- 903 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kardelenler Yalnız Ağlar
Yaşama düşülen notlarla albümler hazırladık biz geleceğe
Kor yalnızlıklarımızın nehirleri hiç bulamadılar Kaf dağını
İçimizde zümrüt yeşili bir dağ, ülkümüzdür hüzünlü halaylar
Çığlıklarımız derindir dostlar, çünkü ‘kardelenler yalnız ağlar’…
Evet sevgili. Hepimiz bir bekleyiş afetinde gecenin içinden gelen perileri karşılarız. İçimizdeki atlıların dünyayı turlamak için çıktıkları seferlerden dönüşünü beklerken, deşildikçe kanayan, kanadıkça bizi hazin ağrılara iten elim bir yaranın ertelenmiş sargılarını yoklarız, titrek ve okşanası ellerimizle.
Şüphedir kol gezen içimizde, karanlık ve serkeş gecelerce. Hayat iksiri dediğimiz acı şerbetlerde bir virüs yer bitirir bizi. Kimi yorgun bir kral, kimi de hüzünlü bir kraliçenin kentinde uykusuz geceler geçirir, bedeli arzuyla ödenen aklımızın derin kuyularında kendi çıkrığımızın kemendi oluruz.
Hiçbir rüyamız tekin değildir oysa. Endamımıza çivilediğimiz kader çarkının çürük tahtalarına gözyaşlarımızı düşürdükçe, korkularımıza da aldırmamayı öğreniriz. Güneş vurmayan odalarımızın köşelerinde okuldan kaçtığımız günlerin saatlerini yeniden kurar, anahtarlarını bir daha bulamayacağımız çocukluğumuzun oyuncaklarını özleriz. İnfialimiz sabırdır, ölüme diş bileyen sorgusuz kalabalıkların içinden sevgiyle geçerek, yüreğimizin ışıklarını sonsuza dek yakmak isteriz.
Adını koyamadığımız sevda denizlerinde frekansı hep ayrılığa çıkan şarkılarda sana dökecek gözyaşım kalsaydı eğer, ‘al senin olsun’ derdim, gülüşlerinle değiş tokuş ederek. Avcısının sadece kendimiz olduğumuz derin ormanlarda insafsız tuzaklarla ömür sürmeyi severiz. Bunca yıldızın ışıdığı gecelerde içimizi buran aromalı tutkularla kolaçan ederiz yüreğimizi. Bir zaman sonra hiç hatırlayamayacağımız bir rüyanın tabirine zihin yorar, düşlerimizin yitik kıyılarında hülyalı şarkılara kadeh kaldırırız.
Şirindir oysa Rana’mız. Kapısını tırnakladığımız hücre yalnızlıklarımızın bileti dönüşe kesilmemiş düş yolculuklarında mutluluğa ramak kalmışken, aşikâr fırtınalarda üşürüz. Acıkmışlığımızı anımsarız sonra, buzlu bir tabaktan yargıları ayıklar, akıntıda rapsodi yaşarız. Arlanırız, bütün sevgi sözlerine tok karınla gülümser, gönül içinde rüzgâr yalnızlıkların hazin sesini dinleriz.
Değişen, zamandır anlayacağın. Sözle düzelmez, közle sınanmaz gerçeklerin sayıklamalarında yüreğimizde dil izleri, ruhumuzda aşk türküleri ile takvimlerin yapraklarını yolarız hoyrat ellerimizle. Yaşamın huzmesinden sızan ışıklarla sendeleriz bir zaman sonra. Sevdaya ve aşka yazdığımız mektuplar birikir köşelerde. Ruhumuza yakıştıramadıklarımız, endamına yakışmadıklarımızla ve umutların bilinmeyen uğraklarında ezgin kanar içimiz, umut yorgunu, sevi fakiri kalırız.
