Dizi: SENİ TANIDIM İSTANBUL/14 EMİNÖNÜ’DE EZAN DİNLEMEZ İŞPORTACILIK
İslâmbol’un Eminönü’süne gelmeden önce, Fetihtepe’den başlayıp Karaköy Yeraltı Camii’nde sona eren günlük, tarihi gezimi anlatmaya niyetlenmişken, Yeni Camii ile Bayezid’deki adab-ı muaşeretin aykırılıklarına takıldım. Kulaksız, Kasımpaşa ve Beyoğlu yakasından mühlet taleb ettim ve Eminönü’ne yöneldim.
Soldaki Atatürk köprüsünden çıkıp, sağdaki yeni Galata Köprüsü ile giriş yapılan Eminönü, meşhur Unkapanı ve Tahtakale’siyle adeta bir bağırtı beldesi. Sanki İstanbul’un bütün işportacı esnafı burada ticari hayatlarını sürdürüyorlar. Buna bir diyeceğimiz yok. Yalnız Yeni Camii ile hemen batısındaki avlusunda yer alan Hatice Turhan Sultan türbesinde 44 medfun (defnedilen) kişi, özellikle -rahatsız edilmeye müstehaklarmışcasına- her gün çorapçının, çakmakçının, etekçinin, kuşçunun, yelekçinin veya kestaneciden ayvacıya bilmem kaç satıcı müsveddelerinin terbiye edilmemiş teraneleriyle rahatsız edilmeseler, yemlenen kumruların keyiflerine ve bu yaşama tarzlarına bir diyeceğimiz yok. Maalesef bu camide, bir de Bayezid’de aynı hâl şiddetle devam etmekte.
Halbuki Yeni Cami İstanbul’un sayılı eserlerinden irisi. Onu anlamak ve idrak etmek gereği var. Yapımına 1597 yılında III. Mehmed’in annesi Sultan Safiye tarafından karar verilen Yeni Cami’nin mimarı Davut Ağa inşaata Galata köprüsünden başlar ve bu eser, 1663 yılında IV. Mehmed’in annesi Valide Sultan Turhan Hatice döneminde tamamlanır. Caminin avlusuna geniş basamaklarla çıkılmaktadır ki burada İstanbul’un en güzel çeşmelerinden biri sayılan şadırvan yer almaktadır. Avluyu 24 kubbeli revak çevreliyor. Caminin zemin plânı ise Sultanahmet’teki aynı yapılanmaya benziyor ve merkezi bir yapılanma görülen camide ortadaki büyük kubbe dört sütun ile desteklenirken dört yarım kubbe ile çevrelenmektedir. Cami iç duvarları ve sütunlar çinilerle süslenmektedir. Hünkâr mahfelinden geçilen ayrı küçük bir Saltanat Odası renkli pencereler, olmalı kapılar ve etkileyici çinilerle bezelidir.
Yukarıda da bahsettiğim üzere işportacı esnafının yığıldığı yerde kalan Valide Sultan türbesinde ise IV. Mehmed (Avcı)’in annesi ve Sultan İbrahim (Deli)’nin Hatice Turhan Sultan namıyla mahzuniyeti nakarat ediyor. Diğer bir husus da Rusya’dan esir düşerek getirtilen ve Sultan (Deli) İbrahim’e hanım olan Hatice Turhan Sultan’ın türbesinin işportacılar tarafından işgâl edilsin diye adeta Yeni Cami’den tecrid edilmiş gibi.. Çok türbede görülmez, şahid olunmaz bir lâkaydlık var. Acaba bu muamele üslûbunda; adı Deli İbrahim’e çıkan bir padişaha hanımlık yapmanın avantajını kullanarak Köprülü Mehmed Paşa’ya vezirlik bahşeden Hatice Turhan’ın, Köprülü’nün devlet idareciliği sayesinde de otorite kurarak validesi Kösem Sultan’la birlikte devleti yönetmesi –Osmanlı devletçilik geleneğine aykırılığın- hazımsızlığı mı yatıyor dersiniz?
Nerdeee.. Tahtakale’de borsacılığı karaborsadan paraborsacılığa terfi ettiren maddeci cemiyetin çıraklar teşkilatındaki aradığınız izan daha berbad da olabilirdi. Neyse yıkılmaya bahane bir tahrib sistemi uygulanmadığına göre Hatice Sultan’a: “rahat ol!” demekten başka elden ne gelir ki..
Böyle bir tarife sığan mekânda –sanırım- hür olmanın tadını ve gailesiz karın doyurmanın zevkini doyasıya yaşayan ey kumrular milleti (!) .. siz ebediyen, bir kablık buğdaylarla, yabancınız milletlerin vicdan ölçülerini, 24 ayarlık tartı kefelerinde değer testlerine tâbi tutun.. Lâkin az gerinizdeki işportacı milletinin ceddine saygıyı yağmaladığı manâ mekânı türbeleri sakın ha görmeyin. Fazla yükseklere uçmanın kanat yorgunluğuna kalkışmayın, gerek yok. Zira şu İstanbul’un en yüksek tepesindeki Süleymaniye’den beklediğiniz vakitte, beklediğiniz ilâhi sesler gelecektir ki, sizin bu seslerden daha yükseğe çıkacak gücünüz olabilir mi? Öyleyse vazgeçin yükseklerden, bu sesler kâfi size..
