- 1931 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ATASÖZÜ VE DEYİMLERİMİZ
ATASÖZÜ VE DEYİMLERİMİZ
Dr. Sadık Özen
22.03.2007 tarihinde yazdığım bu makalemi “yorumsuz” olarak sunuyorum. Saygılarımla.
Şu günler, ülke gündeminin çok yoğun olduğu bir dönem. Yazılacak o kadar çok şey var ki !... Nedense ben de tembelim biraz. Birkaç gündür biraz rahatsızdım, belki de ondandır. Üst üste birikti yazacaklarım. Onları, önem sırasına göre ele almam gerekiyor. Aslında hepsi de birbirinden önemli konular. Cumhurbaşkanlığı seçimi derken, 18 Mart Çanakkale Savaşları’nın yıldönümü girdi araya. Yoksulluklar, yolsuzluklar, arazi satışları, özelleştirmeler, Kuzey Irak ve Kıbrıs meseleleri. Geçmişe ait devlet denetleme kurulu raporları, bu raporlar yüzünden sürgüne gönderilenler ve terfi ettirilenler. Mızrak, kalkan, kelle, şehitlerimiz ve birdenbire gündeme oturan gemi/yat tartışmaları. “Sayın” sözcüğünün yerinde kullanılmamasının yarattığı münakaşalar ve daha neler, neler… Bütün bunlar ülkenin havasını iyice ağırlaştırdı ve oldukça elektrikli bir atmosfere dönüştürdü.. Yeni bir makaleye başlarken hangi konuyu ele alacağımı saptamakta zorlandım doğrusu.
İşte tam bu sırada, “Suya sabuna dokunmamak” atasözümüz geldi aklıma. Ben de suya, sabuna dokunmadan şöyle bir şeyler yazmakta karar kıldım. Aman Yarabbi !... Bu ne zenginlik ? Atasözü ve deyimlerimiz, tıpkı “Cankurtaran simiti gibi”. Türk Ulusu olarak ne kadar zengin bir ulusal kültüre sahipmişiz meğer. Atasözü ve deyimlerimizden konuya uygun bir tanesini bulmak yeter. Sonra yaz yazabildiğin kadar. Yüzlerce sayfalık bir kitap yazmak yerine tek bir atasözü ile “Meramını anlatmak” mümkün. Yeter ki sen yaz, “Arif olan anlar”. İsterse anlamasın. Sen yine de yaz. Anlayan birileri bulunur nasıl olsa. Hani ne demişler; “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”. Yeter ki sen “Taşı gediğine koy”.masını bil. Zaten; şunun şurasında ne kaldı ki;“Yüzdük kuyruğuna geldik” şunun şurasında..
Atasözlerimizin her biri altın değerinde… Atalarımız akıllı insanlar, sahip oldukları şeylerden öyle sonuçlar çıkarmışlar ki, modası hiç geçmiyor ve gündemden hiç düşmüyor. Çünkü bilge insanların imbiğinden süzülmüş ve doğrulukları defalarca kanıtlanmış. Tabii atasözlerimiz yanında atasözü niteliği kazanmış deyimleri de yabana atmamak gerek. Onlar da Türk kültürünün önemli kaynaklarından.
Atasözü, deyim derken aklıma bir öykü geldi. Ülkenin birinde, insanlar fıkralara birer numara vermişler; fıkrayı anlatmak yerine sadece numarasını söylüyor ve hep beraber gülüyorlarmış. Örneğin; biri “otuz sekiz” dediğinde herkes kahkahalara boğuluyor, arkadan bir başkası “yetmiş üç” dediğinde millet gülmekten kırıp dökülüyor, “seksen altı“ sözü söylendiğinde ise kendilerini yerlerine atıyorlarmış. Düşündüm de biz de aynı şeyi atasözlerimiz için yapabilir miyiz acaba ? Meselâ; 141-142, 301-302, 426-427 falan gibi. 142 dersin duyanların beti benzi atar, 301 dersin bazıları titremeye başlar, bazıları da zil takıp oynamaya kalkar, vs….
Şimdi ben, “Eceli gelen it cami duvarına işermiş” desem; bundan acaba kim, ne anlayabilir dersiniz ? Hangi ecel, hangi it, hangi cami duvarı gibi sorular gelebilir akıllara. Daha bunlara birçok eklentiler de yapılabilir: ne zaman, nasıl, ne şekilde gibi… Demek ki birileri kendilerini fazla zorlamadan bir şeyler anlayacaklardır bu atasözümüzden. Köpeklerle ilgili daha pek çok atasözümüz var. Örneğin; “İt ürür, kervan yürür”, “Aç it, fırın yıkar”, “İtine taş atma, sahibinin hatırı var”, “Isıracak it dişini göstermez”, “Ak it, kara it, hepsi bir it” gibi. “İt ayağı yemiş gibi gezmek” diye de bir deyim var. Şu anda aklıma gelenler bunlar. Kim bilir düşünülse saha ne atasözleri, ne deyimler çıkar ortaya. At’la ilgili bir atasözümüzle bu yazıyı bağlayalım artık: “Yumuşak atın tekmesi pek olur”.
Peki bütün bunları ben niye yazdım ki… Boşuna kürek çekmedim ya.. Galiba kafama takılan bir şeyler olmalı. Bildiğim, suya sabuna dokunmayan bir şeyler yazmaktı. Yoksa farkına varmadan dokundum mu? Arif olanlar anlamıştır herhalde… (22.03.2007 – www.fikirplatformu.net)