- 1108 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İSTANBUL (Olmak Şehrinde Şey Olmak)
OLMAK ŞEHRİNDE ŞEY OLMAYA VARMISINIZ?
(Bu hikaye Ümraniye Belediyesi 6. Geleneksel İstanbul KonuluHikaye yarışmasına katılmıştır.)
Ey okuyucu; artık seni mekana hapseden bedeninden kurtulmalı ve bir yolculuğa çıkmalısın. Ey siz; bir aşk acısı ya da hayırsız bir dost yüzünden, kendini insanların bayağılığından ve kalleşliğinden ya da gerçekleşmesini çok istediğiniz hayalleriniz yüzünden, herkesten çok uzakta bir odaya kapadınız mı hiç! Ben kapandım! Yaşadığım şehir ve kendim yüzünden. Ey dünyanın bütün mutsuzları, hastaları, delileri, unutulmuş şehirleri peşimden gelin. Ayaklanın bütün tembeller, işsizler, aylaklar, haylazlar, okuyucular, sanatkarlar, yazarlar, emekliler, şehirler şehirlileri! Olmak şehrinde,’şey’ olmaya var mısınız? Peşimden gelenlere sesleniyorum.’Sarsılacağını bildiğin kadar, varacağını da bildiğin, seni kendine götürürken, kendinden uzaklaştıracak, senin yerine muhtemelen bir başka sen koyacak bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Yolculuğumuz olmak şehrine. Medeniyetlerin ve imparatorlukların buluştuğu kenttir orası! İnsan ötekisiyle de ‘Şey Olmak’ için bu şehirde daha rahat konuşur, buluşur. Yeryüzünden de gökyüzünden de bakılınca ötekinin şehridir burası denilir. Önemli olan bu şehre doğru yola çıkmaktır. Zaman ve mekan içinde gezebilme yeteneğine karşı durmaktan vazgeçmeyerek hayale dalmalıyız bu şehirde. Hayal aleminin yalnızca senin arzu ettiğin şeylerle zenginleşen yanını bir kenara bırakmalı ve daha büyük ölçekte daha geniş hayaller kurmalısın bu şehri ve kendini, hayal ederken. Sadece yarın ya da haftaya gerçekleşmesini istediklerini düşünmekten utanmalısın, kendin ve bu şehir karşısın da. Hatta etrafındayım gibi kendini görsen de kimi zaman senden uzaklaşan dünya hakkında da, nesneler hakkında da tanımadığın insanlar nezdinde de tüm bir insanlık hakkında da düşünmelisin artık! Çok geç kalmadık mı? Kendimiz ve bu şehir için yapacaklarımıza! Sanatçıları bir düşünelim; Onlar nesneler dünyasına yönelirken öznel bir tutumla nesneyi ait olduğu fiziksel gerçeklikten koparıp, görünenin ötesinde içerdiği ‘şeyleri’ nesnelleştirir. Nesnelere keşfetmek, dokunma ve irdeleme isteği ile yaklaşır, onların bilgisine varmaya çalışır, onları yeniden tanımlar ve yeniden üreterek yeni bir gerçekliğe dönüştürür. Artık resimde görünen, sanatçının, algısını derinleştirerek ulaşmaya çalıştığı nesnenin alt bilgisini içeren yeni bir ‘Şeydir’. Ey yolcular! Bu kımıldamadan çıkabileceğiniz bir yolculuk. Gelemeyenler bu şehri göremeyenler, siz yaşadığı bir kaç sadakatsizliğin ardından kafasında uğursuz bir değişim ya da inzivaya çekilenler, zikredenler, bunca sene bizi yöneterek bize hükmeden dünya ülkeleri. Bütün dünyadaki gece eğlentilerinin sevimlileri sizde gelin! Katılın bize! Yorulmayacaksınız! Bana güvenin, inanın. Çünkü insan ruhunun kendine ait sanal bir özgürlük sanrısı yaratabilecek yetenekte olduğu düşüncesinden hareket edeceğiz. Her ne kadar bahsi geçen sanal özgürlüğün süresi varlığından daha önemli