Kirli savaşın mağdurları çocuklar!
NEDEN TÜRKİYE’DE DOĞDUN ÇOCUK…?
Bu Yazım, TMK Mağdurları "elleri kalem tutması gerekirken hapishanelerde düşlei ile olta atan körpecik" çocuklara ve kirli savaşta hayatlarını kaybeden "ölürken her biri her seferinde benide bir kez daha öldüren "o yüreklerini öptüğüm hayatlarını veren çocuklara... ve en son Şırnak’ta polis aracı olan akrepin öldürdüğü DİREN BASAN’A ATFEN DİYORUM...
Ey kimsesiz yerlerin yaralanmış çocuğu, hangi rüzgar savurdu unutulmuş ülkeye ne zaman konuşacak içinin ırmakları ne zaman uyanacak uykusundan mavi uzak bir şehir için karartır yüreğimi, ölü evleri gibi kapanır gece üstüme, ey kimsesiz yerlerin yaralanmış çocuğu, düşürmeden kalemini elinden sabırla metanetle bekle beni geliyorum. Barıştır adım…
...Ey tarihin kirli yüzüne kahpe bir yazgıyla bir halkın düşlerine şarapnel parçalarını Oğuzcanların çocuk yüreğine armağan eden acı, ey çocuk düşlerini Colemerg sokaklarında kanla sulayıp sürükleten acı, ey Şırnak’ta kan kusan bir akrepe körpecik yüreğini en çok sevdiğin bisikletinle düşlerini yarına ertelemeden hayatını bizi kahrederek veren Diren basan. ey parça parça umutları parçalayan ve her parçada adına yasak koyan ölümleri bile olağanlaştıramayan acı, ey çelişkiler yumağı acı, körpecik gülüşler saklarken daha çok bayramlara, bir taş kadar katı kanunlara takıldı acılarla yoğrulan, mahpus kaldı baharında hayatlar…
Tarih, ölümle suladığı topraklarda timsah gözyaşlarına tanıklık ederken özgürlüğe ne çok göğsünde çocuk büyüttü ölürken mavi düşleri … O çocuklarla sürüklendi çocukluğun. Şahidi oldu haber spikerleri, anons ederken seni izleyen ölü vicdanlar, arkanda sadece annen yürüdü silahların gölgesinde kanla sulanan bu coğrafyalarda bir elinde yaşamın gibi bağı sökülmüş ayakkabıların…
Ey acı, bu kaçıncı yumruğun kendine mesken seçtiğin parçalanan coğrafyanın (potansiyel terörist(!!!) yüreğine..
Daha ne zamana kadar zamansız ölümlerin, düşlerini alacak körpecik çocuk gülüşlerini, bahar tadında yarınlara nedensiz bembeyaz düşlerine daha ne zamana kadar kara bulutların ölüm çığlıkları yağmur diye yağacak bir kara kış mevsiminde, şehri Mezopotamya’ya.
Daha ne zamana kadar, kara bir kaderin kedersizliği hep bu coğrafyalara çocuk ölümlerini, sürgünlüklerini kaldırımlarda sürünüşlerini, ölümlerini öldürülüşlerini armağan edecek olmadık eflatuni demlerde oyuncak sanılan çeşit çeşit silahlarla…
Ey acı, adınla başlayan tarihin hep lal dili konuşuldu sessiz çığlıklarla Annelerin kan kırmızı gözyaşlarında. Yeri göğü inleten feryadı figan oldu adınla başlayan her güneş, yarına da çıkar mı diye umuda ne ateşler yakıldı Eylül demlerinde, umut(lar) üşümesin adına... Barış koktu hep yeri göğü çınlatan seslerin tınısı bir annenin gözyaşları oldu rengini gökyüzünden alan bir ülke düşlenen…
Ey acı, nedensiz, zamansız, apansız, paslanmış bir hançerin ayak sesleri oldun hep Orta-doğu’da... Dünya ülkesinin sürgün şehri Mezopotamya’da, Bütün gülüşleri tutsak, bütün gamzelere düşman, bütün sevgileri, sevinçleri ve barışça bakan mavi tonlardaki çocuk bakışlarına, Hatip bakışlarına, Diren bakışlarına, Ceylan bakışlarına, Zilan bakışlarına, Uğur bakışlarına, çevirdin umudun, yaşamın ve barışın pimini çektiğin bombalarla umudun gülüşlerini de öldürdün kahpece bir zaman griliğinde.
