- 586 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir’i Sevme İçgüdüsü
Yola çıkınca kervan eylenmeyip gitmeli. İsyan eden eşyadır gönül veren ebedî...
Gecenin sihirli sesidir bizi çağıran, karanlık her sözü aydınlat ey zaman. Söyle ki bilelim: Yolunu yitirmez hiç kimse eğer severse.
“Bir’i sevmek” içgüdüsü ezelden aşinası olduğumuz bir his... İnsan sinesi gümüşten... Fakat içinde gizlenen –ki kâinatın en değerli nesnesidir, o gelince cümle dertler tükenir- Yakut mudur? Zümrüt müdür? Yoksa safir mi, bilmem...
Sevdikçe değer kazanır, sevdikçe yücelir insan. Fakat ille de ve her şeyden önce Bir’i sevmeli. O’nun sevgisinden yola çıkıp cümle varı sevmeli. Yoksa cefasından sefası görülmeyen; dönen, döndükçe harelenen bir âlemde ölümüne yaşamak çekilir mi?
İstiridyeye bakınız. Ömrünü bir inci tanesine vakfetmiş. İçe doğru kapalı ve kımıltısız duruyor masmavi suların içinde... Ne ağlıyor ne de gülüyor. Suyun mavisine, yosunun yeşiline, balığın saydamlığına hayran bembeyaz bakıyor etrafına. Kendi harıyla kavurduğu incisine vermiş sevgisini tek. Ondan ayrılacağı günün endişesiyle harelenmekte yüreği... Okyanus rüzgârları nefesini serinletmese, bu endişeden yanıp küle dönecek belki de. Her şeye rağmen o da vazgeçmiyor “Bir’i sevmek” sevdasından. Ettiği sitemlere kanmayınız incisini kaybetmiş bir istiridyenin, binlerce yıllık macerasına kulak veriniz sadece, bir sahilde eğer elinize geçerse...
Kader pişman olmamayı emreder elemli ruhlara. Yabancı bir yüze selam verir gibi döner her sabah dünya. Geceleri düşlerimde yalvarırım sessizce. Kimse beni sahipsiz sanmasın diye.
Sesimi yalnızca Sevdiğim duyar. Cevabını yüreğim. Asi dilime seslenirim sonra usulca:“Lâl ol ey dil lâl ol, Yâr’ine lâl ol.”
Yapayalnızdır insan sonsuz bir sahildeki kum tanesi kadar. Rüzgârın acımasına hasret
Ömür boyu şifalı bir nefes arar. Sadece bu yüzden ah, sadece bu yüzden aramayı buldu biçare gönül bulmayı kaybetti; hasretine daldı Yâr’inin kavuşmayı reddetti.
Bin harabe saklanır gülümseyen neşesinde baharın. Yıkıp gider kaleleri fırtınası zamanın. İçimdeki yabancıya dönüp yüzümü, boynu bükük yalvarırım:“Kul ol ey nefis kul ol, doğruya kul ol”
Sessizliğinin buğusuyla ıslandı saçlarının telleri mehtabın... Yapayalnız bir gemi yanaştı yavaşça iskelesine yılların. Yolcusu sevinçlidir bir ihtimal, gideceği yere önceden kendini hazır etmişse ya da orada kendini bekleyen bir Yâr’in ezelî ve ebedî çağrısını işitebilmişse.
İki martı hayal ediniz, bir geminin güvertesinden seyretsinler hayatı. Yan yana baksınlar derin sulara, uçsuz bucaksız göklere... Sevmeye meyyal olsun birisi, öteki sevilmek için yaşasın. “Birinin elinde bir kadeh var” kabul ediniz, içinde bade değil zehir... Öteki bilerek zehrin tesirini içmeye çoktan hazır. Dert ehli olan martı ısrar ediyor olmalı Bir’i sevmekte; neşeli olan, kalbini çok büyük sanıyor ki, kendi kadar küçük bir mülke çokluğu davet etmekte. Oysa hakikatin ta kendisi şu: Bir sarayda bir Sultan olur yalnızca. Gerisi yalan düzen, gerisi düpedüz masiva!
Hasadı bekler başak bedeninden ayrılırken duyacağı acıyı bilerek. Korkarak ve ümit ederek...
Öyle bir yaşamalıyım ki aslım gibi kalmalıyım. Özümdeki cevheri incitmeden, tertemiz benliğimi madde ile kirletmeden. Doğduğum gibi ölmeliyim.
Acılarımızdır var olduğumuzun en sağlam şahidi. Oysa bilirim göremeyiz karanlıkta noktayı gönül olmazsa rehber. Göz aşamaz menzille aramızdaki engeli:“Kör ol ey göz kör ol, kötüye kör ol”
Akılları sarhoş eden şarap rengindedir su. Gün batarken gurubun kucağında... Hayal kırıklıklarımızdır ümidin tükenmeyen uykusu.
Bir feryat duyulur bazen kalplerimizin mahzenlerinden. Küllerini çöle savuran kendi zehriyle yaralanmış akrebin can çekişmesini andıran... Beklemektir aslında Sabrın ve tahammülsüzlüğün yurdu... Istırap yalın halidir aşkın... Bir ölü sapsarı ve upuzundur hayatın karşısında. Üzerinde sessizlik beyaz bir örtü... Yaşarken dilinden ne de güzel sözler dökülmüştü. Nereye gitti o güzel sözler? Kuşların kanatlarına mı takıldı?
İkindi yaklaştıkça tenha yanımıza, her şey gözlerimizden uzaklaşır yavaşça. Zahirde eşya bizleri terk etmekte aslında bir kelebek ömrü gibi kısacık olan ömürlerimiz tükenmekte.
İnadına yaşamakta insan bir an bile tereddüt etmemeli. Ağaçlar her zaman ayakta kıskandırmak için bizleri. Yalan söyler dilim ben en çok kendime acırım. Gözlerimin içinde
ışığa gülümseyen yemyeşil yaylalar gizli... Beklemeli der daima beklemeli.
Vakti gelince sabah kırmızı yeleli bir ata biner, içi lâl, dışı lâl bir ufka gider. Rüyadan ayrılmışlığın matemi var yeryüzünde. Bir sürgün yeri dünya başı sevdalı her ruha...
Değil mi ki canlar ölümsüzdür...
Rüzgâr essin, sular savrulsun, beden ölsün yorulunca ağlamayın sakın ha...
Not: Bu denemem Temrin dergisinin Haziran sayısında yayımlandı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.