- 1203 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EKMEKÇİLERİN MUSTAFA ARDAHAN ÖYKÜLERİ 115 (kitap)
( SOFİ ASLANGÖRÜR dedeme ithaf ediyorum.)
Asker Aras’ın eski kahvesi. Kavağı: Kamyon ve yük gırla.
Toz kopunca zibili açıkta oturan müşterileri; kahve’neye geçmeye mecbur etti.
Çay tabağını alan kapalı kısma doluştu. Çayını bitiremeyen ihtiyar başı papaklı adam söyerek en son girdi.
Zibil çay bardağının yüzünü bulamıştı.
Nekes biriydi. Beş günde bir bardak çay içerdi. Bugünü de it’e paran olmuştu.
Garson çay parasını toplamaya bir an evel başladı: "Hortum, rüzgar daha şiddetlenir tahsilatı yapamam mı?" dedi. Ne vejleyse. Şeytan aklına kim bilir, ne soktu? Zaten mahana bekleyen müşteriler pırrrrrrr... kaçtı, kaçacaktılar.
O esna; bunun çayını da verdiler. Ne dersiniz? Sayın okuyucular?
Allahını seven, bunun hiç mi hiç sesi çıkmadı. Razı geldi. Bir kuruşla başı beraberdi..
Elin adamının fazla günahını almayalım.
Lazım değil.
Hoşuretli ey bir adam vardı. O an; Aras Kayfenesindeydi.
Alayı içeride kilitli. Kul oğlu kırpanamadı. Kars’a gideniz varsa bilir. Hey gidi Kars... gidebilmek, gezebilmek eskiden fermana mahsustu.
Yol yoktu. İz bula mı bilirdin? Eski Garaj’ın arkasında han vardı orada Araslarındı. Bunlar çok zengin insanlardı. Yeşilyurt Lokantası bunlarındı. Hala öyleymiş, icara veriyorlarmış. Satmamışlar.
Çok yerleri satmalarına karşın bir kaç önemli mülklerine değmemişler.
Asker Emi mal-mul alırdı. Ağır tüccardı. Ben görmüştüm onu.
Temel Palas’ın sokağından gelerdi. Soranlara: Kakıllayarak; Temel Yıldırım’ın sokak uğurludur derdi. Orta boydan az yukarı nur yüz bir insandı..
Erkek uşakları uzun boylu, sakalları bakımlı ve rabıtalı, kısa kesili saçları, boy bos olarak; Kıvanç Tatlıtuğ hepsi, yakışıklı ve manken gibi gösterişli gençlerdi.
Kimseye ilişmez, efendi, az konuşan kendi hallerindeydiler.
Garajda ki yazıhanelerinde gusto’larını terk etmeden yaşadılar. Örnek diye seyrederdi diğer gençler.
Hoşuretli kapının ağzından yola fırtanaya hayran hayran bakıyor.
Hastaneden çıkmıştı. Ardahan’a gidecekti. Verem hastalarının da kaldığı, tedavi gördüğü " Memleket Hasta’nesi" Deftartarlığın karşısında Orduevinin yerindeydi. Bugün biz o hastanelere "Devlet Hastanesi " diyoruz.
Allah razı olsun tabiplerden Hoşuretli’yi sağaltmıştılar. Adam akıllı hem de. Bir torbada ilaç; kireç, penisilin, sptromisin doldurup koynuna koydulardı.
" Akşam’a iğneni vurdurmayı sakın ihmal etme." dedi Halis Bey.
Bu kime "vurdurem" deyende. Doktor hemen ağzına yapıştırdı cevabı:
" İğneci Asiye Hala’ya..."
Diğer kayfene sakinlerine anlatmıştı derdini. Parasının olmadığını da ölmüş usturupsuz şekilde son söz yerine ön sözünde demesin? Yaaaa!..
Ne güzel anlatıyoruz... Nazar değmez inşallah...
Eeeee: Efendime söylüyöm!..
O deji...
Bu deji...
Ne deji...
Ha: Emekli bir memur vardı... zeki adamdı ismi yalan olmasın: Hakkı Emiydi. Göğce’den gelmeydiler. Milli Emlak’tan tekavvut’tu.
Hakkı Emi millet’i yararak kayfenin camekanlı kapıya geldi. Otobüsler de arkalardan sürerek öne gelir:
" Müsait bir yerde indir" derler gibi:
- Kurban sen Ardahan’a gitmeyecek miydin?
- Ağa Dayı; he gidecem.
- Bak yavrum! Şu karşıda ki kamyon Ardahan’a birazdan gidecek... eğil bak... bak toz koymuyor ki göresin. Ha şimdi bak!
Tamam mı?
-Tamam gördüm Ağa Dayı can...