Ne çok acı, ne çok kan, ne çok ölüm yağdı çığlıklarında bir hutbe deminde. Zilan oldu Ceylan oldu, Uğur oldu, Gülşah oldu, Melek oldu.son gidişleri habersiz ve zamansız… Kalem tutan elleri de aldın kolsuz bir umuda kürek çekmesin artık diye. Bir Ceylan olmasın diye bütün yapraklarına kan kırmızı bir milat oldun makus talihine körpecik bedenlerini de aldın. ve adı oldun işgaline kahpe bir gülüşle sorgusuz sualsiz.
Ey acı, daha kaç mezar açacaksın meleke annelerin tertemiz yüreklerinde? daha kaç ölü cesetlerini bırakacaksın bir seher demi?, duymadan doyamadan ölümlere, daha kaç körpecik bedeni alacaksın, paramparça ettiğin körpecik bedenleri ile paramparça ettiğin umutları öldürerek?
Ey acı; Daha kaç asır yeşerteceksin ölüm tarlalarına dönüştürdüğün bu coğrafya da?, anneler daha kaç milyon kan verecek gözyaşları ile, daha kaç bahara tutsak olacak yok edilen umutlarla?, daha kaç kez ölecek, her doğumunda güneşin solmadan bütün nar çiçekleri?.
Ey acı; daha kaç kez yasak koyacaksın “olağan ölümleri” işgal ettiğin bu coğrafyalar da?, daha kaç kez kaç kol, kaç el,kaç büyümeyen parmak ve yürek, kaç göz, kaç umut, kaç barış, kaç gül, kaç Ceylan, Kaç Ruken, kaç Zilan, kaç Aleyna, kaç Uğur alacaksın ellerinden annelerinin…
Ey acı, adını barış koyarken anneler, yeni doğan bütün canlarına, can veriyordu barış. Barışların, oyuncak sandıkları sizin bir cisim benim kahpe bir bomba dediğim ölüm oluyordu kirli bir yazgının can hıraç simsiyah sayfasına kara bit not daha düşüyordu, tarihin belleğine. Belki yeni bir ölüm değil belki son bir ölüm de olmayacak. Ama inadına barış koyacak, Uğur koyacak, Ceylan koyacak, Diren koyacak, Oğuzcan Koyacak, Melek koyacak, Enes koyacak, Zilan koyacak sevgi koyacak canlarına isimleri cennet kokan yürekleri ile bizim annelerimiz…
Ey insanlık, Bana anlatabilir misiniz, gözleri mavi bakan ve gülüşlerinde yarının güneşleri doğmadan hayatlarının baharlarında adını hiçbir zaman bilemeyeceği silahlarla tertemiz yürekleri şarapnel parçalarına yenik düşen o çocukların, Oğuzcanların, Uğurların, Meleklerin, Eneslerin keder-sizliğini? Utan ey insanlık! Tek suçları yaşadıkları coğrafyalarda yaşamaktı onların! Kaderleri bomba’mı olmalı mayın mı olmalı, mahpus mu olmalı 12’isinde bir taş uğruna… 21.asırda bir ayağımız Merkür’e uzanırken?
