- 1047 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yatılı Okul
Yatılı okula yazıldığım zaman on iki yaşındaydım. Ailemden uzakta, ortaokulun birinci sınıfına başlamıştım. Yazıldığım okul, köyümüze epey uzaklıkta bir şehirdeydi. Uzun süreli tatiller gelmedikçe eve pek gidip gelemiyordum. Hem maddi imkansızlıklar buna el vermiyordu hem de derslerimden geri kalarak bana umut bağlayan ailemi hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. Ama şehir yaşantısını da hiç sevmemiştim. Kendimi çok güçsüz ve yalnız hissediyordum. Araba gürültüleri, gizli bir endişe ve korku barındıran insan bağırışmalarını üstümde bir ağırlık gibi hissediyordum. Çok yalnızdım. Sokaklarda yürürken her an başıma bir olay gelecek sanıyordum. Ailemi o kadar çok özlüyordum ki bazen her şeyi bırakıp köyüme gitmek istiyordum. Ama kendi kendime verdiğim sözleri ve bir gün aileme ıspatlamak istediğim başarılarımı düşünerek bundan vazgeçiyordum. Kaldığım yatılı okulda sağlık koşulları çok kötüydü. Çok çeşitli yerlerden gelmiş yüzlerce çocuk bir arada yaşıyordu. Yedi ile on beş yaşları arasında yüzlerce çocuk vardı. Çocukların çoğu taşradan, köy ortamından geldiği için şehirdeki çocuklar gibi temizlik alışkanlıklarını edinememişti. Okulun idaresi de her şeyi aynı anda düzeltmeye yetişemiyordu. Zaten yeteri kadar personel yoktu. Sular çoğu zaman kesik oluyordu. Öğrencilerin bir kısmı yıkanma fırsatı bulamıyorlardı. Sular, içi paslanmış depolarda korunmaya çalışılıyordu. Bütün bunların dışında okulda asayişi sağlamak, çocukların didişmelerine engel olmak, onca çocuğu kontrol altına almak ayrı birer sorundu. Kavga çıkmadan biten bir gece yoktu. Her sabah mutlaka birilerinin bir eşyası çalınıyordu. Çocukların neredeyse hepsi mutsuzdu. Kimisi kötü rüyalar gördükten sonra uyanıp ağlıyordu. Geceleri uykuda annelerini çağırıyorlardı. Anladığım kadarıyla hiç biri kendini güvende hissetmiyordu. Yatakhanelerde sürekli ağır bir koku vardı. Yıkanamayan çocuklar, gece altını pisleten yaşı küçük çocuklar ve bu çocukları yaşları küçük olduğu için ezmeye çalışan büyük yaştaki çocukların gürültüleri… Bir tavşan gibi uyumak zorundaydık. Her an birileri dolabını karıştırabilir yada biri gelip ayakkabını, battaniyeni alıp götürebilirdi. Sabahları kalkıp ayakkabısını yerinde bulamayan çocuklar oluyordu. Ağlaya ağlaya görevlilere giderlerdi. O gün ayağına uyan bir ayakkabı bulunduysa ne ala… Yoksa bütün günü çıplak ayakla geçirmek hatta derslere bu vaziyette katılmak zorunda kalırlardı. En kötüsü kış aylarında yataklarına gittikleri zaman battaniyenin yerinde yeller estiğini görmek olurdu. Bu yüzden kendimi tam anlamıyla uykuya bırakıp yeterince dinlendiğimi hatırlayamıyorum. Ders çalışmak için uygun bir ortam bulamıyordum. Her yer çocuk kaynıyordu ve sürekli bağrışma halindeydiler. O kadar çoktular ki seslerini birbirlerine ulaştırmak için bağırmak zorunda kalıyorlardı. Zamanla bu onlarda bir alışkanlık haline geldiği için artık gerekmediği yerlerde de seslerini yükselterek konuşuyorlardı. Geniş salonlarda bile sürekli bir uğultu vardı. Bu yüzden önceleri ders çalışmak konusunda epeyce sıkıntı çektim. Daha sonraları bu ortama alışmış olacağım ki artık pek rahatsız olmadan çalışmaya başlamıştım. Bütün bunların yanında okuldaki ders saatleri ayrı bir kabus gibi yaşanırdı. Sınıflar tıklım tıklım doluyordu. Her sırada üç yada dört kişi otururdu. Okulda yatılı kalanların dışında çevre mahallerden gündüzlü olarak okumaya gelen çocuklar da vardı. Bunlarla beraber sınıflarımızın mevcudu neredeyse iki katına çıkardı. Böyle bir ortamda ders işlemek çok zordu. Öğretmenlerimiz de bu durumdan bezmiş gibi görünüyorlardı. Derslere isteksizce girdiklerini yüzlerinden okuyabilirdiniz. Bütün bu kalabalığın içinde kendimi kaybolmuş gibi hissediyordum. Sahip olduğum bilgileri ve yeteneğimi ortaya çıkarmak için bir türlü fırsat bulamıyordum. Öğretmenler ders boyunca konu anlatmaktan çok öğrencilerin sessiz olmalarını sağlamaya çalışıyorlardı. Böyle bir ortamda hiç kimsenin yaşadığı