Camın eni ve boyu tek parça ve altı metre kareye yaklaşmasada aşşağı değildi. Sandelye boyunun hizasında pervazdan kapı ağzının pervazına bir kalası boyayıp filan çakmıştılar. Millet sandalyeyle cama yastanıp şüşeyi zatı kırmasın.. Kim dinler? Ayağınnan kırar eloğlu... Üç defa ayakla cam şüşesini kırdılardı.
Birinde: Galo Köylü bir gede yeni aldığı ayakkabını arkadaşına gösteriyim derken sokaktan arkadaşı ayağını ve papuçlarını seyretmek mecburiyetinde kalmıştı. İkisini de sokaktan alıp gelmişti. Galo Köylü az daha:
" Dur ola hazır çıkıflar, men de gelem dalıncah! " dese de; o uşak daha akıllıydı arkadaşından.
Lafın birini koyup birine geçiyoruz.
Hoşuretli kalası seyrediyordu o tarafa bakması, o sebepmiş. Niye çakmışlar? Kafayı ona yoruyordu. Boynu kırılmışın oğlu..
Bu cins şeyler; alengirli şeylerdir. Adamın hanımı ölmüş; hanımına bakarken gözü yatağı ayıran tülün yırtığına takılmış. Onu seyire de durmaz mı? Bu adamın kafası kalasa takıldı. Ne var yani? Bir mantıksızlıkta bizim öykü kahramanımızdan olsun...
Hakkı Efendi ikaz etti. Tozan havayı savuran kamyonun Ardahan’a yük götüreceğini. Ayakta konuşan iki kişiden kamyona binme izni almasını söyledi.
Hasta adam; Şaban Ekmekçi’yi ve ortağı İsmail Karaca’yı tanıdığını söyledi. Hakkı Efendi; bunu bu kerre tekdir etti.
" Balam; git müsaade al; min Ardahan’a herren. "dedi.
Hoşuretli: Sudan başını çıkaran kaz cüçükleri bir kaç dakika boş bakınır o şekilde göz attı yan, yoruna. Aklı başına yavaşca damlamaya başlayınca da:
" Tamam, Efendi dada!.." dedi.
Araya gazete haberini sıkıştırmadan olmayacak. Öykümüze yazının anlatımını aktardıktan sonra kaldığımız " Hoşuretlinin yolculuğun..." dan devam ederiz.
Kapıdan girdikten ocağa gelinen safta üçüncü masanın üstünde Kars yerel gazetesi " Ekinci" sayfaları mucurlanmıştı... Fotürlü kırmızı dırda burun kişi, garsondan:
- Getiginen gazatayı. dedi.
- Hasını?
Dırda burun kişi şeşelene şeşelene:
- Hası var ki? Bir tane gazata var, hamı.
Garson suçukmuş durdu. Daha dalını getirmedi. Sanki fotürlünün hışımlarını biliyor. Biz o an ordaydık. Anlatmamıza bakmayın. Sürekli girip çıkdığımız; gidip geldiğimiz yer sanılmasın? Yaşımız ne ki? O zamanlara yetişmemiz mümkün değil. Gazeteyi katladı; önüne koydu. Yağ olsun diye yalandan masayı o yana- buyana elbise fırçasınlan sildi. Fırçayı piyano çalar gibi; atı tımarlarsın o kaydeynen masaj niyetine sesli sesli ritimle balaladı, pisoladı.
Adam yatıştı. Dırda burun utanmasa:
" Masaj gibi geldi. Para verem akşamaa kadar kaşoyla! " diyecekti.
Hipnotizma böyle oluyor demek ki? Neler var bilmediğimiz. Öğrenecek yaşımızda yok.
" Kaldı mı? "
" Kim öle; kim kala!.."
"Yatan mı?"
"Yeten mi?"
Sultan Aziz’in uğraştığı: Rusların demir köprü diktiği köprüler; Abdülhamit’in mıcır döktürdüğü yola en son 1946’da stabilize çalışmalarıyla katkı verilmişti.
Kars- Ardahan yolu üç saat sürerdi. Şimdi ki yol aksi istikamette. Kale içinin önünden Kars Çayını aşan Sultan Murat köprüsünü geçence solda hamam vardı. Eski hamamdır. İki yüz yılı var nereden bakarsan. Ortaçağ evlerini sağa alır kıyılarından çay boyu şose yol akar.
Vadinin kompozisyonu harikadır.
Taşlar, kayaları sanki ellen kuşka gibi danacılar dizmiştir. serpintili serpintili!
Vadi solda Çakmak köyüne taraf falezler sipsivri diklemesine perde gibi çekilidir. Kars Çayı kirsiz ve gümüş köpürtüsüyle demiravi akıyordu.
Kamyonlar sırayla asgari hızla yola revan karışıp gidiyorlar. İsmail Eniştelerin kamyona Hoşuretli binmiş. Muavin ve şöferle üç kişiler.