Yeter..!!! Susturun artık bu acıyı, ölmeden bütün umutların gülüşleri, solmadan barış kardelenleri, yeniden yer açılsın diye barışça bir ülke başka Hatipler, Direnler ölmesin diye… Acıya set çekilsin, tez elden yeni bir yaşama selam dursun mayınsız ve kurşunsuz bir yarına varılsın diye yüreğinde güneşe yer açsın umut… Hala umut varken sıcak tutun yüreğinizi, kovun barışa kin tutan adı makusla başlayan bütün talihleri, tarihe gömülsün artık sessiz çığlıkları annelerin…
Kana kana içmek varken hayatın pınarından, zerre kadar damlası düşmüyor mutluluklardan demlediğim aşk ve barış gözyaşları bu gece örselenen yanaklarımdan. Vesveselerine düşmeden gecelerin, susuz topraklara ve çorak bırakılan coğrafyalara dönerken bu aciz yüreğimin, sığıntı çöplüklerinde bile yer bulmadan, aşinalıklarına yazan en acı sözlerin esaretin de ölmek istemiyorum ve istemiyor artık hiçbir gülüş… Yeterin diyorum yeter diyorum… Ölmesin artık bombalarla çeşit çeşit silahlarla çocuklar(rımız)
Ey Diren; Biliyorum, daha çok küçüktün, Alsam ellerini avucumun içine küçücük yüreğinin sesi değerdi acıyla bilenmiş yüreğime. Koklamaya kıyamazdım sıcak umutlarını, tanısaydım seni…
Hangi şair hangi şiirinde anlatabilir güldüğünde gözlerinin içinde çakan şimşeğin kuvvetini?. Ey Ceylan ve Oğuzcan , dehşetli güneşleri kıskandıran sarı saçlarınızın güzelliğini? Kürtçe seslendiğiniz sesinizde çağlayanların coşkusunu biriktiren küçücük ellerinizde kaldı yarına sakladığınız mavi düşleriniz. Biliyorum, artık veremiyor veremeyecek babanız size umut ettiği dünyada yaşayacak bayram tadında adınla başlayan günlerini. Tek şahidiniz kalmamış, parçalanan yüreğinizin çığlığından başka.
Gülüşleriniz yapışsın diye yüzümüze, acıyı bileylenmiş Annenleriniz seve seve sizi bağrına basmayacak artık, bir bahar sabahında-bayramlarda sizi giydiremeyecek kınalı elleriyle, “kuzum seni seviyorum diye” bir mutluluk tınısı duyamayacak sevgi seslerine alışık olduğunuz kulaklarınız da çınlamayacak artık hiçbir ses …
ve ellerinizi, parmaklarınızı güneşleri kıskandıran pırıl pırıl gözlerinizi alan acıya, sizin yerinize biz yas tutuyoruz o günden beri…
Ve sizler, artık duymasanız da, görmeseniz de bilmeseniz de adınızla içimizde hep umut olacaksınız... Yarına, umutla sizleri anarak, sizlerle acıya set çekerek, biz sıcak tutacağız bir bombaya insanlığın en utanş icadi bir silaha verdiğiniz sevgi dolu büyük düşlerinizi biz yeşerteceğiz. bıraktığınız kalemleri biz bilgiyle okul sıralarınızdan yükselteceğiz anarak o büyümeden verdiğiniz büyük yüreğinizi... Yaşam adına barış adına daha aydınlık ve özür bir ülke adına daha çok “siz!” ölmesin diye…
KİRLİ SAVAŞIN MAĞDURLARI ÇOCUKLAR
Ve Onlar; bu kirli savaşın son kurbanları.. Demokratik barış yeşermedikçe, dört bir yanda çocuk ölümleri boy veriyor vermeye devam ediyor….
İşte son 5 yılın sadece küçük bir bilançosu...
Diren Basan,Oğuzcan Akyürek Şerzan Kurt, Aydın Erdem.. Onlar; şiddet ortamının son kurbanları. Çözümsüzlük sürdükçe, demokratik barış sağlanmadıkça ne yazık ki son da olmayacaklar. Uğur Kaymazlar, Ceylan Önkollar, Diren Basanlar, Oğuzcan Akyürekler Mehmet, Uytunlar gibi. Aleyna Çelikler, Ruken Arılar, Melek İpekler gibi...
ŞIRNAK-DİREN BASAN. Şırnak Cumhuriyet Caddesi’nde aşırı hız yapan "akrep" olarak bilinen zırhlı polis aracı Diren Basan (10) isimli çocuğa çarptı. Çarpmanın etkisiyle metrelerce uzağa fırlayan Basan, çevredeki vatandaşlar tarafından Şırnak Devlet Hastanesi’ne kaldırılırken yaşamını yitirdi.