Pusat bir saklının yarına taşınacak yükleri bekler avlumuzda. Bobinlere sardığımız özlem kokularıyla geleceğe mektuplardır kim bilir yaşadıklarımız. Bu kalabalık insan harmanında adresi ayrılığa çıkan, şifresi hiç çözülemeyen anlatılarla büyürüz. Hıçkırıklarını hiç duyamadığımız kardelenlerin kentlerini arayarak gözlerimizin altında büyüyen derin halkalarla kalırız bir zaman. Aşka mendil salladıkça, sevdaya şiirler karaladıkça, biz kendi bataklığımızda boğuluruz.
Kelepçeliyiz işte. Duldası yürekte sonlanan bir aşka çadırlar, nice sevdalara kurt kapanları kurduk dağlarımızda. Yaşanılanları terk ettik, yaşanılacaklara umutsuz yelkenler açtık ve biz hala pes etmedik. Köstekli vedalarımız oldu kimi, kıyım hasretlerin terkisinde cüce kaldık, yaşamak ve sevmek şiirlerinde yüceliğin tadına vardık.
Ve ansız ışıklar düşerdi yüzüne, ellerin tele uzanır, dudaklarından dökülürdü yüreğin, eski bir anıyı hatırlarcasına. Kasım beklerdi kapında, üşümüş ellerini uzatarak. İçeriye alamazdık anıları, bilirdik ki, ‘hoş geldin’ demekti en zor olanı. Üşümüş zemheri ayazına yatırarak gülleri en ağır sevilerde vefa arardık. Tüm yargıları unutarak yaşama tutundukça, alıp başımızı gitmeyi bu yüzden sevmezdik.
Yaşadıklarının hüzün yumaklarında ne dinleyeceksin dilimden? . Evrene sığmayan o büyük sevgiler nerede hani? . En katmerli günahlarımızla, en korkunç yargılarımızla, kırılan kanatlarımızla şiirler dökülmez mi dilimizden. Daraldıkça boğazımız, ırmaklara şiirler salarız biz. Biliriz ki, aşk anımsandıkça kanayan bir yara, günü gelince gizli gizli ağlarız.
Hercai iklimler uzak ürperişleri çağırır soframıza. Biliriz ki, bir gözde, yaralı bir yürekte ve yaşanmamış bir gönülde dolaşır sevda. Hep anlarımızda gizlidir, tanımını bilmediğimiz vefa. Mangal gibi bir yürekle, anılarda veririz en sonunda mola. Anla ki, hangi kapıyı çalsan ayrılık, hangi yüreğe dokunsan yalnızlık.
Paslı bir pranga aldanışı taşır şimdi bedenimin sağrısı. Yoksun ve toksun günlerdir sözlerime. Yaslı bir güz ağrısı sızlar arada gönül hücremde. Uzak bir yolsun ve doygunsun gelemeyişlerime. Sessiz bir çığlıktır şiirlerim, yankısız ulaşır evrenin en kutsal lâbirentlerine.
Duy sesimi işte, tınısından aşkı çıkar şimdi gitarının tellerinden. Hüznü bol, coşkusu az titreşimlerle inlet evreni. İçine sözlerimi sal, istersen sevdamı çal, gülsün gitar. Dola diline ve tekrarla, ama sakın ağlama. Düşmesin teline keder, bil ki gül dudaklım sevgi ve sevda, inadına AŞK eder.
Selahattin Yetgin
Bu şiirin hikayesi:
Hayalle gerçeğin dar gelirli yaşantısında inancımızdır sermayemiz. Sevdikçe yürekli gülüşler büyütürüz yürek saklılarımızda. Oysa, hayatın içindeki yanlışlara karşın eski sevgilerle donatılı gezeriz. Mendilimizi sevgili işler, yüreğimizin alyansında aynı kişi gergefe düşlerini serer.
Zamandan ve anlardan ödünç kareler alarak alışkanlığımızdır sevmek. Göz göze geliriz onunla, bir kuş kanadında yolculuk eder, karlı dağları aşarak isimsiz kardelenler ararız kendimize. Ağlayışlarına kapılır, içimizdeki efsane ağrılarla hayata katılırız.