Tam görmelik: Kokoroz oturmuşlar.
Kamyonlar burunlu vabisler alık-alık manzara’ya dalmışlar. Fakat manzara öyle- böyle değil! Bayağı var yav!..
İki katlı kale içi ahırlı evler kamyonları çok cezbetmişti.
Kamyonun iki farı ve şöför mahallinde ki altı adet göz etrafın Sen- Petersburg mavisi renkleri hususen izliyordular. Mahususen değil...
Sıkı mı göz bakmasın?
Öyle şahane yer!..
" Başın için de; başım içinde!..."
Damlarında kadınlar yüng çırpıyordular. Kızılcık değenekleriyle beyaz kahverengi yatak yorgan yun’unu havalandırıyor ve kıjıklemesin diye de değeneği kilimin üzerine yekinerek sırıyorlar.
Bu kale içindeki evleri tam tarif edemiyorum. Kale içi demek; Kars Kalesinin bir hikayesi zaten. Şimdi zirvede olan surlu kale ile çay boyunu sarmalayan dış kale surları varmış. bunların bazı kütleleri halen mevcuttur.
Nereler de... mi?
Hasan Harakan-i Hazretlerinin türbeden Çobanoğlu’nun gazinoya çıkan yol kısığında yıkılmış sur kütlesi vardır. Bir tır yekeliktedir. O ve bir de Eski Garaj’ın arkasında mahalleye çıkılan yerde sur kütleleri uçuklarını hatırlarsız.
Bütün bunlar yerleşimin eskisi. Kale içi demeleri bu yüzdendir.
Evlerin kerpiçten yapılması yanında tomruk kontlarla toprak dam olarak kapatılması ve iki katın altı’ ahır olmalığı...
- Di gel ölme da?
Benim sevdiğim tarafı: Niçindir? Bilmem ama kapılıyorum seyre orayı görünce!
Kavaklar, iğde ağaçları, söğütler...
Ardahan yolu falezlerin kıyısında Kars Kalesi’nin arkası tepeden eteğine inen hıtamda iki saray durur başa bakanı halen yıkıktır.
Öbürü Çarların Sarayıymış, sonradan Rus Garnizonu istirahat yeri olarak kullanmış, şimdi fakülte. Kameriyelerin çevresi çaya kadar ağaçlarla dizilidir. Binayı ben görmüşüm.
Bir akşam vaktiydi geze geze nizamiyesinin önüne gittim.
Sağ olsun kapıdaki güvenlikçi Çıldırlıydı saçları ağarmış, samimi bir gençti. Sefa hoştan sonra çay içtik. Kulübesi kındıl darığlık verir insana o cinsdi.
Niye İstanbul’a gitmedin? dedim.
- İstanbul’una ... dedi.
O ki öyle diyende; daha illahlamadım. Elin adamı..Ne olur, olmaz? Neye illahlayım. Sonra:
Kendimi, kendi halimi anlattım. Güzel Sanatlar Lisesine Gebze’den kalkıp gelme sebebimi... Memleketime hizmet etmemi takdir etti.
Ve bakışıyla sözünü ettiğimiz hikayenin vadisine baktı...
...
Saraya yürüyorum, kimseler yok. Korkuyorum da üniversite’nin yeri. Bir şey kayıp olur m’olur? Derdini anlat Marko Paşa’ya!..
Çocukken Yakup Emi’nin vabis giderken sağda; dönerken solda kaç sefer geçmiştir buradan? Aklımı tarıyorum ne kalmışsa onlar ekrana düşen görüntülerden renksiz fersiz şeyleri. Son görüntü tıklanınca gelirmiş. Davranış Filozofu Watson’un teorisi de ötmüyor. Bu başka alem: "Ay kardaş!"
"Biz burada yaşasaydık. Bizim köy dere boyu kurulmuş olsaydı. Bizim keyf İstanbul değil Almanya’da tapamazdık" dedim.
Birkaç insan konuşuyorlar. Sarışın adam rop dö şambırlı: "Robe de chambre" franklı lacivert giysili esmer Amerika’lı muhtemelen İrlanda kökenli. Dostoyevisky fanatiğiymiş. Övünerek kurduğu "Fun Club" anlatıyor. Son istasyon da nasıl öldüğünü: Onun! Rusların cenazeye ihtiram gösterdiklerini, karışık anlatıyor. İzlekli bir anlatışı yoktu adamın.
Üç kişi hayalet üstü bir şekilde Saray gibi binanın kanatlı kapısından çıkmıştılar. Hani sinema da oyuncular kamera bakış noktası görüm olur bunlarsa "ben"e oynuyormuş gibi...
Hayır! Korkulmayacak bir şey olmaz olur mu?
Allah korusun adam aklını oynatır.