şeyden dolayı mutlu olabileceğini sanmıyorum. Öğretmenler de öyleydi. Bir zamanlar sahip oldukları idealist düşüncelerini, heyecanlarını kaybetmiş gibi görünüyorlardı. Onlar da bir an önce böyle bir yerden kurtulma çabası içindeydi düşündüğüm kadarıyla… Geceleri yatakhaneme geldiğim zaman o kadar yorgun hissediyordum ki kendimi, ayakta duracak hal bulamıyordum. Zayıf olan bünyemden dolayı diğer çocuklara göre daha bitkin oluyordum. Yatağıma bir an önce uzanıp dinlenmek istiyordum. Oysa duygularım farklı şeyler istiyordu. Aslında heyecanlı bir çocuktum. Sürekli konuşmak gülmek bir şeylerden söz etmek istiyordum. Ama içinde bulunduğum ortam bu isteklerimi yaşamak için uygun olmaktan çok uzaktı. Çocukların konuştuğu konular farklıydı. Daha doğrusu hiç bir şey konuşmuyorlardı, sürekli didişiyorlardı. Bu yüzden kendimi daha çok yalnız hissediyordum. Kimseyle ilişki kuramıyordum. Bunu belki de ben istemiyordum. Yalnız kalmak her ne kadar acı verici olsa da bunu ben tercih ediyordum. Böylece aylar geçti. Bu süre içinde yalnızlığımı giderecek yeni buluşlar aramaya başladım. Önceleri bir radyo almayı düşündüm. Ailemin verdiği az miktardaki parama kıyamamama rağmen dışarıya çıkabildiğim ilk hafta sonunda bir seyyar satıcıdan küçük bir el radyosu aldım. Bu çok hoşuma gitmişti. Köydeyken de evde hep radyo dinlerdim. Okula geldiğimden beri radyo dinleyememiştim. Böyle bir karar verdiğim için kendimle gurur duymuştum. Bu arada radyo dinlemeyi ne kadar çok özlediğimi anladım. Çok mutlu olmuştum. Heyecanla okula geri dönüp bulduğum ilk kuytu köşede radyomu açıp dinlemeye başladım. O gün yalnız kalmayı o kadar istiyordum ki okuldaki çocuklara rastlamamak için köşe bucak kaçıyordum adeta… Kimsenin gitmediği gölgelik kuytu yerlere gidiyordum. Ders aralarında dışarı çıkmıyor, sınıfta cebimde taşıdığım radyomu çıkarıp dinliyordum. Akşamları yatmadan önce kulaklıklarını takarak dinliyordum. Çoğu zaman radyomu kapatmadan uykuya dalıyordum. Sabah uyandığımda pilleri bitmiş vaziyette buluyordum onu. Artık kendimi eskisi gibi yalnız hissetmiyordum. Köydeyken dinlediğim programları burada da dinleyebiliyordum. Bu bana aynı zamanda aileme yakın olduğum hissini veriyordu. Sanki onların yanındaymışım gibi hissediyordum. Bu yüzden eskiye göre daha iyi hissediyordum kendimi. Ama bu pek uzun sürmedi. Yine radyomu kapatamadan uykuya daldığım bir geceden sonra sabah uyandığımda radyomun yerinde yeller esiyordu. Yatağımı büyük bir titizlikle aramama rağmen bulamamıştım. Radyom çalınmıştı. Yatakhanede yatanlara doğru baktım. Ve bütün hiddetimle;
-Radyomu kim aldı..? diye bağırdım. Herhalde böyle bir sesi benden ilk defa duymuş olacaklar ki bütün çocuklar bir anda susup bana doğru baktı. Çok kötüydüm. Ne yapacağımı bilemiyordum. Bir defa daha bağırsam aynı sesi çıkaramayacaktım. Üstelik ağlayacaktım. Kimin yaptığını hiç kimse bilmiyordu. Kimi suçlayacağımı bilemiyordum. O kadar çok çocuk vardı ki… Bunu gidip görevlilere anlatmak istemedim. “Okula elektronik eşya getirmeyin diye uyarmıştık biz sizi” diye cevap vereceklerdi. Bu bana hiçbir şey kazandırmayacaktı. Yatağımdan kalktım. Ve bütün dolapları arayacağımı söyledim. Kimse itiraz etmedi. Sonra mahçup oldum. Vazgeçtim. Yatağıma gidip oturdum ve ağladım. Neden insanlar başka insanların mutluluklarını yaşamalarına engel oluyorlardı? Bir türlü tahammül edemiyordum. Neden mutlu bir insanın mutluluğunu başka bir insan bozmak istiyordu? Neden kötülük yapmak istiyordu insanlar?
Yine eski yalnız günlerime geri dönmüştüm. Birkaç gün süren keyifli zamandan sonra her şey eskisi gibi olmuştu. Öteki çoğunluk beni kendine benzetmeyi başarmıştı. Bir daha radyo almamaya karar verdim. Aynı şeyi bir daha yaşamak istemiyordum. Ama bunun yerine başka bir alternatif bulmam gerekiyordu. Benim için uzun geçen bir süre böyle bir boşlukta yaşadım. Sadece derslere giriyordum. Ayaküstü konuştuğum birkaç çocuk dışında kimseyle iletişim kurmuyordum. Akşam olunca da yatağıma çekiliyor, hiç alışık olmadığım halde erken uyumaya çalışıyordum.
