- 1650 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Garip Şairdi Orhan Veli
1914 . Dünya için önemli bir tarih... Sonradan 1. Dünya Savaşı olarak anılacak olan büyük kargaşanın başladığı yıl. Müzisyen Veli Kanık’ın bir oğlu dünyaya geldi. Orhan Veli Kanık... Bu büyük savaşı belki de hiç hatırlamayacak fakat ikincisini bütün duyarlılığıyla eleştirecek bir sanat adamı... İstanbul hayranı, insana ve hayata gönülden bağlı dev bir şair...
Kısa sürmüştür Orhan Veli’nin hayatı. 1914 yılında başlayan 1950 yılında sona eren farklı ve dopdolu bir hayat. Anne – babası, üniversite öğrenimini yarıda bırakan, girdiği hiçbir işte dikiş tutturamayan bu evlat için önceleri üzülmüşlerdir herhalde. Daha sonra da şairliğine saygı ile boyun eğmişlerdir. Orhan Veli ise bu başıboşluğun tek suçlusu olarak güzel havaları göstermektedir.
“Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada âşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.”
Orhan Veli arkadaşları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le birlikte edebiyatımızdaki yozlaşmış ve kalıplaşmış her şeye karşı çıkmıştır. İnsanın doğa ile sade ilişkisini bulma, saf ve katıksız bir şekilde insanı dile getirme, toplumun yazgısına iddiasız bir şekilde karşı koyma, sıradan insanların başka şairler tarafından küçümsenen duygularını yüceltme “Garip” akımının birer amacı olmuştur. Böylece yüzyıllardır asla reddedilmeden benimsenen şiir kalıpları temelden sarsılmış, yerini daha farklı ve yepyeni bir bakış almıştır.
“Garibim ne bir güzel var avutacak gönlümü bu şehirde ne de tanıdık bir çehre” diye esef eden Orhan Veli, yüzyıllar öncesinden, Horasan erenlerinden gelen bir gariplik geleneğinin 20. yüzyıldaki temsilcisidir adeta. Her ne kadar kendisi modern Türk şiirinin kurucularından kabul edilse de. Dünyada bir hayli eğleniyormuş gibidir çoğu kez. Yine de sanki ona “Sen kimsin?” diye sormuşlarcasına bir şiirinde “Bir fakir Orhan Veli’yim; Veli’nin oğluyum, Tarifsiz kederler içinde” demiştir. İşte onun garipliğinin kaynağı içinde yüzdüğü tarifsiz kederlerdir.
Orhan Veli Süleyman Efendi’nin ayağındaki nasırdan söz ettiğinde acımasız eleştirilere maruz kalmıştır. Oysa o, Süleyman Efendi’nin nasırından çok bu yaşlı adamın kimsesizliğiyle, fakirliğiyle, kendi başına bırakılmışlığıyla ilgilenmektedir. Bu şiiri okuyanların bazılarına nasır komik gelse de şair başkalarının derdine yanabilen bir kalple yapayalnızken ve aniden gelen bir ölüm için hüzünlenmektedir. Zira ölüm “Olmak ya da olmamak” meselesine kafa yoranlara da bu fikri ömrünce hiç duymayanlara da gelmektedir.
Sık sık efkârlanırdı Orhan Veli ruhsuz, maddeden başka bir şey görmeyen çağdaşlarına inat: “Mektup alır, efkarlanırım/ Rakı içer, efkarlanırım/ Yola çıkar, efkarlanırım/ Ne olacak bunun sonu, bilmem/"Kazım`ın türküsünü söylerler/Üsküdar`da /Efkarlanırım.” Yaşamak onun için vaz geçilmez bir şeydi. İnsanları koşulsuzca ayırt etmeden seviyordu. Çok çabuk âşık olup aşkıyla mutlu olmasını da biliyordu. Tertemiz, yalandan ve riyadan uzak bir kalbi vardı onun ki bunların hepsi bir insan için başlı başına bulunmaz birer hazine hükmündedir. Öyle paraya pula önem veren biri de değildi o. Fakat yine de akşam olunca, yola çıkınca ya da hazin bir türkü duyunca efkârlanmadan edemezdi. Bu anlamda Orhan Veli, kendisinden ayrı bir dünyanın insanıymış gibi değerlendirilen Ahmet Haşim’e ve onun şiirlerinde söz ettiği melale aşinaydı. Çünkü tıpkı Yahya Kemal gibi, rintlerin gönüllerini yakan kederi duyuyordu kalbinin ve kafasının taa en derinlerinde.