gibi görünse de sonuç itibarıyla özgürlüğün serin gölgelerinde konaklamak isteyen ancak hapsedilmiş olan ruhlarınızı avutmanızda bu şekilde sağlanabileceği gerçeği sizi rahatlatacaktır. Her insanın kendisi ve ötekisi ile konuşacağız. Öteki ruha bağlı bir şeytandır. İçgüdüsel ya da ilahi olarak şartlandığı şeyleri yapar ruhun emirlerine boyun eğmez. İsyankardır. Bunlardan ruh, yaşama, diğeri bedende üretme gücüne sahiptir. Ancak bu iki kuvvet birbirine ters düşer. İnsanın da kendine hakim olabilmesi öteki üzerindeki hakimiyetine bağlıdır. Şehirdeki üretmede üretebilen insanların var oluşlarıyla ilgilidir. Bir yerinden sonra ilginizi kaybettiğiniz bir kitabı, ya da bir insanı ya da bir şehri bir kenara bırakmadan hayallere daldığınızda o anda ‘ ötekinin’ bir parçası halini almış olan gözleriniz harfler üzerinde kaymağa devam eder, belki de ancak sayfayı çevirme zamanı geldiğinde kavrarsınız. Siz hayallere daldığınız sırada ötekinin okuma eylemini yarıda bırakmadığını ancak okuduğundan bir şey anlamayınca anlarsınız. ‘Öteki’ insanlar arasında ciddiyetle dolaşken, herkesin saygıyla ona yol verdiği, kimsenin içinde bir ruh bulunup bulunmadığını bile düşünmediği ve hiç kimsenin yalnızlığını fark etmediğidir. Bu yolculukta ’ Kendini ‘öteki’ ne teslim etme. O seni saklıyor başkalarından, o seni koruyacağına söz verip en muhtaç olduğun anda seni terk ediyor. Ağlamaman gereken bir zamanda ağlıyor o, çalışman gereken zamanda uyuyakalıyor, uzak durman gereken bir işe fazlaca yakın tutabiliyor seni, içindeki ötekinin kokusunu almalısın. Suretin, kıvrımların itibarıyla bir insana ait olsa da o senin aslının kimden ya da neden ibaret olduğunu seziyor belki. Kim bilir. Birkaç dostun, birçok sevgilin, bir dolu ilişkin ve hepsinden çok tanıdıkların oldu ve bu gün adını bile unutmuş o insanlar için artık bir hiçsindir sözlerini sayıklayıp duracağız. Şehirler içinde böyledir bu. İnsanda şehirde bu ötekiler yüzünden çok çeker! Bak! Olmak şehri de ötekiler yüzünden bir türlü şey olamıyor! Hala onu Avrupa Kültür Başkenti saymayan ülkeler var! Bin dokuz yüz seksenlerden beri dolaşan bu unvanı kim kime veriyor! Bayan Melina’sı yok bu ülkenin! Bin dokuz yüz seksen beşte Atina’ya o vermişti bu unvanı. Ya bizdeki Rabialar, Fatmalar, Haticeler, Halideler, Neziheler, nerede! Onları da ötekiler mi susturdu! Ey bu Olmak Şehrinin insanları bu şehrin tarihinin üç yüzyıl bin yıl öncesine kadar uzandığını anlatamıyor muyuz? Ötekilere. Daha yeni Küçükçekmece gölü kenarında bulunan Yarım Burgaz mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlerine rastlanmadı mı? Neolitik ve Kalkolitik insanlar yine ilk olarak bu şehirde yaşamadılar mı? Bu unvan zaten ilk İstanbul’a verilmesi gerekmiyor mu? Başkentlik yaptığı devletleri ne çabuk unuttunuz! Sayayım mı sizlere. Roma İmparatorluğu(330-395), Bizans imparatorluğu(395-1204)(1261-1453) Latin imparatorluğu (1204-1261) Osmanlı İmparatorluğu(1453-1922) Dahası da var İstanbul’u yöneten devletleri de size tarih sırasına göre tekrar hatırlatayım mı? Antik Yunan Şehir Devleti (MS 667-MÖ196) Roma İmparatorluğu MÖ 