Bir gün Türkçe dersimiz esnasında öğretmenim aklıma çok güzel bir fikir getirdi. Okulumuzda bir kütüphane varmış. Ben dahil neredeyse hiç kimsenin bundan haberi yoktu. Haberi olsa bile kimsenin umurunda olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden kütüphane unutulup gitmişti. Öğretmenlerin bile onca sorunun içinden akıllarına gelebileceğini sanmıyorum. Ta ki tesadüfen bir derste Türkçe öğretmenimizin aklına gelene kadar… Buna çok sevindim. İlk ders arasında yerini keşfetmeye gittim. İdare bölümünün arka kısmında kapısı kilitli bir bölüm vardı. O kadar az kullanılmış olmalıydı ki kapısı bile pas tutmuştu. Kapısı kilitli olduğu için içeri girememiştim. Dersten hemen sonra Türkçe öğretmenimi bulup kapısını açtırmasını istedim. Kütüphaneyle ilgilenmeme öğretmenim şaşırmış olacak ki;
-Adın ne senin? Dedi. O gün anladım ki Türkçe öğretmenim adımı o güne kadar öğrenememişti. Bu beni biraz üzdü ama sınıflarımızın durumunu düşününce ona da biraz hak verdim. Ayrıca derslerde ben de kendimi gösterme fırsatı bulamamıştım. Ama bu bir başlangıç sayılabilirdi;
-Adım Kemal öğretmenim. Kitaplara bakabilir miyim? Belki okumak için güzel kitaplar vardır diye düşünmüştüm. Dedim.
-Elbette, kitaplara ilgi duyuyor olmana sevindim. Öyle öğrencilere pek rastlanmaz buralarda… Sen burada biraz bekle ben anahtarı bulmaya çalışayım. Deyip odadan çıktı. Bir süre sonra elinde bir anahtarla geldi ve beraber kütüphaneye doğru gittik. Böyle bir olay karşısında öğretmenim etkilenmiş olmalıydı ki benimle beraber kütüphaneye gelme zahmetine bile girmişti. Kilitli kapıyı açtıktan sonra karanlık ve uzun bir salona girdik. Işık az olduğu için içerisini pek göremiyordum. Gözlerim biraz alıştıktan sonra raflarda dizili kitapları gördüm. Bir sürü kitap vardı. Öğretmenimin yardımıyla iki tanesini seçip aldım. Sonra çıktık. Öğretmenim hala inanamıyordu;
-Bu kitapları okuyacaksın değil mi Kemal? Götürdükten sonra okumadan geri getirme. Dedi.
-Elbette okuyacağım öğretmenim. Bitince yenisini alabilir miyim?
-Bitince kitapları bana getir, ben sana yeni kitap veririm dedi. Bana verilen kitapları not aldıktan sonra teşekkür ettim ve ayrıldım. O günden sonra bütün ders aralarında, ve bulduğum her uygun zamanda kitap okumaya başladım. Akşam oldu mu yatakhaneye erken çıkar yatağımda uyuyana kadar kitap okuyordum. Bu beni bir sürü kötü duygudan uzaklaştırıyordu. Aileme duyduğum özlemi bir nebze unutuyordum. Kitaplarda özlem duyduğum yerleri, beraber yaşamak istediğim insanları bulabiliyordum. Merak ettiğim bir çok yer ve konu hakkında bilgi sahibi oluyordum. Aynı zamanda bir sürü dost ediniyordum kitaplardan. Kendimi artık yalnız hissetmiyordum. İyi yürekli roman kahramanı arkadaşlarım vardı. Gitmediğim halde her tarafını dolaşmış gibi bildiğim ülkeler vardı. Oradaki insanları tanıyordum. Alışkanlıklarını, sevdikleri şeyleri ve en güzel yönlerini biliyordum. Kimi zaman oradaki köylülerle beraber bahçelerde çalışıyor, kimi zaman iyi insanları kötülüklerden korumaya çalışan bir kahramana yoldaşlık ediyordum. Günler nasıl geçiyor bilmiyordum. Derslerime de zaman ayırıyordum. Türkçe öğretmenim beni artık çok iyi tanıyordu. Bana bakarken diğer öğrenciler içinde özel bir yere sahip olduğumu hissedebiliyordum. Kitaplarım bittikçe onun yardımıyla yeni kitaplar alıyordum. Hatta öyle çok okuyordum Türkçe öğretmenim bazen;
-Bu gidişle kütüphanemizi büyütmemiz lazım Kemal, sen buradaki kitapları yakında bitirirsin. Diyordu. Okuldaki diğer bütün keşmekeşin çok dışına çıkmıştım. O kadar uzaklaşmıştım ki çocuklar bile beni unutmuş gibiydiler. Kendi aralarında didişirlerken beni görmezlerdi bile…Bir gölge gibi yaşıyordum aralarında. Ama asıl yaşadığım yerler onların çok uzağında ve onların asla tahmin edemeyeceği kadar güzel yerlerdi. Bunu onların da bilmesini çok isterdim. Ama o kadar uzaktılar ki… O kadar ilgisizler di ki… Onların konuştuğu konular bana o kadar sıradan, gereksiz ve basit geliyordu ki… Çoğu zaman bu konular yüzünden kavga ediyorlardı. Ne kadar üzücüydü…
Havalar soğumaya başlamıştı. Yatakhanelere birer battaniye daha konulmuştu. Öğretmenlerimiz battaniyelerimize sahip çıkmamızı tembihliyorlardı. Zayıf bünyemden dolayı daha dikkatli davranıyordum. Kalın giysiler giymeye özen gösteriyordum. İlk zamanlara göre okula daha çok alışmıştım. Derslerim de iyiydi. Özellikle Türkçe öğretmenimle diyaloğum çok iyiydi. Eskisi kadar tanınmadık bir çocuk değildim. Bu arada epeyce kitap okumuştum. Kitap almak istediğim zaman Türkçe öğretmenim kütüphanenin anahtarını artık bana veriyordu. Tek başıma giderek istediğim kitapları seçip alabiliyordum. Okulun ilk döneminin yarısı bitmişti. İlk dönemi başarıyla bitirip elimde güzel bir karneyle köyüme gitmeyi hayal ediyordum. Annem beni kapıda karşılayacaktı. Sımsıkı sarılacaktım ona. Benimle gurur duyacaklardı. Kardeşlerime örnek olacaktım. Tatil boyunca bütün özlemlerimi giderecektim. Bol bol radyo dinleyecek, ailemle sohbet ederek vakit geçirecektim. Bunları düşündükçe zamanın bir an önce geçmesi için dua ediyordum. Bir yandan da hayalimdeki gibi bir karneyle eve gitmek için daha çok çaba gösteriyordum. Kendimi okuduğum kitaplardaki kahramanlar gibi görüyordum. Güzellikler için zorluklara katlanan ve mücadele etmekten korkmayan, yılmayan kahramanlar gibi… Bir gün eve dönüp sevdiklerimin yüzünü güldürecektim.