VAN-OĞUZCAN AKYÜREK. Van’ın Özalp ilçesinde bulunan Mustafa Muğlalı Kışlası’nın arka tarafındaki 2’nci Hudut Tabur Komutanlığı’na ait atış poligonlarının dış tarafında bir grup çocuk buldukları mühimmatı aldı. Çocuklar kurcalarken bomba olduğu sanılan mühimmat büyük bir gürültüyle infilak etti. 12 yaşındaki Oğuzcan Akyürek, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’nde doktorların tüm çabalarına rağmen yaşamını yitirdi. Patlamada yaralanan çocuklar, Dokuz yaşındaki Nurullah Erçiçek, 11 yaşında Seyfullah Erçiçek, 13 yaşındaki Yunus Yaman, 13 yaşındaki Doğukan Meşe, dokuz yaşındaki Fidan Coşar.
ŞERZAN KURT. 12 Mayısta, Muğla’da, polisin desteğini arkasına alan faşist bir güruh, Kürt öğrencilere saldırdı. Bu saldırıda Şerzan Kurt adlı Kürt öğrenci silahla vuruldu ve başından ağır darbeler aldı. Bir hafta yoğun bakımda ölüm-kalım mücadelesi veren Şerzan Kurt, 19 Mayısta yaşamını yitirdi
Diyarbakır’da Aydın Erdem. Sırtına iki kurşun isabet eden Dicle Üniversitesi Matematik Öğretmenliği 3. sınıf öğrencisi, 23 yaşındaki Erdem, kaldırıldığı DÜ Araştırma Hastanesi’nde hayatını kaybetti. Bir kurşunun sırtından girip akciğerini parçaladığı, diğerinin ise kafasını sıyırdığı belirtildi.
Ceylan Önkol, 12 yaşındaydı. Diyarbakır Lice’de çobanlık yaparken, üzerine havan topu düşü. Jandarma ve savcı ’güvenliğimiz yok’ diyerek olay yerine gitmedi. Ceylan’ın cansız bedeni 6 saat olay yerinde bekletildiği haberleri yayınlandı bütün medyada. Savcı, olay yerine giden İmam’a olay yeri incelemesi yaptırıp, fotoğraf çektirdiği söylendi. Kendisi ancak üç gün sonra olay yerinde inceleme yaptı.
Mehmet Uytun, sadece 18 aylıktı. Şırnak’ın Cizre ilçesinde annesinin kucağında vuruldu. Polisin attığı gaz bombası kafasına isabet ettiğini söylüyordu ajanslar, minik Uytun komaya girdi. 10 gün direndi, ama yoğun bakımdan minik tabutu çıktı. Valilik ölüme sebebiyet veren yaralama için “taş çarpması” dedi, ama hastane raporlarında bu, “Metal aksanlı bir cisim çarpması ile oluşan yaralanma” şeklinde yer aldı. Evde inceleme yapan Cizre Nöbetçi Cumhuriyet Savcısı, çocuğa çarpan cismi tutanağa “gaz fişeği” olarak geçirdi.
**
İbrahim Öztürk, 25 yaşındaydı. Şafağına 75 gün kalmıştı. Teğmen Mehmet Tümer’e “Beni öldüreceksiniz” diye isyan etti. Ancak teğmen acımadı. Eline pimi çekilmiş bomba tutuşturulan er İbrahim Öztürk, üç askerle birlikte yaşamını yitirdi. 4 askeri öldüren teğmen, “taksirle adam öldürmek”ten sadece 12 yıl hapse çarptırıldı. Ceza ’iyi hal’den 9 yıl 2 aya indirildi.
Aleyna Çelik, henüz 3 yaşındaydı. Taha Yıldız, 5; Murat Ağca ise 14. Güngören’de meydana gelen patlamada yaşamlarını yitiren 17 kişinden üçü çocuktu. Dava sürüyor.
**
Enes Ata, henüz 7 yaşındaydı. İsmail Erkek 8, Mehmet Akbulut ise Başbakan’ın “Güvenlik güçleri kadın da olsa, çocuk da olsa, eğer terörün maşası haline gelmişse, gerekli müdahale neyse onu yapacaktır” dedi, Diyarbakır’da kurşunlara hedef oldular. Kurşun minik Enes’in kalbine isabet etti.
