- 1145 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Seni Hep Elimin Altında Sandım BABA
Seni Hep Elimin Altında Sandım BABA
Gözümü açtım, sen vardın…Hatıramda canlanan en uzak anılarımın başrolünde sen varsın. “Evimizin gülü” diye seslenirdin hep. 9 çocuğun en küçüğü olduğumdan avuturdun beni bu sözlerinle. “Seni gevendeler getirdi.” derdin beni kızdırmak için. Çocuk aklımla inanır, beni çingenelerden kurtardığın için minnetle bakardım sana. Yolunu gözler, abilerimi ablalarımı bir bir şikâyet ederdim sana. Bir tek sana geçerdi nazım…
Halil İbrahim bereketi vardı evimizde. İnsanlar şaşkınlıkla seyrederdi ailemizi. Memur maaşıyla 9 çocuğun nasıl okuduğunu anlamaya parmak hesabı yetmezdi. Oysa sır değildi bu. Kapıları sonuna kadar açıktı evimizin Tanrı misafirlerine. Vakitsiz çalardı kapımız. Misafirsizse soframız, boğazından geçmezdi lokmalar. Hiç kimseyi bulamazsan camiden, daha da olmazsa sokaktan tanımadığın insanları getirirdin evimize. Şehirlerarası otobüsü durdurup yolcuları evde ağırlamansa, hizmette sınır tanımadığının destanıydı. Misafirlerin duasıyla bereket eksik olmazdı yuvamızdan. Sen verdikçe daha da çok verirdi Allah.
Herkese sonuna kadar açıkken kapın, sense misafirlerin en zahmetsiziydin. Evladının evine bile gitsen, rahatsız etmemek için gün sayardın, baş tacı edilirken. Bir geliyorsa önüne, beş koyardın yerine. Nasıl misafir ağırlanacağını da nasıl misafir olunacağını da sen öğrettin baba.
Her hâlinle öğretmendin baba sen. Dünyanın, ahiret yurdu için kısacık bir yol olduğunu yaşayarak öğrettin. Komadayken “Namaz” denilince kendine gelen Hz. Ömer’in, sırtındaki hançerin namaz kılarken çıkarılmasını isteyen Hz. Ali’nin günümüz versiyonuydun baba sen. Bir vakit namaz kaçırdığına şahit olmadık hiçbirimiz. Yeri geldi namaz geçecek diye bilmediğin şehirlerde indin otobüsten, bilmediğin evlerin kapısını çalarak eda ettin borcunu. Yüksünmeden, en hasta günlerinde, ayak parmaklarına vuran şekere rağmen, doktorların su değmeyecek uyarılarına rağmen, biz kolaycı nesle inat abdestini alıp kıldın namazını son günlerine kadar.
Hastalık karşısında takınılacak tavrı da senden öğrendik baba. Grip bile olmayan sen, diyabet teşhisi konulup ilk kez hastaneye yatırıldığında duyanlar hayrette kalmıştı. Hastalığınla yaşamaya alıştın sen, hiçbir şey değişmedi hayatında, son sürat hizmete koşmaya devam ettin. “Dur, yorma kendini, hastasın” denildiğinde, “Bırakın âhir ömrümde bir şeyler yapayım, şimdi koşmazsam ne zaman koşacağım?” derdin.
Hiç hasta psikolojisine girmedin, hiç naz yapmadın, hiç duygu sömürüsü yapmadın. Gülmek, ağlamak, yemek, içmek gibi en doğal şeylerden saydın hastalığını. Oruç tutman yasakken, sen Ramazan umresine gidecek kadar tutkundun ibadetine. Vefatına giden yolun başlangıcıydı bu gidişin. O kadar koşturmaya, o kadar yorgunluğa dayanamadı bedenin. Acilen İstanbul’a getirilişin ve tekrar hastaneye yatışın. Seni hiç bu kadar hasta görmemiştik. Tüm çocukların başucundaydı baba. Hepimiz ayrı ayrı koşturunca dünyanın en mutlu insanı oldun. Ayağından geçirdiğin ilk operasyonun bizim için yıkım, senin içinse sükûnetle karşıladığın imtihanın oldu. Öyle bir insandın ki baba, o en zor günlerinde çaktırmadan hangi evladın ne kadar para harcadı bir köşeye kaydettin. İyileşmeye başlayınca, kimse kabul etmek istemese de zorla bir bir ödedin paraları. Karşındaki evladın bile olsa borçlu kalmayı sevmezdin, minnet duymayı da. Evet, öyle bir insandın ki baba, o son umreye gidişinde, ne olur ne olmaz diyerek, kimseye muhtaç olmayayım diye, istemenin aczini duymayayım diye okulu bitirecek kadar para bırakacak kadar düşünceliydin.