Bir gece yine yatağımda uzanmış kitap okuyordum. Yatmak için henüz erken idi. Biraz daha kitap okumak istiyordum. Ama ansızın başıma bir ağrı saplandı. Biraz sonra geçer diye hiç dikkate almamıştım önceleri. Ama zaman geçtikçe başımın ağrısı şiddetleniyordu. Kitap okumayı bırakıp yüzümü yıkamaya gittim. Yatağıma dönüp tekrar uzandım ama hiçbir faydası yoktu. Başımın ağrısı çok kötü bir hal almıştı. O saatte kimseyi rahatsız etmek istemiyordum. Çocukların çoğu uyumaya başlamıştı bile…Yatağımda kıvranıyordum. Bitmesi için dua ediyordum. Bir yandan da başka şeyler düşünmeye çalışıyordum. Ama bir türlü acının önüne geçemiyordum. O saatte okulda nöbetçi bir iki görevli olurdu. Onlar da öteki binada bulunan idare kısmında olmalıydılar. Oraya gidecek kadar güçlü hissetmiyordum kendimi. Sabaha kadar dayanmaya karar verdim. Hayatımda bu kadar acı hissettiğimi hatırlamıyordum. Ter içinde kalmıştım. Başım patlayacak gibiydi. Bütün bunlara rağmen sesimi başka çocuklara duyurmamaya çalışıyordum. Ve çok acı çekiyordum.
Sabaha kadar dayandım. Hiç uyumamıştım. Ama o yaşıma kadar yaşadığım en büyük acıyı yaşamıştım. Sabah şafak söker sökmez idareye gittim. Türkçe hocamı bulmak istiyordum. Ama bulamadım. Baş ağrısının yanında mide bulantısı da başlamıştı. Ayakta duracak halim yoktu. Bulduğum ilk öğretmene durumu anlattım. Beni öğretmenler odasına aldı. Ve görevli hemşire gelene kadar orada beklememi söyledi. O kadar çok acı çekiyordum ki buna katlanabileceğimi hiç sanmıyordum. Öğretmen beni bırakıp dışarı çıktı. Odada yalnız kaldım. Kusmak istiyordum. Bin bir güçlükle tuvalete kadar gittim ve kustum. Sonra bir çocuğun yardımıyla yerime geldim. Odada o halde epeyce bekledim. En sonunda dayanamayıp kendimi yere bıraktım. Çok kötüydüm. Bir süre sonra bir öğretmen kapıyı açtı. Yerde yattığımı görünce beni azarladı;
-Kalk koltukta otur, başka yer bulamadın mı yatmak için? Dedi.
-Çok hastayım öğretmenim? Dedim.
-O zaman hemşireye git. Dedi. Ona, beni buraya başka hocanın bıraktığın hemşireyi beklememi söylediğini anlatmaya çalıştım.
-Pekiyi o zaman şu koltukta otur hemşire gelince gidersin. Deyip gitti. Bir süre daha öylece kaldım. Öğle saatlerine doğru hemşire odaya geldi. Beni inceledi ve okuldaki hizmetlilerden biriyle beraber hastaneye gönderdi…
Hastanede uzun bir süre sıra bekledikten sonra doktora göründüm. Ayaküstü yapılan muayenede yüzümdeki sarılığa bakan doktor;
-Bu çocuk sarılık…dedi. Reçeteye birkaç ilaç yazdıktan sonra bizi geri gönderdi. Okula geri getirildim. Hiç yemek yiyemiyordum. İlaçlarımı almak için meyve getirdiler. Meyveleri büyük zorlukla yedikten sonra ilaçlarımı içtim. Sonra gidip yatağıma yattım. Ama acı bir türlü geçmiyordu. Üstelik başım da dönüyordu. Canım hiçbir şey istemiyor gözlerim kararıyordu. Çocuklar derslerine gittiler. Yanımda kimse kalmadı. Yatakhanede bir başıma kaldım. Uzun bir süre mücadele ettim. Ama bir türlü gelişme olmuyordu. En sonunda idareye tekrar gitmeye karar verdim. Bin bir zorlukla yatakhanemin kapısına çıktım. Bir süre sonra oradan geçen bir çocuktan yardım istedim. Uzun bir uğraştan sonra idare binasına kadar gittik. Oradaki öğretmenlere iyi olmadığımı daha da kötüleştiğimi söyledim. Durumu gören öğretmenler beni tekrar hastaneye göndermeye karar verdiler. Bir daha yola çıktık. Akşamüzeri hastaneye vardık. Bu defa acil girişinden hastaneye girdik… Ancak hastanede nöbetçi doktor dışında kimse yoktu. Bana bir iğne yaptılar. Nöbetçi doktor durumun ciddi olabileceğini söyleyerek bizi başka bir ilde bulunan büyük bir hastaneye sevk edeceğini söyledi. O akşam, içinde başka yaralıların da bulunduğu bir ambulansla yola çıktık. İki saatlik yol boyunca o kadar acı çektim ki öleceğimi düşünmeye başladım. Yolda defalarca kustum. Midemde hiç