğundan herkes tarafından sevilir ve imkânlar ölçüsünde ikramda bulunularak gönlü hoş tutulurdu. Askerlerinde kanı kaynamış olacak ki misafir olarak tutmuş ikramda bulunmuşlardı Gariban Mehmet’e... Terörün zır a zır dönemi. Herkes birbirinden korkuyor. Herkes birbirini kolluyor.
Ertesi gün arazide hayvanlarını otlatırken Mehmet’im, arama tarama yapan bir time denk gelir ve askerler: “Eller havaya” der.
Bizimkisi ellerini havaya kaldırır bekler. Korkmuştur lakin bu korku askerlerin yüzüne dikkatlice baktığında bir sevince bırakır yerini… Çünkü bu tim, dün rast gelen askerlerden ve komutanından oluşuyordu. Biraz rahatlamış gibidir dağ başında.
Komutanın sert ve emrivaki “Kimsin?” sorusuna:
“Mehmet” der usulca.
Komutan sert bir tonda tekrarlar: “Hangi Mehmet, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa mı?” diye hem sorgu hem dalga geçme maksatlı sorar.
Bizimkisi fazla detaya inmeden direk olarak şunu söyler. Nasılsa komutan ve askerlerle çay içip bisküvi yemiştir. Nasılsa onları tanıyordur, nasılsa onlardan kendisine bir zarar gelmeyecektir.
Ağzını açar ve sanki çay içip bisküvi yemiş gibi bir mutluluk ifadesini suratına nakşettikten sonra dimdik bir vaziyette künyesini söyler:
“Dünkü MEHMET komutanım.”
Komutan başını kaşır ve öylece kalır.
Dünkü Mehmet dünde kalmıştır oysa. Mehmet ne bilsin? Mehmet herkesi kendisi gibi saf bilir, temiz bilir, dürüst bilir.
Hatırlamak ya işine gelmemiştir komutanın ya da iplememiştir Mehmet’i… Oysa Mehmet pırlanta gibi bir yüreğe sahip dev gibi bir adamdır.
Biz dünkü Mehmetleri unuttuğumuz için bu hale geldik. Çarşıda tanıdık arazide yok saydık. Merkezde oturduk tarlada sildik; pazarda selamladık, yabanda es geçtik.
Bizim olan Mehmetleri gurur uğruna, güç adına, potansiyel suçluluk adına harcadık oysa. Onların hiçbir beklentisi yoktu. Onların ilgiden ve sevgiden yana başka tasası yoktu.
Biraz adam yerine konmak, biraz değer görmek, biraz iltifata maruz kalmak, biraz sırtlarının sıvazlanmasını arzulamak onlar için en büyük hediyeydi aslında. Bunu yapanlar baş tacı oldu, yapamayanlar ise iki tarafa da yazık etti.
Yapamadık bunu. Eline silah alan sanki bütün cihanın komutanıydı burada.
Üstüne üniformayı geçiren sanki kralıydı buraların.
Bir makama oturan sanki Sultan Süleyman’ıydı her yerin. Biz nerede hata yaptık, neden kaybettik demeliyiz bugün.
Ülkemin herhangi bir şehrinin herhangi bir ilçesinin herhangi bir askerlik şubesine gider geçen hafta babam, kardeşimin askerlik belgesini almak için. Oturur üç beş dakika. Sonra şubenin başkanı olan rütbeli sorar: “Ne iş yapıyorsunuz beyefendi?” diye. Babam ise yanıtlar hemen: “Emekli Öğretmenim.”
Şube Başkanı bu yanıt üzerine yarı dalga, yarı ciddi bir lakaytlıkla şunu söyler: “O zaman siz de şu partilisiniz diğer emekli öğretmenler gibi.”
Her Doğulu olan o partili mi. Her Doğulu olan şucu bucu mu?
Lafa bak çay demle!
Ortada kuyu var yandan geç.
Laf olsun torba dolsun.
Hangisi uyarsa alın bir zahmet, ya da siz okkalı bir laf yetiştirin. Dünkü Mehmetlere bir yenisini mi eklemek istiyorsunuz. O zaman yok sayın burayı, silin defterinizden, kapatın yollarını… Etiketleyin şucusun diye… Zorla şucusunculuk mu oynuyoruz. Buraya gelen amir ve üstlerin mutlaka halk psikolojisini de iyi bilmeleri gerekir.
Babam hiddetlenir ki ne hiddettir bu: “Bana bak ulan” der şubenin içinde… Bütün herkes o sesle yığılır oraya… “Beni diğerleriyle karıştırma… Alnımda mı yazıyor şucu bucu diye…” Bir güzel yıkadıktan sonra bizim başkan kırdığı potun ya da yediği haltın farkına varıp gelip babamı öpüyor, özür diliyor ve çayını söylüyor.
Biz bu yüzden kaybettik onca güzel insanı
Biz bu yüzden yitirdik onca canı.
Yöre insanını potansiyel olarak suçlu addedip yargılamadan infaz edersek sonuç tabi ki çıkmaz olur. Bu yöreyi bu yörenin insanı çekip alır bataklıktan. Aynı dili konuşan, aynı espriyi yapan, aynı türküyü çığıran insanlar birbirini anlar. Buranın insanına değer vereceksiniz. Destek vereceksiniz, hedef göstermeyeceksiniz devlete. Devletini, milletini, bayrağını seven insanlar o kadar çok ki burada…Eğer kuru bir ezber lafla devletini seven olacaksak, milletini sevecek olursak sadece nutuk çekmiş oluruz o kadar.
O zaman buradaki öğretmen açığı neden?
Doktor eksikliğine sebep ne?
Asıl milliyetçilik ve vatanperverlik bu gibi bölgelerde görev almaktır. Buradaki boşlukları doldurmaktır. İdealistlik budur bence.
Sen doldurmazsan başkası elbette ki bir güzel doldurur o boşluğu…
Profesyonel ordu derken; profesyonel eğitimci de diyelim, profesyonel amir de diyelim, profesyonel üst de diyelim.
Eğer ortada bir savaş varsa bunu sadece silahla halledemezsiniz.
Her yönüyle savaşacaksınız; kültür ile dil ile spor ile ekonomi ile…
Ve adam gibi adam yöneticilerle…
Dünkü Mehmet, bugün de vardır, yarın da var olacaktır.
Ve başımızın tacı olarak kalacaktır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.