**
Uğur Kaymaz... 12 yaşında 13 kurşunla öldürüldü. Mahkemeler, Adli Tıp raporlarını hiçe saydı, polislere beraat verdi. Aile, “Adalet duygumuz zedelendi” dedi. Dava, AİHM’e taşındı. Adli Tıp, Uğur Kaymaz’ın “Sırtından sıralı biçimde ateşlenmiş 9 kurşun yarası bulunduğu, silah tutacak yaşta olmadığı ve olay yerinde çatışma izi bulunmadığını raporlaştırmıştı.
**
Ruken Arı, 4 yaşındaydı. 6’sı çocuk 44 kişinin öldürüldüğü Mardin Bilge Köyü Katliamı’nın kurbanlarından biri oldu. İlk açıklamalar katliamın PKK işi ve namus cinayeti olduğu şeklindeydi. Ama katliamın koruculuk sistemi kaynaklı olduğu ortaya çıktı. Dava sürüyor.
**
Gülşah ve Zilan, Şırnak’ın Silopi ilçesinde boş bir arazide okuldan dönerken buldukları bir cisimle oynadılar, o cisim bomba çıktı, Gülşah öldü, Zilan’ın eli ve ayağı koptu.
Yine Diyarbakır’lı S.T Adana’da dövülerek hastanelik ediliyordu güvenlik güçleri tarafından ve şöyle diyordu S.T; “S.T’yim ben. 14 yaşındayım. Geçen yıl 23 Nisan’da tüm kameraların önünde polis silahının dipçiğiyle dövdü beni. Ölecek gibi oldum. Hem çok korktum hem de çok canım yandı. Sizlerse televizyonlarınızın başında aksiyon filmi izler gibi izlediniz beni. Ne yaşadığım korkuyu hissettiniz ne de çektiğim acıyı... Ben Hakkariliyim, Diyarbakırlıyım, Adana’da yaşayan bir Kürt çocuğuyum ben. Polisler niye bana şiddet ettiler? Bacaklarım, kollarım, sırtım hala morluklar içinde. Anlamıyorum. Ben daha 14 yaşındayım canım çok yanıyor. Beni de mi görmüyor ve duymuyorsunuz. Bana dipçik vurulurken eliniz, ayağınız kırılmıyor mu? Nefesiniz de mi kesilmiyor nasıl soluk alabiliyorsunuz? Acımı hissetmiyor musunuz
Hatip Kurt, Ahmet Türk’e yapılan yumruklu saldırıyı kınamak amacıyla Hakkari’de yapılan basın açıklaması ve yürüyüş sonrasında çıkan olaylarda polisler tarafından tartaklanıp ağzı burnu kanlar içinde yerlerde sürüklenirken basın mensupları tarafından görüntülenen 14 yaşındaki, Hatip’in o görüntüleri hafızalardan kolay silinmeyecek bir travmanın şiddet üzerine kurulu bir düzenin anlayışının da fotoğrafını sergiliyordu adeta.
Hapishaneden Berivan; Ben burada ailemi o kadar özlüyorum ki, anlatamam. Ben böyle bir yeri hiç hayal etmemiştim. Çocukluğumu dört duvar arasında nasıl geçireceğim. Ailemi çok özlüyorum. Hiç bir suçum olmadığı halde bana bu kadar ceza vermelerini anlamıyorum. Polisleri anlamıyorum ne istediler benden. Ben ne yaptım onlara? Ben okuyacaktım okula gidecektim.” Bu çığlıktan sonra da mı içiniz sızlamadı…Doğru mu söylüyordu yoksa Berivan sizin çocuğunuz olsaydık böyle davranır mıydınız bize….
Hapishaneden İHD adana Şubesine S.S (14) mağduriyetleri duyurulsun diye Gönderdiği mektup; Yıllardır çocuklara bayram armağan eden tek ülke olmakla övünen Türkiye’de neden dünyaya geldiğimi anlamaya çalışıyorum… Televizyonlarda izliyorum. Dünya denilen gezegenden gelen faklı farklı görünen konuşan binlerce çocuk benim ülkemde benim yöneticilerim tarafından ağırlanmakta, onlara şeker de verilmekte dondurma da…
Ama ben hala açım, hala yediğim dayak nedeni ile geceleri kâbus görüyorum, hala köyümün nasıl yakıldığını, babamın nasıl dövüldüğünü unutamıyorum hala cezaevindeyim. Dünya Psikoloji Kongresi’nde çocukluktan çıkış yaşı olarak 23 yaş belirlendi. Bana sormayın sizin yaşattıklarınızla ben çoktan 23 yaşını geçtim... Ama hala sizin toplumsal vicdanınız kör ve sağır…
Bizim sayımız dört binlere yaklaştı. Siz hala bizi görmemekte ve duymamakta ısrar mı ediyorsunuz… Ne zaman göreceksiniz ya da duyacaksınız bizi…
“NEDEN TÜRKİYE’DE DÜNYAYA GELDİM?”
İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi, tutuklanan çocukları serbest bırakılması için bir basın açıklaması yaptı. Çocuklar adına okunan açıklamada, “Ben Hakkariliyim, Diyarbakırlıyım, Adana’da yaşayan bir Kürt çocuğuyum ben. Polisler niye bana şiddet ettiler? Bacaklarım, kollarım, sırtım hala morluklar içinde...” denildi. İHD Adana Şubesi, tutuklu Kürt çocuklarının serbest bırakılmasını ve bu tutuklamalara son verilmesini istedi. İHD’liler öldürülen, cezaevlerine atılan ya da polis şiddetine maruz kalan çocukların isimlerinin yazılı olduğu balonları “daha güzel günler” umuduyla uçurttu.
Onlar şöyle diyordu; Toplumsal vicdanınız uzun bir süredir kör ve sağır…Polise taş attığımız gerekçesiyle tutuklandık on yıllara varan hapis cezası aldık. Siz duymadınız görmediniz bizi… İçimizden sadece biriydi Berivan…Berivan’ın çığlığını da mı duymadınız?… Nasıl haykırıyordu Berivan ‘Beni buraya atanlar inanın ki kendi çocukları olsaydı bana yaptıklarının aynısını onlara yapmazlardı.
Beni görüyorsunuz aslında ama görmezlikten geliyorsunuz…Ankara’da, İstanbul’da, Konya’da, Mersin’de mendil satıyorum sokaklarda… Benim yüzüme bakmıyorsunuz, tiksinir gibisiniz benden…Köyüm yakıldı, bizim dediğiniz yerlere geldik…Açız, alışamadık buralara…Ne koşup oynayacağım tarlalar var ne de otlattığım hayvanlarım…Burada mendil, sakız satıyorum. Okula gidemiyorum. Sizin çocuklarınız gibi olmak istiyorum. Okula gidip, oyun parklarında oynamak, 23 Nisanlarda kocaman adam olup vali, kaymakam, başbakan koltuğuna oturmak istiyorum…
Bu kirli savaşın mağdurlarının bu ülkenin başbakanı tarafından çocukları öldürüyorlar diye sürekli eleştirilen İsrail’in yasalarına taş çıkartacak yasalar çıkartan AKP hükümetinin 2005 yılında çıkardıkları yasanın En büyük mağdurları çocuklar.
Ve bu yasanın neden olduğu 18 yaşın altında tutuklanan çocuk sayı 25000’e dayanmak üzere, bunların yarısı 15 yaşın altı olarak bildirilmekte. Hal bu iken demokratik açılımları dillerinden düşürmeyenlerin de ne kadar demokrat(!) oldukları da tartışma götürmez bir gerçek olarak düşünülmez mi?
Bir yandan sağda solda olu orta yerlerde bombalarla oyuncak diye oynarken hayatlarını veren yüzlerce çocuk, diğer yandan kirli savaşın kirli kurşunları ile canlarını veren onlarca çocuk, diğer yandan bir taş attı diye onlarca yıl hapisle yargılanan, öldüresiye dövülen sürüklenen binlerce okul çağında çocuklar…
Ve ötekiler, ötekileştirilenler ve daha binlerceleri…
Hapishane ziyaretine gittiğimde 15 yaşında 16 yıldan yargılanan 8.sınıfa giderken bir yürüyüşte taş attığı gerekçesi ile yakalanan bir çocuğun bana söyledikleri şu söz beynimi bir kurşun gibi deliyordu,” neden Türkiye’de dünyaya geldim neden?!!!!”
Sizlerle ölüyorum her çocuk ölümünde bir kez daha ölüyor sol yanım...
Sevgi ve barışla kalınız...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.