196-395) Bizans imparatorluğu (395-1204)(1261-1453)Latin İmparatorluğu (1204-1261) Osmanlı İmparatorluğu(29 Mayıs 1453). Senin anlayacağın tüm medeniyetlerin ittifakı İstanbul’da olmuş. Ya dinlere yaptığı başkentlik oda mı kimsenin umurunda değil! Onda hangisinden başlayayım çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa kadar geçen tüm dinler bu şehirde olgunlaşmaya başlamadı mı? Budizm, Mazdeizm, Manişeizm, Nasturilik, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi daha birçok dinleri barındıran benim şehrimdeki insanlar en sonunda Müslümanlık ta karar kılmadılar mı? Benim ülkemde yaşayan insanların düşünsel yaşamları da İslam kültürü içinde başlamadı mı? Batı orta çağın karanlığını yaşarken doğuda keşfedilen düşünce sistemine Hz Muhammed ile yeni bir din keşfedilmiş yüzyıllardan beri tam uyku içinde bulunan doğu insanları artık bu dinle yeni bir erdeme yönelmişlerdir demiyor mu kutsal kitabımız? Bu kitabın, dediklerinin felsefi olarak izahını şöyle yapabilir miyiz? ’ Kişinin yetkinliğe erişebilmesi için pek çok şeyler gereklidir. Kişi tek başına bu şeylerin tümüne birden erişemez. Toplum, kişilerden birinin eksiğini ötekiyle tamamlar. Yetkinliğe erişmek gücü insana doğarken verilmiştir. Oysa birçok insanlar bir araya toplanıp her biri ötekinin ihtiyacını hazırlamak suretiyle birbirlerine yardım etmedikçe, insan tek başına bu yetkinliği elde edemez. En yüksek iyilik, en büyük yetkinlik ancak şehirde yaşamakla elde edilir. Bunun gibi bütün uluslar mutluluğa varmak için birbirlerine yardım ederlerse yeryüzü erdemli bir yeryüzü olur. Erdemli şehir bütün organları tam olan bir bedene benzer. O bedenin bütün organları yaşamak için nasıl birbirlerine yardım etmek zorundaysalar, şehirlerin bütün kişileri de mutlu olmak için birbirlerine yardım etmek zorundadırlar. Ey! Benim mutsuzluğumu göremeyen uluslar, şehirler, yöneticiler, belediyeler, şehrimin insanları artık bu yönetim İstanbul’u bütün ülkelere tanıtmak için fark etti! İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olamamasına isyan etti. Tüm dünyaya İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğunu ilan etti Yedi tepede! Görmediniz mi! Işık cümbüşünü, havai fişekleri, ışıkların görsel tiyatrolarını! Duymadınız mı? Avrupa Kültür Başkentliğimin ilan edildiği 16.01.2010 tarihindeki Cumhurbaşkanım ve Başbakanımın’ Bizans imparatoru Konstantin’den, Atatürk’e, kentin güzellik katan her kesimine yağdırdığı teşekkür sözcüklerini! Ey bu ülkenin ve şehrin güzel insanları onların şu mesajlarını artık dikkate alın! Bu yıl katılım yılı, bu yıl eğitim yılı, bu yıl koruma yılı, bu yıl yaratma yılı, bu yıl işbirliği yılı. Erdemli şehrin güçlü başbakanı ve belediye başkanları! Erdemli kenti yukarıdaki satırlarım da insan bedenine benzetmiştim. Bedenin organları çeşitlidir, görevleri ve güçleri başkadır. Oysa içlerinde öyle bir organ vardır ki onlara başkanlık eder. Bu başkan yürektir. Görevleri başkana yardım etmek olan başka organlar vardır, bunlar en yakın yardımcılardır. Başkanın işini kolaylaştırırlar. Bu ikinci organlar görevlerini başkanın amacına uygun