hastane.
Hastane… Sıra bekleyen insanlar… Çocuklar… Zırlaya zırlaya ağlayan çocuklar. Öğle güneşinin etrafı kavurduğu bir saatteyiz. Hastanenin içi dışarıdan farksız. İçerisi daha bir sıcak. Ve bunaltıcı hava içerisinde tüm koridorlar. Yoruldum. Kafamı dik tutamıyorum. Ateşim var sanırım. Halsizim. Olmazdım böyle. Soluğu burada alacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Elimde çanta ve kimliğimle beraber sıra numaram. 47… Ekrandaki sayı 37. tam tamına 10 sıra var. Fakat doktor bir hasta bir tahlil alıyor. O zaman 20 kişi oluyor. Bekle babam bekle. Sıcak havada bunaltıcı garipsenmiş insan kokulu koridorda ileri geri yürüyorum. Bağrışan çocuklar, ellerinden tutan anneleri… Herkes birbirinden farklı.
Camın kenarında ayakta durmaya karar verdim. Yürümek yorgunluğumu almıyor. Ya da ortamın rahatsız edici baskısından kurtarmıyordu. Yanımda 30 yaşlarında bir bayan… Yarım saatten fazla sıranın geçmediğini ve kimseyi çağırmadığını söylüyor ve durmadan şikâyet ediyordu. Bir şey söyleyip söylememek arasında gidip geldim. Susmaya karar verdim. Ama aklımı bir düşüncedir aldı. Acaba bende bu kadar bekler miyim? Beklemek istemiyordum en geç 3’te evde olmak istiyordum. Neden sonra dayanamayıp kaç saattir beklediğini sordum. Sanki konuşma bilmiyormuşum fakat birden bire konuşmaya başlamışım gibi bana baktı. Yarım saatin geçkin olduğu söyledi. Bir şey demedim. Ama sabırsızlık diz boyuydu hastalarda. Tabii olarak onlar sabırsız olunca bende sabırsızlık yapıyorum. Az önce yanımda duran kadın içeri girmeye karar verdi. Bir kaç tane yaşlı kadın doktorun kızacağını söyleyip durmaya başladılar. Yanımdaki kadın inatçı çıktı bakacağım dedi. Kadın kapıyı tıklatıp girdi. Bende arkasından güç almış gibi girdim. İşimi çabuk halletmek istiyordum; yoksa umurumda olmazdı. Doktor kadını dinledikten sonra ona sıranın uzun süreceğini genel cerrahiye gitmesinin gerektiğini de ekledi. Sonra 60 dere kadar benim bulunduğum bölüme döndü. Net fakat soru sorduğu belli bir sesle “ evet?” dedi. Bende muayene olmam gerektiğini söyledim. Sanki dışarıdaki hastalar farklı bir şey için bekliyorlardı. Tebessümle bana da sıranın geleceğini söyledi. Dışarı çıktım.
Bekleyiş… Sonu gelmezmişçesine bekleyiş. Oturacak yer yoktu. Ayaktaydım çoğu insan gibi. Tekrar yürümeye başladım. Tam durmaya karar verdiğim bir sırada bağrışmalar duyduk. Lise öğrencisi olduğu formasından belliydi. Sesi yaşına göre kalın olması çok şaşırtıcıydı. Ama şaşırmamak gerekiyordu. Bu yaştaki ergenliğe girmiş bu dönem çocuklarında normal bir şeydi.
Durmadan bağrıyordu. Ama farklı bir şeyi vardı. Bağrışında davranışlarında anormallik vardı. Danışmadaki bayan güvenliği çağırdı. Çocuk bana mısın demiyordu. Ortalığı birbirine katmıştı. Tavırlarındaki davranış bana hiç yabancı gelmiyordu. Bağımlı biri gibi davranıyordu. Uzun süre yoksun kalmış biri gibi. Onları dürtmek hata olurdu. Danışmadaki kız onla bir oluyordu sanki. Sonra güvenlik geldi. Çocuğu götürmek istedi fakat çocuk direniyordu. Sonra babasını arayıp hastaneye gelmesini ona iyi davranmadıklarını söyledi. Gerisini tam olarak göremedik. Güvenlik çıkardı dışarı. Tabi bu mevzuda kapı önündeki kadınlara malzeme oldu. Genç nesil şöyle… Genç nesil böyle… Benim bir tanıdığımın oğlu var. Sorma girsin… Artık söz dinlemiyor ablacım bu gençlik… Ne istiyorsunuz yeni nesilden? Siz böyle davrandıkça onlar sanki daha iyi mi olacak? Daha fazla dinlemedim.