bir şey kalmadığı için beyaz bir sıvı çıkıyordu sadece. Gözlerim artık hiçbir şey göremiyordu. Başım dönüyor ve patlayacak kadar ağrıyordu. Hastaneye ulaştığımızda gece olmuştu. Beni hemen nöbetçi doktorlara götürdüler. Gerekli tetkikler için kan alındı. Koluma bir serum takıldıktan sonra bir odaya yatırdılar. Gerisini hayal meyal hatırlıyorum. O geceyi öyle geçirdim. Sabah uyandığımda kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Kolumdaki serumun etkisi olabilir diye düşündüm. Ama hala çok kötüydüm. Yanımda kimsecikler yoktu. Okuldan benimle beraber gönderilen görevli etrafta yoktu. Sonradan öğrendiğim kadarıyla geceyi bir yakınının evinde geçirmişti. Saat dokuz gibi doktor geldi ve tetkiklerimi incelediklerini, hastalığımın tifo olduğunu söyledi. Hastaneye çok geç geldiğimizi biraz daha gecikseymişiz hastalığın daha kötü sonuçlara neden olabilecek dereceye geldiğini anlattı. Daha önce bana hastalığıma konulan teşhis yanlış çıkmıştı. Doktor burada bir süre yatmam gerektiğini söyledikten sonra gitti. Bir süre sonra okul tarafından görevli olarak gönderilen kişi geldi. İlgililerden hastalığım ile ilgili bilgiler aldıktan sonra tekrar gitti ve akşama kadar gelmedi. Gece gelir diye düşünüyordum. Ama gece de gelmedi. O gün akşama kadar bir sürü ilaç içirdiler, iğneler yapıldı. Akşama doğru ağrılarım biraz azaldı ama hala başım dönüyor, yemek yiyemiyordum. Ayakta duramadığım için tuvalete odamdaki başka hasta yakınlarının yardımıyla gidiyordum. O gece nasıl geçti bilmiyorum. Ertesi gün öğleye doğru görevli yine geldi. Bu defa benimle konuştu. Ona iyi olduğumu söyledim. Ailemin hastalığımı duymamasını, beni okulda bilmelerini, bunun için okulumu aramasını ve uyarıda bulunmasını istedim. Adam bana okulu arayacağına dair söz vererek tekrar gitti. Ailem hasta olduğumu, hele ki başka bir ile nakledildiğimi ve orada hastanede yattığımı öğrenirlerse çok kötü olacaklarını biliyordum. Babam kendini parçalardı üzüntüden. Onca yokluk içinde kalkıp hastaneye kadar geleceklerdi. Bir sürü üzüntü ve bir sürü masrafa sebep olacaktım. Onların üzülmelerini istemiyordum. Benim bütün hayallerim onları sevindirmekle ilgiliydi. Onlar, benim okuldan elimde başarılı bir karneyle eve dönmemi bekliyorlardı. Benimle gurur duyup kardeşlerime örnek göstereceklerdi. Düştüğüm bu durumu onlar görmemeliydi. Ben de çok üzülürdüm. Adam gittikten sonra yine yalnız kaldım. İlk dört günüm öylece geçti. Dördüncü gün yattığım odaya tanımadığım bir bayan ve erkek geldi. Adımı sordular. Şaşkınlıkla “benim” dedim.;
-Merhaba Kemal. Çok geçmiş olsun. Biz senin akrabalarınız. Burada yaşıyoruz. İkimiz de burada öğretmenlik yapıyoruz. Okulunun yöneticileri bir akrabanı aramışlar, onlar da bizi aradı. Seninle ilgilenmemizi istediler. Biz de duyar duymaz hastaneye geldik. Bak yengen sana kitap getirmiş, onları da yatarken okursun. Dediler. Buna çok sevinmiştim. Özellikle kitaplara çok sevindim. Yanımda bir süre oturdular. Onlarla ilk defa tanışıyordum. İyi insanlardı. Onlardan durumu aileme bildirmemeleri konusunda söz aldım. Sonra izin isteyip ayrıldılar. Onlar gittikten sonra hemen kitapları okumaya başladım. İki gün boyunca bu kitapları okuyarak vakit geçirdim. Görevli adam iki gün boyunca gelmedi. Durumum ilk güne göre biraz daha iyiydi. Yoğun bir ilaç tedavisi görüyordum. Üçüncü gün görevli bir daha geldi. Doktordan benimle ilgili bilgiler aldı. Sonra yanıma geldi;
-Kemal ben bugün okula dönüyorum. İdareden çağırmışlar beni… Sen hastaneden çıkınca buradaki akrabaların gelip seni alacakmış. Doktorla konuştuk. Bu arada okula dönersen eğer, benim hastaneden sık sık ayrıldığımı söyleme olur mu? Sorarlarsa hep yanımdaydı dersin. Arada bir ihtiyaç oldu mu dışarı çıkar, sonra hemen geliyordu dersin. Olur mu?
