Kadın & Dilsiz Oda
Kadın & Dilsiz Oda
Yine Sana Yine Bana…
Çömçömelmiş yanaklarında kıvrımlı dereler
Dudaklarının üzerinde toplanmış taraklı çizgiler
Küsküsen gözlerinden akıyor sürmeler…
(Halime Erva Kılıç)
Karnından geldiğini sandığı iniltiyle irkiliyor. Sessizlikten değil, kesildiği anda ortaya çıkan çarpıntılarından bu rahatsızlığı. Hepimizin kurtulmak istediği şeyler var. Gürültü, sevmesek de bir kaçış yolu. Sükûtun dalgalarının kıyısında dolanmak daha tehlikeli. Her sessizlik bir balon. Arttıkça şişiyor. O, bu balonu biranda şişirip hızıyla korkutuyor. Bağırıyor. Çağırıyor. Sövüyor. (Semra Hanım gibi; “daldan dala, daldan dala, daldan da…”) Hiç bıkmıyor mu? Ya onun büyüyen çenesinde, patlamış balonların çöplüğüyle dolan koca oda? Devam ediyor: “Beni öldürecekler ya! Öldürecekler! Öldürecekler… Of!” Daha kabarıyor sesleri:” ben ölüyorum, ölüyorum!” Arttıkça iniltisi, yedi katın dibindeki ucubeler bile duyuyor. Aynı ev içerisindeki bu dilsiz odanın sıvaları, döküldü dökülecek. Neden? Diye sormaya cesaret edemiyorsunuz çünkü cevabı fazlasıyla veriyor kadın:”Üç kuruşluk canım var mı? Soruyor: “Duruyor, şuraya para yatacak, yok buraya para yatacak. Ben banka değilim! Benim milyonlarım yok. İyi olmuş. Amma da bir olmuş. Bana mı sordunuz yoluma düşerken.
Şşt… baksana lan. Git bakam Müdavim’den elli kâğıt iste. “Katları yatları var” diyordu. Mecbur verecek. Mecbur! Nerede, hele bir de bu zamanda, benim gibi ev sahibi.
Çocuk, “banane” dedi. Bu sırada eteklerine sırnaşan torununa dönerek “gelsene yavrum birlikte gidek, “ dedi. O da düştü ayaklarının dibine. Işıksız merdivenden indiler.
Odaya yankılanan bir kat aşağıdaki sesler mi, yoksa bizzat kulağına kasıtlıca bağıran birileri mi var?
_Anne! Anne! Anne… Kız anne!
_ Öhö… hö… Babanın dibi, ne var?
_Burada mıydın sen? Bak su kaynamış… Sonra böcekler ipek yapmış. Karıncalar yuvasını tıka basa doldurmuş. İtler, köpekler dışarıda uluyor, duyuyor musun? Ayh kız anne! Karanlık. Çok karanlık…
_Öhö, hö, höö…seni edepsiz!
Yerinden doğruluyor, kalkıyor. Odaya hücum ediyor. “_Anam, bak bu salak kapıyı kilitlemiş. Bıçağı ver de açayım.”
Çeliğin bileylenmiş ucuyla kilitli kapıyı aralıyor. Kafasını içeriye uzatıyor. Baktı ki her şey yolunda, geri çıkıyor. “Ayh!” Kızının büyük gözleriyle karşılaşıyor. Hiçbir şey anlamamış gibi: “Anne, bu kaynamış ne yapayım! Hemen ocağın altını kapatmaya yelteniyor.
_Kapatma sakın, dur, kapatma geliyorum.
_Hım, ne güzel koktu. Enfes. Üzerine biraz daha bahara…
Dur ya dur! Katma sakın içine bişey. Öyle yenecek o, öyle yenecek!
Süpürdükçe, badanaları daha da dökülen odanın çıplak tuğlaları, karın taşlarını düşürmüş olacak. Fırtına gibi esen –deprem niyetine- o yutulmuş gürültünün sahibi şimdi, kendini affettirmek için kırk zıplıyor. Hem de bu yaşında. Az konuşuyor. Normal bir insandan daha az geveze değil ama. Dilsiz hiç. Araladığı kapıdan içeriye bir kol uzanıyor. Leziz olduğu buharından anlaşılan çorbayı bırakıp, birkaç adım geriye çekiliyor. Tuğlaların arasındaki baca deliğinden bir baş eğiliyor. Yine sesler var. Kadın, iştahla tencereye soluyan kızına: “Sus… Onun yeri başka, kıskanma. Burnunu sokacaksan, boşuna porselenlerim kirlenmesin.”
İyi şeyler söylüyor. Oda, biliyor bunu. Ama ya vazgeçmeyen diller? Dilsizliğini her defasında yüzüne vuracak mı? Unutturmuyor. Akrebin yelkovana değdiğinden daha çok dokunuyor. Vurdukça vuruyor. Ziyan olacağını bilmese, sallayıp düşürecek tabağı.
Ona en uzak tuğlanın içinden bir fermuar vurup derisine, soğuğa uzanıyor. Üşütmüş. Uyuyamıyor. Uyutmuyorlar. Kadın sesi. Ah şu kadınlar! Yine konuşuyor, hep konuşuyor. Sesi, sığındığı bu son tuğlayı da ufalayacak, biliyor. Mecburen duyuyor. Ama konuşamıyor. Susuyor. Kadın:”Ah, ah… Ben böyle miydim eskiden. Varlık içinde büyüdüm. Bir deliye yâr ettiler. Çocuklarıma bile bakamıyorum.” Kısık sesle yakınmak yerine başlıyor bağırmaya:”sizi ahmak itler sizi. Ben ne çileler çektim biliyor musunuz? …”
Tamam, anlıyorum. Haklısın. Ama neden bağırıyorsun. Duymuyor muyum? Dilsizim diye sağır mı sandın? Hem benim işitmem neyi değiştirecek? Asıl istediklerine anlatamadıkça bana çatışın da neden? Beni sağır etmen kime zarar? Yine sana! Yine Bana! Anlıyor musun?
Duymuyordu. Sadece söyleniyordu. Yüksek sesle. Çaresizliği, sakız gibi geveletiyordu dilini. Odanın, sessiz kalmasını arzuladığını biliyordu. Ama o konuşamıyordu. Az evvel içinde biriktirdiklerini püskürecek dili yoktu. Yoktu! Bu odada bir can yoktu. Zararı kime?
_ Yine sana, yine bana. Yine sana, yine bana! Başka kime?
Yine sana, yine bana…
Halime Erva Kılıç
YORUMLAR
gönlünüze sağlık keyifle okudum ..paylaşım iletişim bir ses bir nefes gibiydi