Zamanın, İstanbul’daki zor günleri aratacağını bilemezdik tabi. Her geçen günün eskileri özleteceğini de. Ama öyle bir hayat yaşıyordun ki baba, gözümüzün önünde erimene rağmen, dimdik görüyorduk seni. Önce gözlerine, sonra ayaklarına, sonra böbreklerine sonra da ellerine vurdu şeker. Hastanede yatmana alışır olduk. Rabbim önce ayak parmaklarını, sonra el parmaklarını bir bir aldı senden. Şükürle karşıladın. Sağ elinde kalan iki parmağınla yedin yemeğini hiçkimseden yardım almadan. Hiç acımadık sana baba. Çünkü sen en basit şeylerde kıyametleri koparan bizlere inat, belaya selam verip kahrın da hoş diyenlerdendin. Bu yüzden anlayamadık ellerimizden sessizce kayıp gittiğini.
23 Nisan’da sürpriz yapıp geldiğimde, bilemezdim seninle dünya gözüyle son kez sohbet ettiğimi. Yoksa gözlerine doya doya bakmar, sıkı sıkı sarılmaz mıydım sana baba.
Bursa’ya döndükten birkaç gün sonra tekrar yattın hastaneye. O kadar alışmıştım ki hastaneye, çok doğal geldi bana. Bacağının kesileceğini öğrendiğimdeyse dünya yıkıldı başıma. Yeniden bir araya geldi bütün evlatların. Bilincinin kapalı olduğunu görünce, kaybettiğinin bacağının acısını unuttuk. Biz seni istiyorduk Rabbimizden baba, yalnızca seni.
Doktorların , “Artık ümidinizi kesin, bilinci açılmaz, bir mucize lazım” dedikleri günün akşamında açtın gözlerini. Bilincini kaybettiğin andan itibaren kendini ölü sanıyordun. Yaşadığına inandıramadık önce. Mahşerin, mizanın sırrına ermiştin, cennet yolculuğu yapıp gelmiştin. Senden önce cennete giden bacağının yokluğunu öğrenince, “Allah verdi, Allah aldı” diyecek kadar teslimdin ilahî kadere. Belalar karşısında nasıl duracağımızı da senden öğrendik baba.
Dünyada olduğuna inanmadığın zamanlarda cenazeni sordun hep, “Cenazem kalabalık mıydı, Osmaniyeliler üzüldü mü, insanlara yemek yedirdiniz mi?” diye sordun defalarca. Yaşadığına ikna ettiğimizdeyse, ilk sorduğun şey namaz oldu baba. Her yerine kablolar bağlıyken, kablonun biri çıktığında takacak başka bir damar yokken, ölüm riskine aldırmadan ancak 2 kişinin yardımıyla teyemmümünü akıp kıldın namazlarını. Tıpkı istediğin gibi, teyemmüm toğrağını serptik mezarına, namazına şahit olsun diye baba.