Niçin şiir yazar şairler işlerini güçlerini bir yana bırakıp? Kimi dünyayı değiştireceğini zanneder şiir aracılığı ile. Kimi isyan eder. Kimi över bir şeyleri. Kimi de ekmek gibi, su gibi muhtaçtır şiir yazmaya. Orhan Veli ise içinde büyüyen bir derdi anlatmak ister. İnsanlara bir yerden söz etmek ister. Epeyce yaklaştığı fakat anlatamamaktan yakındığı bir yerden. Bu yüzden haykırır bu neşeli gözüken oysa mahzun bakışlı şair: “İstanbul’un orta yeri sinema, garipliğim mahzunluğum duyurmayın anama!”
Ağladığında mısralarının arasından sesinin duyulmasını, gözyaşlarına ellerimizle dokunabilmemizi hayal eder Orhan Veli. Kelimelerin anlatmakta kifayetsiz kaldığı, şarkıların güzelliklerini kendisine borçlu olduğu bir derdi anlatmak ister sadece o. Öyle bir derttir ki onun başındaki ekmek parası, yürek yarası gibi tanımlamalarla tasvir edilemeyecek bir özelliğe sahiptir.
Hüzne yakın, efkârlanmaya yatkın olsa da kendisi, yaşama sevinci Orhan Veli’nin şiirlerinde en çok rastlanan temadır. Güneşin doğuşu, dalında birden bire açıveren çiçek, dalgalanan deniz, gökyüzünde tasasız uçan kuşlar onu mutlu eder. Sabahleyin yatağından kalkmak, gece uykuya dalmak, sokaklarda gezmek, bir dostla sohbet etmek kısacası hayata dair her şey onun vazgeçilmez tutkusudur.
Hayatla dalga geçer Orhan Veli zaman zaman. Gelip geçici oluşuna isyan ettiğinden midir? Yoksa hayatı fazlasıyla ciddiye alanları mı eleştirmek ister? Bilinmez. Dalgacı Mahmut şiirindeki ruh haline bakılacak olursa, ona göre bir şairin en önemli görevlerinden biridir hayatla dalga geçmek Çünkü hayat her fırsatta dalga geçmektedir insanoğlu ile:
“İşim gücüm budur benim
Gökyüzünü boyarım her sabah
Hepiniz uykudayken
Uyanır bakarsınız ki mavi
Deniz yırtılır kimi zaman
Bilmezsiniz kim diker
Ben dikerim
Dalga geçerim kimi zaman da
O da benim vazifem
Bir baş düşünürüm başımda
Bir mide düşünürüm midemde
Bir ayak düşünürüm ayağımda
Ne halt edeceğimi bilemem”
İstanbul. Birçok şairi kendine âşık eden büyülü şehir… Orhan Veli’yi de kendisine bağlamış. Bu eski ve güzel şehrin sokakları, meydanları, camii avluları, çarşısı-pazarı, insanları Orhan Veli için ayrı ayrı şiir konusu olmuş. Şair güzel bir besteye benzettiği İstanbul’u bazen gözleri kapalı dinlemiş, bazen sokaklarında başıboş dolaşmış, bazen de bir gün ayrılma ihtimaliyle yanmış. Kıyıp da bir taşıta bile binmemiş İstanbul’da, gideceği çoğu yere yürüyerek gitmiş. Yürümeyi çok severmiş besbelli Orhan Veli. Ya da kardeşi Firuzan’ın de dediği gibi çoğu kez parasızlıktan yürümüştür Beyoğlu’ndan Sarıyer’e kadar ıslık çalarak.
Hayata bir çocuk saflığı ile bağlı olan Orhan Veli yaşamaktan memnundur. Fakat zaman zaman da olsa hüzünlenmeden edemez. Bu hüznün gerçek sebebini hiçbir zaman açıklamamıştır. Bizlere sadece tahmin etmek düşmüştür. 2. Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllarda dünyada sergilenen vahşet miydi acaba onu hüzünlü kılan? Yoksa ümitsiz bir aşk hikâyesi mi? Yoksulluk mu? Kimsesizlik mi? Asla bilemedik sırrını bizimle paylaşmayan şairin gerçek derdini.
Orhan Veli... Türk Edebiyatı’nın başıboş ve romantik şairi... Az yaşadı fakat çok düşündü, çok hissetti. Hiç evlenmedi fakat çok âşık oldu. Erken gitti kervanların gidip de dönmedikleri yere. Geride birbirinden güzel şiirler bırakarak…
YORUMLAR
Az çok tanıdığımız değerli şahsiyetleri güzel şiirleri ile süslü bir yazıda yeniden paylaşımınız çok güzel olmuş.
Orhan veli de güzel çalışmaydı.
Güzel bir kaleminiz var.
Titiz çalışıyorsunuz.
Tebrikler.
hatice eğilmez kaya
edebi zevki olanlarca takip edilmek
ne güzel...