olarak yaparlar. Böylelikle aşağı doğru inerek sadece hizmet dahi edemeyenlere ulaşmak yine insanın elindedir. Hadi hep birlikte unutulmamak için, mutlu olmak için bu şehre ve bu yurdun insanlarına layık olmak için bu şehre hizmet etmeye var mısınız? Bu nu bir özür olarak da borçlu değimlisiniz? Şarkıların dediği gibi ‘Ah İstanbul! İstanbul olalı görmedi böyle bir keder’ sözleri bizi kışkırtsın! Bu şehirde yaşayan güzel insanlar şöyle bir gezelim mi İstanbul’u tüm dünyaya tanıtmak için. ‘İstanbul beni hapsetmiş eski bir banda kaydetmiş gibi onu anlatacak kelimelerin kifayetsizliğiyle boğuşarak! Evimin içinde bir oda, oda da İstanbul, odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul! Sizinle nerden başlayayım insan kardeşlerim onu gezmeye. Odamdan dışarı çıkarak mı? Tamam o zaman! Biraz Marmara biraz boğaz serinliğiyle çıkalım mı yolculuğa! Belli ki yorgunsunuz biraz uzanmak ister miydiniz Çırağan sarayın da? Yıldızlara şehrin panoramik görüntüsüne Yahya Kemal’in ‘Sana dün tepeden baktım Ey Aziz İstanbul’ dizeleriyle Galata Kulesine çıkmaya Hezarfen Ahmet Çelebiyi uçarken hayal etmeye ne dersiniz? Altı yüz altmış bir yıldır ayakta! Korumuşuz tüm yıkıcı depremlere rağmen! Bütün tarihsel sivriliklerde görülür burada perspektiften! İstanbul’un uzaklaştıkça derinleşen görüntüsü sarar her yanımızı. Lavanta kokulu Beyoğlu’nun sokaklarındaki tarihi tramvayın sesini ve lavantenlerin de sesi duyulur buradan. Aşağı inip görmek istemez misiniz? Piyer Lotiyi, Bellini’yi, Lauren’si ve nice yabancı sanatçıları ağırlayan Pera Palasta Türk kahvesi içmez misiniz? Taksim de ki anıtın önünde resim çektirelim mi? Şehrin etrafındaki sıra, sıra surlarını görüp her köşesinde bir güzele çıra yaktıralım mı, lale diktirelim mi? Soralım mı güzellere ‘ Hisar, Kuruçeşme, Sahil boylumu? Arnavut köylümü, Ortaköylümü, kız sen İstanbul’un neresindensin diyelim mi? Surlarla başlayan haritasına da tüm şairler aşıktır.’İstanbul olur gözlerimde nem, İstanbul peygambere kadem! Bilir misin dostum. İstanbul olur benim, benim şehzadem! Dizeleriyle İstanbul akşamlarında onlar gibi ağlayalım mı? İstanbul sabahlarında Emirgan’da yağan yağmurla dertlenip gözlerimiz de dolu, dolu olsun mu? İstanbul’un Mevla’dan almış güzelliğine hatıralarımızı da katarak, altın yaldızlı tarihini de hatırlayarak kederlenelim mi? Kadeh kaldıralım mı? İstanbul’un her hangi bir yerine her hangi bir zamanda! Şairler gibi siz de kadeh kaldıramadınız değil mi? Haliç’e vuran görkemli Süleymaniye’nin görüntüsünden ürkerek. Korkmayınız! Şaraplarınızı içeceğiniz! Daha çok yerimiz var! Fayton sefası eşliğinde, adalara bir tura var mısınız? Balığımızı yerken, şarabımızı içerken çapkın şarkılar eşliğinde ‘Adalardan gelecek ya ri beklerken’,o‘yarin de bu şehri mesken tuttuğunu’ söylediniz mi hiç? Efkarlanıp, çok içip sevdiklerimize, hayallerimize ulaşmak için Aya Yorgi kilisesinde dua ettiniz mi? Siz hiç Üsküdar’ da ki Hafız Sami’nin sesinden okunan ezanı hiç Beşiktaş vapurunda dinledikten sonra namaz kılmaya başladınız mı? Siz hiç Meryem anayla birlikte yüreğinizde Tanrı sevdası kucağınızda