Hepsi bir yana, antik eşyalarda sahte modeller üretmiş bir Mısır Çarşısı’nı diğer KapalıTarihi Çarşı ile karıştırmamaya ne kadar gayret ettimse Mısır’ı Kapalı, Kapalı’yı Mısır olarak birbirine benzettim. Arada tek fark, cüsseye ve boya bakmazsanız, Kapalı denmesine rağmen, çenesi açık bu çarşıda turist dilinin fazla uzamış olmasıdır. Eşya türünden ne arasanız var olan her iki çarşıdan da tarihi ibret dışında alacağımız hiçbir şey olamaz, olmamıştır.
Hatice Turhan Sultan türbesinde, sadece türbenin sahibesi değil 44 medfun daha var demiştik ya kimdi onlar Padişahlardan Sultan IV. Mehmed, Sultan II. Ahmed, Sultan Mustafa, Sultan I. Mahmud, Sultan III. Osman ve Sultan V. Murad. Padşahlar sülâlesinden II. Mustafa’nın oğulları Şehzade Süleyman ile Şehzade Ali, kızları Ememtullah ve Fatma Sultan’lar, II. Ahmed’in oğlu Şehzade Mehmed, III. Ahmed’in hanımları Hanife Kadın ve Zeynep Kadın, oğulları Şehzade Murad, Şehzade Mustafa ve Şehzade Abdülmelik ile kızları Sabiha ve Rukiye Sultan’lar. Görüş hedefimde bir de Ayşe Sultan’ı okuyabiliyorum. Lâkin hangi padişah ile bağlantılı bu bilgiye sahib olamıyorum. Sebebi; 19 Ağustos depreminde hasar gören türbenin kabaran ve çatlayan kısımlarıyla ilgili bir tadilat dolayısıyla türbe zemini gezmek yasaklı. Sebeb bu. Erzincanlı olduğunu beyan eden bir türbe görevlisine göre türbenin açılış tarihi 1995. Türbe girişindeki İstanbul haritasında belirtilen şekli tanıtıma göre de şehrin Fatih bölgesinde (Eminönü ve Sultanahmet boyu sur içinde) 53, Eyüp’te 25, Bayrampaşa’da 1, Kabataş’ta 5, Ortaköy’de 3 ve Harem-Üsküdar mevkiinde 6 türbenin bulunduğunu öğreniyoruz. Pektabii bunların pek çoğunu gezmek ve görmek nasib oldu bize.
İşporta kıyametinden sıyrılıp kuşatma altındaki abdesthaneye vardığım anda İkindi Ezanı başlıyor. Ezan’la birlikte onunla yarışırcasına biri üç milyon, üç milyon! Diye ortalığı çınlatıyor. Abdest sonrası dönüp edebsizi teşhise yelteniyorum. Asr-ı Saadet’ten bu yana dinli-dinsiz bütün canlıların dinleyip, Tilki denen kurnaz mahlûkun saygı duruşunda manâsına vardığı Ezan-ı Muhammediye’ye üç kuruşluk kâr adına saygısızlık eden, karakteri yüzüne vurmuş bur erkek. Suratında bıyık, belden aşağı giydiği, etek.. Ahlâkını satıyor..
Kalite aynı, ebad, hacim, santim aynı.. Hattâ gramaj ve ustalık aynı.. Buna rağmen kırk adımlık mesafelerle dizilip ticaret denilen ‘kazancın onda dokuzu’nu icraya memur, resmi ve gayri resmi kurumlarda bir fiyat keşmekeşliği almış başını gidiyor. Bir örnekle; 150 inlik simidin; birinde 200 bin, birinde 250 bin,bir diğerinde 300 in Türk Lirası’na satıcı ve alıcı bulması karşısında şu Amerikan patentli sosyal yarayı, Ürdünlü Yazar Munis Rezzaz’ın Rey Gazetesi Ağustos 2000 sayısında nasıl tahlil ettiğini aktarmayı bir görev telâkki ettim;
“Bir Rus Araştırmacı, 1998 yılında yazdığı ibretli bir hikâyesinde şöyle diyordu: ‘Rus Polisi’nde görevli bir komiser, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, uygulama ağırlıkla bir eğitim kursu sebebiyle Amerika Birleşik Devletleri’ne giden ekibin arasındaydı. Kurs bittikten sonra ülkelerine dönerken, bir Amerikalı komiser, onlara şunları söylüyordu; Kapitalist bir devlet olmak istiyorsunuz. Bunun için ilk merhalede hırsızlığa göz yummalı, enerjinizi diğer suçlulara yönlendirmelisiniz. Zira, bütün ekonomik faaliyet ve müesseselere devlet sahib olduğu müddetçe, sermayedâr bir zümre yeşeremez, çalıp çırpamaz. Bu zümrenin ekonomik hâkimiyeti gerçekleşirse, sizlerin uygulamakla mükellef olduğunuz kanunları, onlar (zaten kendiliklerinden) icraata sokacaktır.”
Bu hadise, tarihi bir hakikati bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Yani kendi devletinde kendi insanını soyarak kalkınmak.
Bu ülkede yıllarca telâffuz edilen ağır sanayi, istihdamın önünü açacak ekonomik gelişme yerine meselenin tamamen zıddına yönelmiş bir Türkiye’de, talimatla sanat icra edicilerin; çoğalıp sokakları dolduran ve kendileri zabıta tazıcılığıyla teşbih edilen meşakkat ehilleri karşısında yok denecek kadar azalması, demektir ki, kendi devletinde, insanlığın kendi insanını kandırarak ve aldatarak soyuşudur. Hâl böyle olunca da Eminönü misâli ceddini unutmuş ve sadece ekmek kaygusuna düşmüş kişilikler, topluma dönüşecektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.