-Olur söylerim. Dedim. Sonra adam çekip gitti. Aradan iki gün geçti, sonra akrabalarım tekrar geldiler. Bu defa kitap getirmemişlerdi. Okuduğum kitapları onlara geri verdim. Yanımda bir süre oturdular. Hastaneden çıkınca beni alacaklarını ve eve göndereceklerini söyleyip gittiler. Yine yalnız kaldım. Bu defa kitap da yoktu. Zaman geçmek bilmiyordu. Dışarıyı o kadar özlemiştim ki… Ama hala ayakta tek başıma duramıyordum. Yaklaşık on gün geçmişti. Derslerimden çok geri kalacağımı düşündükçe üzülüyordum. Artık o hayal ettiğim karneyi alamayacaktım. Doktorlar uzun bir süre hastanede kalacağımı söylüyorlardı. Yanımda artık kimse kalmamıştı. Aynı odada bulunduğum hasta yakınları yardım ediyordu çoğu zaman. Odada bulunan diğer hastaların yanında sürekli yakınları dururdu. Meyveler, hediyeler getirirlerdi. Böyle durumlarda kendimi o kadar yalnız ve incinmiş hissediyordum ki… Bazen getirdikleri meyvelerden bana da getirip ikram ediyorlardı. Yemek istemiyordum. Çünkü bana acındığını hissediyordum. Meyve yerken bana dönüp baktıkları zaman yüzlerinde gördüğüm ifade beni incitiyordu. Bu nedenle hastaneden çıkacağım günü iple çekiyordum.
Bir gece aniden bir çığlık sesiyle uyandım. Odamdaki insanlar bağıra çağıra hastalarını kollarından tutup aşağı indiriyorlardı. Koridorda da aynı kargaşa vardı. Her taraftan insan sesleri geliyordu. Herkes panik içinde merdivene doğru kaçıyordu. Daha ne olduğunu anlayamadan odamda kimse kalmamıştı. Yapayalnız kalmıştım. Kolumda serum vardı. Koridorlardan hala insan sesleri geliyordu. Aşağıya doğru kaçıyorlardı. “Yangın var” diye bağıran bir ses duydum. Durumu anladığımda yanımda kimse kalmamıştı artık. Ne yapacağımı bilemiyordum. Çok halsizdim. Yatağımda doğruldum. Başım döndüğü için tekrar uzandım. Ne olacaksa olsun diye geçirdim içimden. O kadar yalnızdım ki halime ağlamak geldi içimden. Gözlerim doldu. Kalkıp kaçabilsem, ben de kaçacaktım ama kendimde o gücü bir türlü bulamadım. Koridorlardaki uğultu azaldı. Herkes dışarı kaçmıştı. Belki de birazdan yanarak ölecektim. Ne kadar kötü bir şeydi. Ne hayaller kurarken başıma neler gelmişti. Üstelik hastalıktan kurtulmak için geldiğim hastanede bir odada yapayalnız yanarak ölecektim. On iki yaşımdaydım daha… Annemi düşündüm. Beni okulda biliyordu. Eve döneceğim günü iple çekiyordu. Babam her ne kadar annem kadar duygularını açığa vurmasa da beni çok özlediğini biliyordum. Ben de çok özlemiştim onları… Bütün gücümü kullanarak doğruldum ve yatağımdan indim. Ama ayakta duramıyordum. Kolumdaki serumu askıdan indirdim bir elime aldım. Öbür elimle de emekleyerek kapıya kadar gittim. Belki biri beni orada görür de yardım etmek ister diye düşündüm. Ama kimse yoktu. Bağırsam sesimi duyamayacak kadar uzaktaydılar. Dışarıdan öyle bir uğultu geliyordu ki sesimi hiç kimse duyamazdı. Başım dönüyordu. Merdivenden aşağı doğru emekleyerek inmeye başladım. Ama bir kat bile inemeden merdiven boşluğunda hareket edemez hale geldim. Orada kendimi bıraktım. Ne olacaksa olsun dedim içimden. Kolumdaki serumu artık taşıyamayacağım için yere bıraktım. Ve damarımdaki kanlar serumun içine dolmaya başladı. Yapacak bir şeyim yoktu artık. Öylece bekleyecektim. Yarı baygın vaziyette ne kadar bekledim bilmiyorum. Bir süre sonra insan sesleri gelmeye başladı. Binaya giriyor olmalıydılar. Alt koridorlardan sesler geliyordu. Gözlerimi kapattım. Kısa bir süre sonra odamda yatan hastanın yakını olan kadın geri dönerken beni orada uzanmış vaziyette bulunca;
-Aaa çocuk burada kalmış. Nasıl aklımıza gelmedi?