Hırka-i- Şerifle birlikte Kuran dinlediniz mi? Ayasofya da. Ya ey siz kadınlar Topkapı sarayında kadınların nasıl yaşadığını sırf kadınlara ait olan Harem bölümündeki aşkın ve sevginin gizini merak etmediniz mi hiç? Biliyor musunuz? Hanımlar; Beyoğlu’nda, Şişli’de, Nişantaşı’nda, Kadıköy’de, Bağdat Caddesi’nde yani bugünkü İstanbul şehrinde, parayla her şey emrinizde! Paris, Milano, Monte Carlo, Londra, Berlin, Viyana’ da kiler gibi hem de her çeşitle. Sorun yabancı turistlere siz hiç Valide Sultan gibi annelerinize, kilise yaptırdınız mı? Hiç Saint Antuan da sabah ayinin de İncil dinlediniz mi? Boğazın kenarındaki tarihi yalılar da ve otellerde vapur sesi ve bacalarından çıkan islerin şekillerini imgeleyerek vapurla seyahat eden başka, başka şehir ve ülkelere ait kozmopolit yurdum insanının çilekeşliğini düşünerek güne başladınız mı? Siz hiç bu şehirdeki insanların tevazusunu Selçuklulardan hoşgörüsünü de Osmanlılardan aldığını düşündünüz mü? Karşılıksız sevme, hep başkaları için dilekte bulunan Mevlana’nın semaisini Galata Mevlevi hanesinde izlerken onun ‘Putperes olsan da gel’ sözcüğünün esrarını hiç aramadınız mı? Üsküdar’daki Aziz Mahmut Hüdai Vakfından gelen ilahileri ’ Gelin şükür edelim. Dertlere derman gelsin. Hakkı zikir edelim canlara canan gelsin.’i’ dinleyerek İstanbul’un dört bir yanından gelen yoksullara yaptığı hizmetlerine hiç baktınız mı? Heybeliada’ya geçip Ruhban okullarını gezdiniz mi? Ey Avrupalılar! Neden bu kadar geç kaldınız! Bize bu Avrupa Kültür Başkenti unvanını vermeye. Bende diyorum ki tüm Avrupalılara ve ülkemizdeki tüm insanlara ‘gelin canlar bir olalım ‘ misali, bizde Birinciliğe oynayalım! Tüm Avrupa Kentlerine meydan okuyalım! Bu şehrin güzelliği için yapılması gereken her şeyi yapalım! Ey yazarlar! Bu şehri, bu şehrin insanlarını dolu, dolu yaşayarak yazmaya çabalıyorum! Bu öyküleri yazmak için Bin dokuz yüz seksen beşten beri yazmaya çalıştığım, ilk gençlik yıllarımın öykülerini biriktirdiğim sayfaları okursanız nasıl düşündüğümü, hala neden keşfedilemediğimin acısını duyarak, iç çektiğimi bu şehir gibi görürsünüz! Yazılanlardaki harfler geçmiş zaman heveslerim ve gelecek zaman tasarılarımla dolu. Bu öykü gelecek zamana dair izlerde taşıyacak hayatımda! İleride bu öykü yarışmasında kazanabileceğim birincilikle de ilgili bütün bunlar! Bu şehrin birinciliği kimin umurun da sakın demeyelim! Bana da, sende biliyorsun ki o beklenen dereceyi almana hiç imkan yok demeyin! Bak nasıl başardık! Avrupa Kültür Başkentliğini! Yürekli insanların yönettiği her şey başarılıyor. Gördüğümüz bu! Benim yüreğimi de dikkate alın! Yüreğin kimin umurunda bana da demeyin ne olur! Artık öyle olmamalıyız. Ey İnsanlık! Ötekiler gibi insanın yüreğini de keşfetmemiz gerekir artık. Aramıza bomba gibi düşen gerçek yanılsamanın büyülü sarayını sonsuza kadar yok etmemeliyiz. Ötekiler gibi güçlü olmalıyız. Aslında ötekiler kendi içimizdeki evrene bir adım daha yaklaştıracak bir uyarıcı olma niteliği taşıyor bir anlamda. Ve dış dünyanın hercümercinden, debdebesinden, gerekli ya da gereksiz tüm ayrıntılardan bunalmış