Rabbim, seni bize göndermişti yeniden. Vasiyetini tekrar ettin, hepimiz öğrendik. Ne istediğine şahit olduk hepimiz. Sonra Rabbim yavaş yavaş aldı seni bizden. Yavaş yavaş alıştırdığı yokluğuna baba. Son anına kadar imanım dedin. Artık misafir olduğunu biliyordun. Öyle bir insandın ki baba, cenaze masraflarını bile ayırmıştın bir tarafa. Öğrencilere verilecek paraları, fâkirlere dağıtılacakları, hatta yemin kefâreti paralarını bile ayırmıştın. Herkes ne yapacağını adı gibi biliyordu. Ölümünde bile kimseye yük olmadın baba…
Vefatında bir kor düştü içimize baba. Ömür boyu saplı kalacak bir acı yerleşti yüreğimize. Daha yapacak çok şeyimiz vardı baba. Ben senin hayatını yazacaktım daha. Bunu sen de çok istiyordun. Ama sen hep varsın sandım baba. Seni hep elimin altında sandım…
Cenazen tam istediğin şekilde oldu baba. Osmaniyelileri yere göğe sığdıramazdın. Gerçekten de kucakladığın insanlar, sağcısıyla solcusuyla sana koştu baba. Vefa borcunu ödemek için yarıştılar adeta. Günlerce Kuran okundu Osmaniyelilerin ocağında. Bizlerse tam senin istediğin gibi, gözyaşlarımızı içimize akıttık baba, dimdik durduk, senin misafirlerin diyerek ağırladık gelenleri. Ağıt değil Kuran sesleri yükseldi evimizden. İçimizde tarifsiz bir huzur vardı. Gittiğin yerin güzelliği, vefat ettiğinde yüzüne yazılmıştı baba. Biliyorduk ki cennet bahçelerinde geziniyordun.
Bize güzel bir isim bıraktın baba, senin çocuğun olma şerefini de. Ama gün geçtikçe büyüyen bir özlem de bıraktın ardında. Seni bir daha göremeyecek olmanın acısını da baba. Doğmamış çocuklarımın senin sevgini tatmayacak olmasının sızısını bıraktın.
Evet baba, seni hep elimin altında sandım. Hoyratça kırdım, incittim seni bazen. Her şeyin telafisi var sandım. En yakınımdayken, artık ulaşamayacağım kadar uzağımdasın. Seni kırdığım için affet beni baba. Biliyorsun ki sevgim bunların hepsini silecek kadar büyük. Senin ilkelerinle, Kuran ve sünnetin ışığında sürdüreceğim hayatımı. Mekânında rahat uyu baba. Deli kızının rüyalarına uğramayı unutma…
22.07.2010
YORUMLAR
Yazınızı gözlerimde yaş okuyorum.Babanıza Rabbim rahmet etsin, mekanı cennet olsun.
Babamı onüç yaşımda kaybettiğim için, bir kızın babasıya nasıl bir diyaloğu olabileceğini, genç kız olduğunda, evlendiğinde ,
babasını yanında hissetmenin nasıl olduğunu hiç bilemedim.
Yazınız beni çok duygulandırdı, ne mutlu size ki, onunla paylaştığınız bir çok yaşanmışlıklara sahipsiniz.
Selam ve sevgiler...
Quo vadis?
Saygı ve duayla...
Hep öyle sanmaz mıyız sevdiklerimizi? Elimizin altında, sanki hep yanımızda olacaklarmış gibi...Ama gün gelir bir bakarız ki ebediyete uğurlamışız hepsini birer birer...
Çok güzel bir mektuptu.Zaman zaman gözlerim dolarak okudum. Ne mutlu babanıza ki, ardında sevgi ile anacak evlatlar bırakabilmiş...Ruhu şad olsun...Allah rahmet etsin, sizlere sabır diliyorum...
Sevgi ve saygı ile...
Quo vadis?
Sevdiklerinizle huzurlu bir ömür sürmeniz dileğiyle...
Hoşçakalın...
Okurken çok etkilendim ve ne yazacağımı bilmemenin içinde ; ancak başınız sağolsun ve Allahtan rahmet dilerken babanızın yeri cennet olsun diyeceğim. Ne mutlu ona ve ne mutlu size... Eminim rüyalarınıza sık sık çıkar ve özlemi böylelikle gidermiş olursunuz
Selametle kalın
Quo vadis?
Siz de selametle kalın...