-Buraya kadar nasıl geldin Kemal? Aman Allah’ım serum şişesi kan dolmuş! Yazık, kimsesi olmayınca ortada kaldı. Nasıl aklıma gelmedi. Deyip beni kolumdan tutup doğrulttu. Serum şişemi eline aldı ve başka kişilerin de yardımıyla yatağıma kadar taşıdı. İnsanların beni bu kadar acınacak bir durumda görmelerini hiç istemiyordum. Gördükleri kadar çaresiz olmadığımı göstermek istedim;
-İstesem inebilirdim ama seslerinizi duyunca vazgeçtim. Dedim. O günden sonra iyice içime kapandım. Kimseyle yüz yüze gelmek istemiyordum. Düştüğüm durumdan utanmıştım. Hastalığım bir an önce iyileşse de çıksam diye dua ediyordum. Yavaş da olsa sağlığım iyiye doğru gidiyordu. Artık hastaneden çıkıp evime gideceğim günden başka bir şey düşünmüyordum. Hastanede yaklaşık bir aydır yatıyordum. Bana kitap getiren akrabalarım bir defa daha ziyaretime gelip gitmişlerdi. Artık zamanın geçmesini bekliyordum. Sabahları hastanede verilen kahvaltıdan sonra ilaçlarımızı içiyorduk. Sonra doktorlar hastaları gezerek durumlarına bakıyorlardı. Derken öğle yemeği çıkar. Herkes yemek yer, sonra akşam olmasını beklerdik. Bir gün doktorlar kontrollerini yapıp çıktıktan sonra yattığım odanın kapısı birden açıldı. Ve karşımda babamı gördüm. Hiçbir şey diyemedi. Sonra bir çığlık attı. Babamı ilk defa böyle görmüştüm. Çocuk gibi ağlayarak gelip boynuma sarıldı;
-Of of oğlum. Dedi. Başka bir şey diyemiyordu, ağlıyordu. Sonra nefesini toplayarak;
-Neden haber vermedin oğlum. Haberim olsaydı…. Sonra yine ağlamaya başladı.
-Tamam baba, ben çok iyiyim. Neden geldin? Zaten birkaç güne kadar gelecektim ben. Kim haber verdi sana?
-Bırak bunları şimdi oğlum. Seni o lanet okula göndermeseydim keşke… Neler geldi başımıza. Küçücük çocuk uzak yerlerde… Nasıl düşünmedim..?
-Baba abartma, herkes gibi ben de hastalandım ve iyileşiyorum. Evde de olsam belki hastalanırdım. Olacağı oymuş. Tamam artık. Bak ben iyiyim.
Babamın geleceğini bilmiş olsaydım. Önceden kendimi toparlardım. Beni böyle bitkin görmesine izin vermezdim. Ama ansızın gelmiş, kendimi yatağa halsiz bir vaziyette bıraktığım anda odaya girmişti. Arkasında da bana kitap getiren akrabalar vardı. Onlara doğru sert sert baktım. Bu nedenle akrabam söze girme gereği duydu;
-Kemal’cim memleketteki akrabamız, sen nasıl olsa iyi oldun diye babana haber vermiş. Hem gelip seni görsün, hem de babanla beraber köyünüze geri dönersiniz diye düşünmüş. Bizim de haberimiz yoktu. Baban bu sabah geldi. Merak etme biz ona her şeyi anlattık. Bizim misafirimiz olacak. Zaten doktorların iki gün içinde çıkacağını söylüyorlar. Üzülecek bir şey yok. Diye uzun bir konuşma yaptı.
Bu arada babama daha dinç görünme çabasıyla kalkıp yatağıma oturdum. Yerimden kalkıp kapıya kadar gidip geldim. İyi olduğum konusunda onu inandırmaya çalışıyordum. Annemi kardeşlerimi sordum. Hepsi hastalandığımı duymuş çok üzülmüşler. Annem ağlamış. O da gelmek istemiş. Çocuklar küçük diye gelememiş.
-Baba hepiniz buraya gelmeyin, üzülmeyin diye size hasta olduğumu söylemedim zaten. Ne kadar üzüleceğinizi ve neler yapacağınızı biliyordum. Neyse iyileştim artık. Yakında beraber köye gideriz artık. Dedim. Ziyaret saatinin bitimine kadar yanımda oturdular. Sonra akrabalarımda kalmak üzere yanımdan ayrıldı. Sabah yine geleceğini söyledi ve gittiler. Babamın gelişine ve beni o halde görüp düştüğü durumdan dolayı çok üzülmüştüm. Ama bir yandan da gizli bir sevinç hissediyordum. Odamdaki hasta yakınlarına düşündükleri kadar yalnız olmadığımı göstermiş oluyordum.
Ertesi gün babam yine hastaneye geldi. Uzun bir süre yanımda kaldı. Bir sürü meyve ve çikolata getirmişti. Sanki hastaneye gelemediği günlerin acısını çıkarıyordu. Getirdiği onca şeyi yiyemezdim. Ama öteki hastalara benzemeye başlamıştım. Benim de komidinimin üstünde bisküviler, çikolatalar ve meyveler vardı artık. O gün de babam akrabalarda kalmaya gitti. Akşamüzeri hemşireler yarın taburcu olacağımı söylediler. Buna çok sevindim. Zaten son iki gündür kendi işlerimi kendim görecek duruma gelmiştim. Ayağa kalkıp dolaşabiliyordum.
O geceyi nasıl bitirdim bilemiyorum. Sabaha kadar heyecandan uyuyamadım. Ve nihayet sabah oldu. Kahvaltı ve son kontrolden sonra babam akrabalarımla beraber geldi. Yüzlerinde bir sevinç vardı. Ben de çok mutluydum. Babam;
-Oğlum, Edip amcan bizi arabasıyla götürecek. Dedi. Bu çok güzel bir haberdi. Yolda zorluk çekmeyecektik. Hastane işlemlerimi bitirdikten sonra uzun bir zamandır giymediğim elbiselerimi giydim. Çok zayıflamış olduğumu o zaman anladım. Pantolonum epeyce genişlemişti. Üstümden düşecek gibi duruyordu. Babama bunu belli etmeden kemerimi sıktım ve eşyalarımızı alıp hastaneden çıktık. Dışarıya ilk çıkışım yeniden bir doğuş gibiydi. Kış mevsimi olmasına rağmen hava açık ve güneşliydi. Güneşin ışıkları o kadar keskindi ki gözlerimi alamıyordum. Temiz hava solumayı o kadar özlemiştim ki defalarca derin derin nefes aldım. Sonra babamdan bana bir simit almasını istedim. Hastanenin önündeki küçük parkta bir süre oturduk. O kadar güzeldi ki her şey… Yaşamak ne güzel diye düşündüm. Bu arada akrabalar da doktorun yazmış olduğu ilaçları almış gelmişlerdi. Sonra hep beraber arabaya binip yola koyulduk. Şehrin içinden etrafı seyrede seyrede geçtik. Buraya hastane için geldiğim geceyi düşündüm. Bir kabus gibiydi. Bir daha hatırlamak istemiyordum o geceyi. Ve biraz sonra şehir geride kaldı.