Bir ara üç adımlık önümde duran beyaz trençkotlu kapalı zayıf kadının söylediklerine kulak kabarttım. Aslında konuşulanlar klasik hastane konuşmasıydı. 5 ya da 6 yaşlarında bir oğlu varmış. Oğlunu çoğu kez doktora götürmüş hastane hastane gezdirmiş. Verilen bir ilaç varmış iğnesi çok ağırmış. Bu yaşta bir çocuğa böyle bir ilaç enjekte edilirmiymiş. Ablacım sen nerden biliyorsun. Veren doktor. O biliyor ne yaptığını. Tabi dinlemez böyle ablalar. Neyse onu dinleyen kadın. Evet kızım haklısın. Verilir mi böyle yaştaki çocuğa. Diyerekten onu savunuyordu. O kadında sürekli başkalarının dertlerine çare oluyor. Sanarsınki içerdeki doktor, doktor değil de bu her şeyi biliyor. Çaktırmadan dinliyorum bende.
Çocuğunu anlatan kadın devam ediyor. Diyor ki çocuğuna kadın hemşire vuruyormuş iğneyi. Ama eli o kadar ağırmış ki. Sürekli iğneci değiştiriyorlarmış bir ara erkek doktor yapmış iğneyi, elide hafifmiş. Şans. Sonra üzerinden birçok hemşire geçmiş ki çocuk tutturmuş ben erkek hemşireyi istiyorum diye. Kadında demişi ki “oğlum erkek hemşireyi nerden bulacağım sana” görende oyuncak alıyor. Devamını dinlemedim. Çok sıkıldım. Bulmuş mudur acaba erkek hemşireyi.
Birden bire ağlayan bir bebekle saçları kısacık kesilmiş siyahlar içinde bir bayan karşı odaya doğru alelacele girdi. Bebek nefes alamıyormuş. Arkasından doktor girdi. Bebeğin ağlayışı acı dolu ağlayışı tüm koridoru inletiyordu. Doktor odaya girip kapıyı kapatıp bebek üzerinde yoğunlaştı. Sanırım. Çok canım yanar ağlayan bebek gördüğümde. Yazıktır onlara. Onlar daha masumdurlar. Ne yapıyorlar ki acısını çekiyorlar? Bide onları hor görenler var. El kadar bebeğe nasıl yüreğin yetiyor. Hiç mi sızlamıyor canın. Ağlaması sürdükçe içimde kopardıklarıyla beraber daha da bunaldım. Yine yürüyüşler… Sırada gelmek bilmiyor. 40 oldu daha 7 kişi var tahlili olanları saymıyorum. Bunaldım. Nefes alamayacak duruma gelmekten korkuyorum. Çünkü hastaneler her zaman boğar sıkar beni.
Bide sırası gelipte olmayanlar var. Onlar sıranın kaymasına neden oluyorlar ve bekleyiş daha da artıyor. Teyze vardı önümde. Çiçekli elbisesiyle çok enerjik duruyordu. Ama yaşlıydı bunu her halinden belli ediyordu. Sırası gelmişti. Yoktu sıkılıp çıkmış dışarı. Görmedim bile çıkarken. Üç dakika boyunca aradılar onu olmayınca yerine diğer kişiyi aldılar. Teyzeyi bulunca da o çıkınca direkt olarak bizim çiçekli elbiseli teyzeyi koydular. Sıra yine uzadı. Uzadı. Uzadı. Uzadı.
Saat 3 e yirmi vardı. Ve ben hala buradaydım. Gözüm bir an önümdeki adama takıldı. Elinde siyah küçük boncuklu bir tespih, yaşlı var belki elli beş altmış yaşlarında. Ağlar gibi bacağını yatay olarak diğer bacağının üstüne koymuş. Tesbihi sürekli çeviriyordu. Ağzında bir şeyler geveliyordu. Duadır belki kim bilir. Sürekli olarak hem çeviriyor hem etrafındakileri keskin gözlerle inceliyordu. Doğulu birine benziyordu. Olmayabilirdi de. Bakarak çoğu insan yanılabilirdi.
Bu sırada bebeğin ağlaması kesilmiş. Doktor kapıdan çıkarken arkasını dönüp; reçetede yazan ilaçları almasını söyledi. Bebeğin artık iyi olması sevindirmişti beni. Başımı çevirmeye zorlayıp ekrandaki sıralamaya baktım bir kişi kalmıştı bana. Artık bitecekti. Eve gidebilecek dinlenebilecektim. Çantamı alıp kapıya yöneldim. Kapının eşiğinde durup beklemeye başladım. O sırada bizim her şeyi bildiğini sanan teyzemiz bana ekranda yazan kişinin isminin bana ait olup olmadığını sordu. Başımı aşağı doru sallamakla yetindim. Başım öyle ağırlaşmıştı ki; hareket etmekte zorlanıyor gibiydim. Önümde tüm koridor dönüyordu. Herkesin konuşması birbirine karışıyordu. Teyzenin, amcanın, çocukların ağlayışları…
Ve sonunda kapı açıldı ve ismim seslenilip çağrıldım…
Çıktığımda kimseyi görmeden dışarı attım kendimi. Temiz hava. Şimdi daha rahatım.
Kevser Bayram
Mayıs 11, 2010