- 469 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Şairler Kadar Sevemez miyiz?
Yirmi birinci yüzyılda insanlık, kan ve gözyaşıyla dolu olan tarihini sorguluyor.
Oysa şairlerin hayal ettikleri dünya bu değildi.
Onlar barış içinde yaşanan; kinin, kavganın ve kötülüğün olmadığı bir dünyanın şiirini yazdılar.
Acaba birbirimizi sevmek çok mu zor? Bizim gibi olmayana ya da bizim gibi düşünmeyene hoşgörüyle yaklaşmak imkânsız mı?
Bu satırları yazarken bile dünyanın dört bir yanında cinayetler işleniyor, birileri bir başkasına zulüm ve işkence uyguluyor. Kötülük her dönemde olduğu gibi iyiliğin karşısında görünürde de olsa galip…
Türk Edebiyatı’nın en başarılı hikâyecilerinden biri olan Sait Faik “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” diyor. Fakat insanlar koşulsuzca sevmeyi başaramıyorlar. Yani sevmek için mutlaka bir neden arıyorlar. Bir insanı sadece insan olduğu için, aynı gezegende, aynı havayı soluduğu için sevemiyorlar. Onlar için “ötekiler” kavramını oluşturmak nedense hep çok daha kolay oluyor.
Şairler sıradan insanlar kadar zorlanmıyorlar başkalarını sevmekte. Koşul aramıyorlar, sebep öne sürmüyorlar, kini önermiyorlar. Zira onların görevi insanlığa doğrudan, güzelden ve iyiden yana ne varsa tavsiye etmek; yanlışı, kötüyü ve çirkin olanı yerden yere vurmaktır. İçlerinden bir ses onlara “Seviniz” der daima.
Binlerce yıllık Anadolu felsefesinin birer incisi olan Yunus Emre’yi ve Mevlana’yı hatırlayalım. Onları üstün kılan özellik, sevebilme yetenekleridir. Onlar bazılarını sevip bazılarından nefret etmezler. Yunus’un deyişiyle ‘Yetmiş iki millete aynı gözle’ bakarlar.
Mevlana insanlara ümitsizlik kapısını değil sevgi ve hoşgörü kapısını açıyordu. Onları putperest de, kâfir de olsalar, tövbelerini de bozsalar bu kapıdan içeri girmeye davet ediyordu. Her milletten insan ona gönlünün kapısını bu yüzden açmış olsa gerek… Bir kişi karşımıza geçip bizi sevdiğini söylerse taştan değil ki yüreklerimiz karşılık vermeyelim ona.
İşte bakınız, büyük sevgi ustası Yunus Emre davası uğruna can alan, gönül yıkan herkese çağlar ötesinden haykırıyor:
“Ben gelmedim dava için.
Benim işim sevi için.
Dostun evi gönüllerdir.
Gönüller yapmağa geldim.”
Hiç mi duymazsın insanoğlu? Yoksa sağır mı oldun? Duyuyorsun da yoksa ey insanoğlu, işine mi gelmez?
Sadece Âşık Veysel gibi dünya gözüyle değil gönül gözüyle görenler duyarlar Yunus seni:
“Veysel sapma sağa sola
Sen Allah’tan birlik dile.
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası”
İkinci Dünya Savaşı’na tanıklık eden Orhan Veli, şiirlerinde bir dertten söz eder dururdu. “Harbe giden sarı saçlı çocuk, yine böyle güzel gel” demişti. Oysa o çocuk cepheden sakat dönmüştü.
Edebiyat araştırmacıları Orhan Veli’nin derdinin ne olduğunu sadece tahmin edebildiler. Kendisi, içindeki ‘tarifsiz keder’den söz ederken: “Ekmek parası desem değil. Yürek yarası desem değil. Bir dert ki çekilecek gibi değil.” diyordu. Orhan Veli kadar içli bir şair için milyonlarca masum insanın dört yıl kadar kısa bir süre içerisinde (1940-1944) öldürülmesi, bir o kadar insanın sakat ya da yurtsuz kalması önemsiz bir dert midir sizce?
Orhan Veli’nin derdini, komşusunda olup da kendisinde olmayan bir eşya için üzülen kadınlar, cebindeki paranın azalmasına kafasını takan adamlar, büyüklerinden sevmeyi değil kavga etmeyi öğrenen çocuklar anlayamazlar her halde.
Onun derdini anlayan, en az onun kadar dertlenen kişi yine bir şair olmalı:
Kız Çocuğu
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâğıt gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.” Nazım Hikmet- 1956
Ne yazık ki dünya tarihini Orhan Veli, Yunus Emre, Mevlana, Sait Faik, Aşık Veysel gibi şairler değil; Hitler, Mussolini, Pinochet, Karaciç gibi zalimler yazıyorlar.
Milyarlarca yıldır uzay boşluğunda dönen, bir zamanlar masmavi olan bu gezegenin milyarlarca yıllık daha ömrü vardı. Fakat bugün yüzyıl sonrası için bile kuşkuluyuz. İşin tuhafı suçlu olan insan nesli bunun farkında; hiç kabahati olmayan böceklerin, hayvanların ve bitkilerinse hiçbir şeyden haberi yok. Sayemizde (?) çıkan orman yangınından bizim kaçıp canımızı kurtarırken masum bir kaplumbağanın yanması kadar acı bir durum bu…
Dünyanın yegâne bencil yaratığı olan insanoğlu hem kendini hem de dünyayı yiyip tüketmekte.
Son sözü Yunus Emre söylesin:
“Gelin tanış olalım.
İşi kolay kılalım.
Sevelim, sevilelim.
Dünya kimseye kalmaz.”
YORUMLAR
Çok güzel bir yazıyı kaçırmışım.
Kaçırmasan eğer; GÜNÜN YAZISI der 10 Puan verirdim.
Paragraf aralıkları bir satır verilmeli. Daha kolay okunuyor.
Selamlar.
hatice eğilmez kaya
paragraflarla ilgili ikazınız için de ayrıca teşekkürler
bundan sonra dikkat edeceğim...
Alkışlıyorum yazınızı. Bu gece vaktinde beni bile bir kalem-kelam nöbetcisi olarak duygulandırarak düşündürdünüz. Maalesef her kez 2 dakika ayırıp okumaz bu yazıyı, oysa önemli konulara değinmişsiniz. İnşallah bencilliğimizden az da olsa vazgeçeriz..
Sevgilerle..