- 755 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bahar Bakışlarınla Dol Yüreğime
Ruhumuzdaki yaşanmamış bir ömrün rengârenk coğrafyasında
En soylu resimler sevgini anlatır, karşılığı hep sevdadır anlasana
Her çiçek seninle açar, senin için doğar ışıltılı güneş er şafaklarda
Aşkın gün ışıklarını gönder içime, mutluluk dolsun sarı odalarıma
Kanatlandırdıkça düşlerimizin hayal ülkelerini, en mükemmel parlaklıkla düşer bedenimize tutku. Sönmemiş ateşlerle savruluruz yatakta, sorgulu inleyişlerle sevdanın yüzünü izlerken aynada. Çoğalmak istedikçe azalan sular dökülürken yanağımıza rüzgâr değer, sözcükler ruhumuzdan dökülmeyi bekler ve zorlu gecelerin saatleriyle göğsümüze inceden bir sızı girer, gergindir oysa dokunuş, kandil söner, gece doyumsuz bir süngerce denizlerin tüm sularını hoyratça emer.
Ertelenmiş düşler cennetinde bir umut bahçesi kuracağım sana. Sınanmış sevdaların güllerini sula sevdam ellerinle. İsimsiz şarkıların mutlu nakaratlarıyla sokulacaksın orada dudaklarıma. Erteli mutlulukların konserleri verilecek ikimize. Ellerinle dokunacağım düşlerimizin sarı yıldızlarına. Gözyaşlarını da al giderken yanına, sevginin sevincine karıştırıp yaşam iksiri yapacağım en karanlık odalarda.
Masum anlarımızın yataklarında gökyüzünü arar gözlerimiz. Sırt üstü yatışların rehavet karelerinden çıkmış bir resim uyuklar yan odada. Bütün gücünü gecede tüketmiş, sancıların zaferiyle düşlerin limanına gelmiş mağrur bir savaşçı gibi. Güneşi koynunda ister oysa kadın, güneş buluta sarılır, düşlerin rengi siyahtır, yaldızlı saraylarda mevsim her zaman ilkbahardır.
Uzadıkça gecenin dili, savrulur yatağa tutkunun iniltisi. Heceli sözlerin ayrı yataklarında, sen başka âlemin kadını, ben aşkın sorgulu adamıyken, söylenememişlerimizi ruhumuzda sır gibi saklarken gece düşer takvimlere, sancılar kesilir, ıslak bir sarılışla özlemli nefesler birbirine karışır. Ay düşer tepelerin ardına, yıldızlar korkuya sarılır ve en doyumsuz anların yankısıyla şafaklar atlatılır.
Akışkanlığını taşa geçiren sular asırlardır inatçı bir döngünün yolculuğuyla süpürür toprağı. Avuçlarımızdaki kader çizgilerini izledikçe rüzgâr göğsümüzden içeri dolar ve götürür dünlerin sarı yapraklarını. İnsan ve taş aynı düşün, aynı göçüşün kaderdaşıdır. Taş suya, insan ağrıya yenilir. Su ve gönül ağrısı zıt iki denklemdir, biri ruhumuzu sancıdan arındırırken, diğeri gecelerde sivri bıçaklar gibi içten içe kanatır.
Yangın duvara çarpınca kırılır alev, yol arar kendine kovalarken yel. Dil sancıyla kıvrılırken karanlıkta yakıcı bir acı olur söz yatakta. Her devriliş kendi kıyısını arayan dalgadır, her acı sevdayı sınayan gizli bir yaradır. Sözcüklerin zayıf halkaları suyunu saklayan bir düşün kaynağıdır. Çelik köze eğilir, köz aleve, alev rüzgâra direnir, rüzgâr küser anı gelince kendine.
Yakamızda biriken zaman kiriyle yankılı bir ses oluruz delicesine akan ırmak boylarında. Göğsümüzdeki tüm yaşanmışlıkları bir köşeye koyarak öfkeli hallerimizin kapalı seanslarından görüntülerini umarız pak aşkların. Oysa her gecenin kronik saatlerinden gerçeğe çıkan yollara vurur sevda düşümüze zaman. Kıvrılarak yatağımızda kımıltısız düşünüşlerimizle uykulara geçeriz bir zaman. Kendimiz için kırık bir besteye dönüşür, ağlamaktan utandığımız fırıldak gibi tükenen anlarda titreme nöbetlerine tutuluruz.
Küskünlük duvarlarına çarpınca öfkenin aksi, bir demet sızı böler sözcüklerin kanlı gözyaşlarını. Biliriz ki, nedensiz sorgulardır kapatan kapıları. Aynı duvar arasında yüzlerce kez yaşananlar, aynı savruluşun kınını zorlamalarla son bulan dinlencelerdir. Anlam aradıkça, bahanelere sarıldıkça tükenen sevdaya ve yokluğa uzanan vedayla kararır her şey. Özlem kendi haline yanan bir kütükçe önce korunu, ardından külünü bırakır aşk denen hengâmeye.
Ruhumuzdaki ilahi düşünüşleri taşıdıkça güneşler ülkesine camdan bir kubbe altında yaşanmamış günlerin şarkısını söyleriz. Mevsimler geçer içimizden, örselenmiş göğsümüzden içeriye dolar acılar. Yüreğimizdeki asil sevdaların saçları uçuşur rüzgârda, gökler birikmiş yağmurunu döker, sökülmüş yüreğimiz duruşuyla, düşünüşüyle ve en deli gelgitleriyle devşirilmiş umutların kapsüllerini dişler.
Kendi esaretimizin prangalı denizlerinden coşkularla ağlar çekeriz, dilimizden dökülen sevda türküleriyle. Ruhumuzdaki bütün tümceler yalnızlığımızdan coşup gelirken yüreğimiz ırmakların en delisini kutsar ve ışıklar yükselir yüce dağlardan her sabah. Bileklerimizi sıkan, bedenimizde bir dövme gibi duran özleyiş yağmurlarıyla ıslanırız yaşamın çelik pencereli sarı odalarında.
Ey bakışlarının çoğul mevsimleriyle örselenen yerlerime ellerini uzatan sevgili, sensin anlasana ayrılıkları kentime uğratmayan sevdalı peri. Sen ki, soyup soyup en zemheri mevsimlerde acıdan parsellere bölünmüş göğsümü, yüreğime sürersin en panzehir sevgileri. Dalgalı denizlerimdeki gelgitlere rest çeker, bir bardak suda fırtınalar kopardığım gönlüme dolarsın her seferde kutsal bir iksir gibi. Sevincim olursun er şafaklarda, tenimi okşar, ruhumun çılgın mevsimlerini darmadağın eder, güvercin bakışlarınla dağ rüzgârları taşırsın kendimi yitirdiğim anlarda.
Dudaklarımdaki asil bekleyiş öyküm ol bundan sonra. Ebruli yüreğinin gizli polenlerini aramaktan yorgun düşsem de, sensizliğin mahur iklimlerinde dirençli bir bekleyişin sebebi ol eşsiz sevginle. Sınırlarıma mermiler yağsa da, göğsündeki yaşanmamışlıklarda bir yer aç sevdalına. Kokuna özlemli şiirler olayım sana şu ateşlerle yanan yeryüzü atlasında. Islanmış kirpiklerinde öfkelerim dinsin, dar geçitlerinden her gece sessizliğin mülteci aşıkları geçsin. Sen benim sonsuza dek yangınım ol, gözlerinin ve yüreğinin yaşanası kentlerinde istersen ömrüm sona ersin.