…
Okul okuduğum şehre yaklaşıyorduk. Aynı zamanda evime de yaklaştığımı hissediyordum. Çok heyecanlıydım. Ama içim biraz buruktu. Anneme hayal ettiğim gibi dönmeyecektim. İstediğim gibi olmayacaktı. Bu yüzden üstüme bir hüzün çökmüştü. Düşüncelere dalmıştım. Bu arada okul okuduğum şehrin ilk evleri görünmeye başlamıştı. Arabayı süren akrabam bana dönerek;
-Kemal’cim, geçerken senin okula da uğrayıp hastaneden çıktığını bildirelim, izin işini de halledip yolumuza devam edelim. Dedi. Ben okula gitmek istemiyordum. Bir an önce evime yetişmek annemin kucağına atlamak istiyordum. Ama akrabamın dedikleri doğruydu.
-Olur. Dedim hoşnutsuz bir tavırla… Bir süre sonra araba okulumuzun bahçesine girdi. Ve üçümüz arabadan indik. Çocuklar azalmıştı sanki. Okulda hiç alışık olmadığım bir sessizlik vardı. Bana mı öyle geliyordu? Bu şaşkınlığımı görmüş olacak ki akrabam;
-Okullar yarıyıl tatiline girdi biliyorsun değil mi Kemal?
-Bilmiyordum Edip amca… Daha var sanıyordum.
-Hadi bakalım idareye gidelim de senin karnen nasılmış bir bakalım. Dedi. İçimde bir ürperti oldu. Benim karnem nasıl olabilirdi ki? Son yazılıların hiç birine girememiştim. Bütün derslerden kalmış olmalıydım. İdareye beraber gittik. Bizi okulun müdür yardımcısı karşıladı. Akrabam kendini tanıttıktan sonra hatırlamış olacak ki;
-Kemal sen misin? Şu hastalanan çocuğumuz..?
-Evet, benim öğretmenim. Dedim.
-Türkçe öğretmenin senden epeyce bahsetmişti. Derslerin çok iyiymiş. Teşekkür bile almışsın. Aferin sana… Dedi. Havalara uçacak gibiydim. Nasıl olurdu. Ben son yazılıların hiç birine girememiştim ki. Bir yanlışlık mı vardı? Ama müdür yardımcısı imdadıma koşar gibi Akrabama ve babama dönerek gerekli açıklamayı yaptı;
-Kemal’in dersleri çok iyiymiş. Hastalığı nedeniyle son yazılılara giremedi. Ama Türkçe öğretmeninin fikri ve diğer öğretmenlerinin onayıyla Kemal’in karnesini ilk yazılılarını göz önüne alarak düzenledik. İlk yazılı sonuçları da son derece iyi olduğu için oğlumuz teşekkür almaya hak kazanmış. Öğretmenlerinin ortak kanaatine göre Kemal son yazılılara da girseydi aynı başarıyı hatta daha iyisini gösterecekti. Özellikle Türkçe öğretmeni bu konuda çok emin ve ısrarlıydı.
-Babam beni tuttuğu gibi kucağına aldı ve alnımdan öptü.
-Aferin benim oğluma. Senden her zaman bunu bekliyordum. Bütün her şeye rağmen senden beklediklerimi yine yaptın. Dedi.
Gerekli işlemleri yaptık ve tekrar yola çıktık. Çok sevinçliydim. Teşekkür belgemi elimde sıkı sıkı tutuyordum. Bir an önce eve yetişmek istiyordum. Ve tepenin ardında nihayet köyümüzün dumanlı evleri göründü. Evimizin avlusuna girdiğimiz zaman dünyaya yeniden gelmiş kadar mutluydum. Kapıda annemi gördüm. Bacaklarımdaki bütün kuvvetimle koştum.
-Anneeee…!
-Oğluummm.
Şemsettin Kaya
10.03.2006
Ankara
YORUMLAR
gerçekten çok güzel.bunları bende yazmak istiyordum bu ne ya abi sanki düşüncelerimi çalımışsın gibi.çok darıldım abi....
semsettinkaya
Duygulu, dramatik bir yazıydı, sonu mutlu biten.
Yatılı yıllarımı, okuduğum benzer öyküleri anımsadım.
Tüm olumsuz ve yetersiz şartlara rağmen yatılılık yıllarımın yaşantıma olumlu katkıları çoktur.
Kendimi, insanları tanımış, farklı ortamlara girmiş, iş hayatıma (öğretmenliğe) en kısa yoldan atılmış oldum okulum sayesinde...
Okulun, okumanın kötüsü olmaz da sorumsuz, tembel ve cahil insanlar tarafından daha kötücülleştiriliyor şartlar.
Okulların, kütüphanelerin, okuyanların, temiz ve sağlıklı ortamların, duyarlı insanların çoğaldığı bir ülkede yaşama dileklerime...
Selamlar, sevgiler