olan, insanlığa çok yakın olduğu ama mesafeyi bir türlü kestiremediğinden, ya da cesaretsizliğinden dolayı çıkmaya üşendiği o yolculuğun sonunda kendisine varacak bir başka dünyanın kapısını aralıyor. Rüyam da öteki ile birlikte olmak şehrindeydik. Şey olmuştuk. Şey olmak öteki için ne olduğumuzu bilememekti. Karşısındaki insanın algılarına göre değişendik. ‘Şimdiki Zamanda Çok Özel’ adlı öykümdeki Hayal Hırsızı bu kez yine karşımdaydı. Eliyle işaret etti,’İşte bu sensin’ dedi. Sislerin arasında beyaz şifon bir elbiseyle, yine beyazlar içerisinde birisiyle raks ediyordum, ama karşımdaki ötekinin yüzünü seçemiyordum. Raksımız muhteşemdi. Şehrin ve benim ‘şey’ olmamı kutluyorduk. İkimizde tasavvuf ehlilerinin nefs ve ruh terbiyesiyle hareket ediyorduk. Klasik Türk musikisinin o gamlı estetiği aşka hakim olan mistik havası hakimdi şehirde. İkimizde karşıtlıklardan sıyrılmış çelişkilerin acısını unutturan ilahi bir izdivaç hazzıyla birleşmiş gibiydik. Oysa gerçek dünyada görünen yüzümüz çok başka idi. Çaresini bilemediğimiz dertlerin şifasını arayanlar gibi şaşkındık. Düzeni bozulmuş bir hayatın verdiği mutsuzluk gibi suskunduk. Nasıl mutlu olduğun değil nasıl mutlu ettiğin önemlidir diyenlerle birlikte bezgindik. Bir sohbet ortamının derinliğini aramaya çalışanlar gibi kırgındık. Her gün rutin olarak yaptığımız tekrarlardan usanmış, bu yüzden de, hayale sığınıp aşka güvenenler gibiydik! Hüzünlüydük. Doğarken bile yaşlı doğmuşlar gibiydik. Duygularımızın bizden erken yaşlanması bizden hayatın geri kalanını alırdı. Hayatın kendini anlayanları da cezalandırmasıydı bu. İkimizde aynı duyguları hissettiren kitapları okuyorduk ama başka, başka yollardan geçerek varıyorduk sonuca. Kendilerine yabancı her duygunun mutlaka karşı tarafça geçici bir duygu olduğu, zamanla da değişeceği sanılırdı. Neden kendimizi başkasının yerine koymak konusunda bu kadar isteksiz ve beceriksizdik. Bazı insanların bizden farklı olduklarını farklı hissedebileceklerini düşünemezdik. Aramızdaki bazı ortaklıklara bakarak neden bütün duygu ve davranışlarımızın da aynı olması gerektiğini düşünürdük. Okuduğumuz kitapları hep başkaları da mutlaka okusun isterdik. Zamanı ve insanların değişimini neden kendi akışına bırakmayıp, sürekli onun geçişini izlemeye çalışırdık. Eşyadaki ve şehirdeki zamanı insan yaşlandıktan sonra fark etmeye başlıyordu. Dünyada ki zamanı da en çok söyleyen nesne, kitap ve saatti galiba. Oda bende her gün aynı saatlerde aynı yerde oturarak, bu şehre layık ve kültürlü olmak için kitaplarımızı okuyor ve araştırıyorduk. Benim her gün okuduğum kitabı, hayal hırsızı şöyle tarif etmişti rüyamda ona’ İlham değerini bulacak insanın yüreğine verilir. Ondan ve okuduğu kitaptan ilham almalısın. Yazdığın ve okuduğun kitaplar hayali anlatıyor. Hayali anlatmak, hayatın kirli çamaşırlarını eleştirmeden yıkayan bir hoşgörü lezzeti verir insana. Oysa onun okuduğu kitap lafız ve manasıyla mucize oluşunun ve bütün zamanlarda tazeliğini koruyuşunun çarpıcı delillerinden biridir. Tercüme ve tefsirleriyle eşsiz yönleri ortaya konurken çok sayıda insan kıyamete kadar bu