- 607 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÜÇÜK ELDEN ÇIKAN YAZI
Sabah nasıl geldiğimi hatırlamıyorum.
Uzun süre hapis kalmıştım evde.
Akşama doğru dışarı çıktığımda, ilk defa görüyordum bana yabancı gelen bu çevreyi.
Aslında irili ufaklı binaların çevresinden fışkıran yeşillikler, bu şehrin doğasının güzelliğini kanıtlıyordu.
Ancak binalar düzensizdi. Kimi gökdelen gibi yüksek, kimi de eski, püskü, sıvasızdı.
Belli ki plansız, alt yapısız, çarpık bir kentleşme vardı.
Şehrin doğal yeşilliğinden ve geri kalmışlığından olsa gerek, pek yeşil alana, otoparklara Yer verilmemişti.
Sanırım güçlü olanlar istediği yere istediği binayı kondururken, yetkili makamlar tarafından her hangi bir engelleme ile karşılaşmıyorlardı.
Mesela tam çıktığım evin karşısındaki kavşağa, tam da yeşilin üstüne, yukarıdan gelebilecek selin hesabı dahi yapılmadan, kap kara betonlarla temel atılmıştı.
Benim bu şehirle ilgili ilk intibaım çok ta olumlu başlamamıştı.
Kocaman kocaman adamlar, hızlı hızlı, düşünceli ve asık yüzlü bir şekilde kaldırımlarda yürüyorlardı.
Daracık yollarda dev gibi arabalar, korkunç gürültüler çıkararak, normalin çok üstünde bir hızla adeta yaşama kafa tutuyor gibilerdi.
Çıkardıkları gazdan olsa gerek genzim yanıyor, nefes almakta zorlanıyordum.
Biraz ilerde ana caddeye çıktığımda, ana caddenin de çok geniş olmadığını gördüm.
Ancak buradaki trafik daha da yoğundu. Motor sesleri, ani frenler, gerekli gereksiz kornalar kulaklarımı sağır edecek gibiydi.
Kaldırımdaki insanlar yine asık suratlı, yine düşünceli, kocaman adımlarla yürüyorlardı.
Yaya geçitleri pek kullanılmıyor, sanki herkes istediği yerden kendini caddedeki potansiyel tehlikeye atıyordu.
İlk dikkatimi çeken, cadde kenarındaki ışıltılı işyerleri idi…
Vitrinler rengârenk süslenmiş, her taraf okuyamadığım, bana yabancı harflerle doldurulmuş tabelalar, caddenin estetiğini bozuyordu.
Kaldırımlar birçok yerde işgal edilmiş, bisikletler, dondurmalar, buzdolapları, renkli giysilerle doldurulmuş, koca koca insanlar geçmekte zorlanıyordu.
Belli ki Şehrin Yetkililerinin dikmiş olduğu ağaçlar, bakımlı, bakımsız cadde boyunca sıralanıyordu.
Bu ağaçların yapraklarının gölgesinden geçerken hissettiğim serinlik beni hayat için umutlandırıyordu.
Caddenin bir başından diğer başına, her iki yanında, o dev cüsseli araçlar park yapmış, trafiği engelliyordu.
O daracık yolda kimi yerlerde bu araçların çift sıra park etmiş olması nedeniyle, daha çok zorlanan trafik insanın sinirlerini bozuyor, ani fren ve uzun korna sesleri, cankurtaranların, itfaiyelerin siren seslerine karışıyordu.
Bu park halindeki on araçtan biri dörtlüleri yakmış, sanki acil bir işi varmışta hemen kalkacakmış havası veriyordu.
Trafik polisi olduğunu düşündüğüm şahıslar, bu karmaşadan bıkmış olacaklar ki, elleri belinde şaşkın şaşkın araç ve insanların seyrini izliyordu.
Kimi işyerlerinin kapısında, o işyerlerinin çalışanı olduğu her halinden belli, birçoğu beyaz gömlekli kişiler, anlayamadığım dilden avaz avaz bağırıyorlardı.
Sanırım işyerlerindeki mal ve hizmetleri pazarlamaya çalışıyorlardı.
Sonra birden rüzgâr esmeye başladı.
Yolun kenarına konulan, o yazılarını okuyamadığım tabelalar havalarda uçuşmaya başladı.
Hemen “U” dönüşü yapıp, tekrar eve doğru yöneldik.
Dedemin adımları hızlanmış, nefes alıp vermesi sıklaşmıştı.
Bir de henüz yağmur başlamadan önce terden sırılsıklam olmuştu.
Henüz ne olduğunu anlayamadan, çok çok iri yağmur taneleri düşmeye başlamıştı.
Eve yaklaştığımızda o dev gibi araçların geçtiği caddeden seller akıyor, araçlar yarıya kadar suyun içerisinde ilerlemeye çalışıyordu.
Belli ki bu şehrin alt yapısı düzensiz idi. Yoksa yarım saatte yağan yağmur sularının bu kadar sele dönüşmesi imkânsızdı.
Dedem ıslanmıştı fakat ben hala ıslanmamıştım. Çünkü dedemin kucağındaydım.
Beni hem koruyor, hem de hızlı hızlı eve doğru koşturuyordu.
O kendimi hapis hissettiğim eve döndüğümüzde oh! dedim. Artık yüzüm gülüyordu.
Hele anne annem beni kucağına aldığında öyle sevinmiştim ki; dışarıda olan biteni, gördüğüm kirlilikleri anlatacaktım ama sadece “agu” “ugu” diyebildim.
Bakmayın iki dişimin çıktığına, ben henüz dört aylığım daha. Adım Boran.
Henüz dört aylıkken gördüğü manzaradan hoşnut olmayan…
Ben ve yaşıtlarımdan ve hala doğmamış çocuklardan ödünç aldığınız bu dünyayı lütfen temiz bırakın.
Lütfen oksijenimize egzoz karıştırmayın.
Lütfen gürültü kirliliği, çevre kirliliği yapmayın.
Belki bu gün o küçücük ellerimle, dedemin gömleğine yapıştım ama ilerde büyüdüğümde iki elim yakanızda olur bilesiniz...
Cemal EROĞLU
www.cemaleroglu.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.