Debussy’nin taş plakta suiti çalıyordu. İnanılmaz: Bizim buralarda çalınmıştır... demişimdir hep. Haklı çıktım ama benimki de bana oldu. Ter eğnimden süzülüyor. Tırnağıma değin su...
Sarışın olan sarışın olmayan karaya:
"O deh düştüğün zat; Dostoyevisky değil Tolstoy’du." dedi.
Tashih yaptı öz aklınca..
Ülfeti neye bozuyorsun yani..
Sarayın arkası kalenin daldeyi onu betimlemiştik.
Vadinin güneyinden, açık kısımdan Kars’tan gelen yol ve çay; sulu - duru geliyor. Kuzeye su köpürek yoldan yavaşça iniyor. Her yan çakraktı. Taş, lebbih ve kayalar.
Bu dikdörtgen oylumu gibi kompozisyon ne oluyorsa güzel oluyordu.
Barok Saray iki katlı otuz, beş artığı otuz beş odası bulunuyordu.
Arkası kale taraf..
Güney’in dışında buraya ışık düşmez.
Doğu yanı dik ışık geçmez. Batı yanı Çakmak köyü Dik ve yüksek gün gelmez. Kuzey yan ışıksız. İki tepeden koşat atarak kapatsan büyük kapalı bir şehir, getir Ardahan’ı beleş, millet yerleşsin.
Amerika’lı rop dö şambırlı’ya fena gol attı.
Debussy’nin "Chıldren corner suite"i Çakrak’ta yayıla yayılaaa bitti.
"- Bayım sizce? Düşünce davranış mıdır?" dedi.
Cevabını alamadı. Fakat dinleyen herkes için harika soruydu.
Kars’a, Ardahan yoluna...
Yolda giden kamyon yolcularına...
Kompozisyona...
O senelere...
Debussy’nin piano suitine ve ezgilerine yakıştı..
Konuyu sabitleyelim:
Kim demiştiyse:
" Kötülük yapmak neyse kötülük düşünmek te odur."
Düşünce; davranıştır tabii ki!..
Hatırlanmadıkça insan unutulur demiş büyüklerimiz.
Hatırlamak düşünce; unutmak ise davranış oluyor.
Ardahan’lı değerli simaları hatırlıyoruz.
Zan ki gidip, görüyoruz. Ellerini öpüyoruz, hayır dualarını alıyoruz.
...
Mustafa Ekmekçi..
Aslen Rize’den gelmişler... İkizdereli...Elli yılı aşkın Ardahan’da ikamet ederler. Mustafa Ekmekçi’nin babasının ismi Halil Ekmekçiydi.Ardahan’ın zenginlerindendi. Kuvvetli var’ı- varidatı vardı.
Çocukları: Şaban, Mustafa, Aslan Ekmekçiden ibaretttir.
Halil Ekmekçi elli yıl önceden birkaç yıl bu yana Rusya’yla canlı hayvan ticareti yapardı. İhaleye girmiş kazanmıştı. Huduttan Rusya’ya ihraç ederdi. Vefatını takiben oğlu Şaban Ekmekçi büyük çapta celepcilik yaptı.
Şaban Efendi değerli tüccardı.
Ardahan’da sevilirdi.
Mustafa Ekmekçi o devrin Ticaret Lisesi mezunudur. Yedek subay olarak yaptı askerliğini.
Mustafa Ekmekçi ağabeyinin vefatından sonra ticareti sürdürdü. Askeri ihalelere girdi. Müteahhitlik işlerine girdi. Bir müddet fırıncılık ile devam ettiyse de izleyen seneler de un toptancılığıyla iktifa etti. Şimdi emeklidir.
Sahil Palas başta olmak üzere oturduğu kahvehaneleri gün içinde gezerek günü bitirir. Babalarından kalma dükkanları sattıktan sonra arta kalan imar fazlası arsaları kaldı. İntikalen dava açtı. Askeriye’ye cephe olan kısmı kazandı. Tapusunu aldığı dört beş dükkan olduğu denmektedir. Bunların iradiyle geçim etmektedir.
Aslan Ekmekçi küçükleridir.
Baba mesleğini takip ederek. Uzun senelerden beri dağa celep sürer.
Aslan Ekmekçi; Zekeriya Işık’ın Yeni Mahalle’de ki çiftliğini satın aldı. Akoş Emigilin ordaki evini sattı.
Büyük ahurları olan bu çiflikte yaşamaktadır.
Metin Ekmekçi, Aslan Amca’nın yanında, Mustafa Amca’da onlarla birlikte yaşarlar.
Metin’in dayısı Dündar Alpaslan’dır.
Doğru- dürüst esnaflıkları yanında Ardahan’ın unutulmaz simalarından bir ailedir: EKMEKÇİLER...
Y. YILMAZ
19-06-2010
GEBZE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.