yolla hidayetten nasibini alacak. Onun diliyle konuşan ve bakanlardan o’ demişti ve ortadan kaybolmuştu bende, oda böyle bir esrarın peşindeydik zaten ben de biliyordum ki ‘ Hak eden olmak’ yaratılışın sırrına vakıf olmak hiç de öyle kolay değildi. Bireyin kendini arındırarak, geliştirerek mükemmele ulaşması gerekiyordu. Zikir kadar fikrin de önemi vardı. Aynı şeyleri söylüyorduk. Yeni bir insan, yeni bir şehir ve yeni bir toplumun gerçekleşebilmesi için ilk önce para ve güçlülük tutkularının yerlerini yenilerinin alması ve paylaşmaya bırakılması gerekmekteydi. Pazar ekonomisi karakterlerinin yerine üretici ve sevme yeteneğine sahip karakterlerin ve sibernetik din yerine de radikal, hümaniter bir anlayışın geçmesi şarttır diyen kitapları okuyarak bunları uygulayan ülkelerdeki insanları araştırıyorduk. Tanrının şehrine ulaşmak arzusu ile kanatlanan insanlık, yanlış anlaşılıyordu bu kitaplarda, ülkeler ortaçağ kültürlerinin karanlığında parlıyorlar diyordu. Dünyanın kurtuluşu ötekinin sürekli okuduğu kitapta da dediği gibi olmakla, olgunlaşmakla ilgiliydi. Ne ülkemiz, ne yaşadığım şehir, ne çevremdekiler bu vizyonun peşindeydiler hepsinin gözü daha fazla güç ve para idi. Görenin gözüyle baktığım gözlerde ne canlı bir yazı nede candan bir yazılış vardı. Bu şehrin geç alınmış unvanına acıyla yaklaşan biri olarak İstanbul Şehrinin birinciliği ile yarışmadaki birinciliğimi eşleştirmeye karar vermiştim. Bunun için odama kapanıp yazacağım öykülerde işaret edeceğim ‘şey’ olma yolundaki işaretleri ve ötekilerin yerlerini belirtecek onlardan da beni ve İstanbul’u anlamasını isteyecektim. Şey olma yolunda ki benliğimi de olgunlaştıranlar eminim ki, ötekiyle uzlaşırken yaptığım gayretler olacaktı. İçimdeki ötekilerin hüzünlü sesleriydi bu! Bu ses bazen ötekiler seni hiç aramayıp, okumayıp, işaretlerini bile görmeyecekler diye alay ediyordu! Ötekilerle yapmış olduğum bu yolculukta; Kendimi, iç dünyamı, İstanbul’u, Türkiye’yi, insanlarla olan çözülmelerimi anlattım. Bu yolculuğa odama kapanarak, Mehteranın marşını kulaklarımda duyarak, Osmanlılığımla övünerek, şehrin ve benim birinciliğimizi hayal ederek çıkmış, sizi de beni okumanız için aynı yolculuğu birlikte yapalım diye hikayemin başında çağırmıştım. Umarım! Yolculuğumuz akıcı ve sürükleyici geçmiştir. İnşallah! Benim yazdığım, siz sayın okurlarımın da okuyarak katıldığı bu öykü, İstanbul şehrinin ‘şey’ (’Dünyadaki Birinci Avrupa Kültür Başkenti) olmasına, benimde bu yarışmada derece kazanmama, fani olan bu dünyada da ötekiyle buluşmama götürür.
Nez
İSTANBUL 17.01.2010
YORUMLAR
dolu kalem.......yarışma şartlarına uyayım diye....biraz akademik kaçmış....birazda istanbulu tarihi yönünü ön planda tutmuş....kurguyu düşündüğü gibi yazmış olsaydı anlatım içeriğinde daha farklı bir mecrada koştuğunu görüp beklediği netice kaçınılmaz olacaktı.....vurgulu bir başlık.....kurguda...... yazı tura misali....OLMAK ŞEHRİNDE ŞEY OLMAK....TÜM dünya medeniyetlerinin nüvesi olan istanbulu anlatan bacım....bizlere istanbul tarihinin labirentlerinde eşsiz bir yolculukta eşsiz bir sunum yaptı....tebrikler