- 1290 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR REKORTMEN MÜCAHİT, SEYİT ONBAŞI
Çanakkale savaşlarında komutanından erine kadar herkes, çok büyük bir gayretle savaşmıştı.
Dost düşman herkes bilir ve ifade eder ki, yaptıkları savaşın bir ‘cihad’ olduğunun şuuru içinde olan Türk Askerleri, ellerinden gelen ve insan olarak yapmaları gereken tüm gayretleri gösteriyorlardı.
Bir İngiliz yazarı 18 Mart 1915 günü yapılan büyük deniz savaşında Türk topçusunun gayretlerini şöyle anlatır:
“Türk askerlerinin yedi saatlik uzun bombardıman sırasındaki tutumları hayranlık uyandırıcıdır. Gelibolu kıyısında, Kilitbahir’deki Türk topçusunu izleyenler, onların önüne geçilmez bir inançla savaştığını, askerler top başına koşarken imamların dua okuduklarını anlatır. Burada görülen, savaşın alışılmış heyecanının da ötesindedir. Türk askerleri bir dini heyacan, kafire karşı savaşmanın getirdiği bir duygunun etkisindedir. Bu nedenle uçuşan şarapnellere ve patlıyan mermilere aldırmaksızın kendilerini ileri atarlar.” (Gelibolu, Alan Moorehead, şubat 2002, Doğan Kitapçılık- sahife 66)
İşte bu cihad etme şuuruyladır ki, askerlerimiz arasında eşi ve benzeri duyulmamış olaylar yaşanmıştır.
Çanakkale cihadının bu enteresan olaylarından birisi de Seyit Onbaşı’nın başına gelenlerdir. Aslında Seyit’in yaptığı kahramanlığın, bilinen tabiat kanunları ile izahı yoktur. Elbette bir izahı vardır, ama bu izah ancak Nusretullah, (Allah’ın yardımı) kavramıyla anlamını bulur.
Şimdi olayı nakledelim:
BÜYÜK PATLAMA
18 Mart günü saat 17,00 olmuştur. Deniz savaşı bütün hızı ve şiddeti ile devam etmektedir. O ana kadar Türk topçusunun maharetli atışları ve Nusret’in gizlice döktüğü mayınlarının yardımı ile düşmanın, Bouvet zırhlısı batırılmış, Inflexible ve Irresistible ise ağır yaralanarak yan yatmış, düşmanda bir panik havası görülmeye başlanmıştı. Yan yatmış olan Irresistible’in hemen yanından, Ocean isimli zırhlı, bağından boşanmış azgın bir at gibi, tekme savururcasına, sağa sola ateş kusarak pervasız bir şekilde ileri gitmeye başlamıştı. Bilhassa Rumeli Hamidiye ve Rumeli Mecidiye tabyaları bu zırhlının açtığı ateşlerle toz duman içinde kalmıştı. Tam o sırada Rumeli Mecidiye tabyasının ağır toplarının bulunduğu kısma Ocean’ın fırlattığı büyük bir düşman mermisi düşmüş, tabyanın cephaneliği isabet aldığından büyük bir infilak meydana gelmişti. Taş toprak ve insan parçaları havaya savrulmuş, tabya toz bulutları içinde kalmıştı.
Tabyada topçu yardımcılığı yapan, Balıkesir’in Havran-Çamlık (bügünkü ismiyle Kocaseyit) Köyü’nden Mehmet oğlu Seyit Onbaşı, patlamanın tesiriyle üzerine örtülmüş olan taş toprak parçalarını silkeleyip, başını kaldırdı, sağa sola bakındı. Hala yaşıyordu. Şükür yaralanmamıştı da. Yanıbaşında takım arkadaşı Ali’yi gördü:
-Arkadaşlar nerdeler?
-Arkadaşlar mertebelerini buldular. Hepsi şehit oldular. Sadece sen ve ben kaldık.
Seyit doğrulup boğaz sularına bir göz attığında çok heyacanlandı. Düşman zırhlılarından bir tanesi (Ocean) sağa sola alev kusarak hızla ilerliyordu. Hemen istihkamdaki toplara bir göz attı. Bir tanesi dışında hepsi kullanılamaz derecede hasara uğramıştı. Çalışır vaziyette olan topa ait mermileri kaldırıp namluya sürülmesine yardımcı olan vinç tertibatının parçalanmış olduğunu fark etti. Ama birşeyler yapmalıydı.
İŞTE O AN
Yerde, çalışabilir vaziyetteki topa ait dört adet mermi vardı. Sağına soluna bakındı başka mermi de kalmamıştı. Topun atış yapabilmesi için yerde duran mermilerin, birkaç basamaktan oluşan topun merdiveninden yukarı çıkarılıp namlu haznesine sürülmesi gerekiyordu. Ani bir kararla mermilerin yanına gitti. Arkadaşına:
-Gel Ali! Yardım et de şu mermiyi sırtıma alayım. Dedi. Arkadaşı şaşkın şaşkın bakarak:
-Bu mermilerin her biri 215 okka(275 Kg.) çeker. Kaldıramazsın Seyit!
Dedi.
-Bir deneyelim!
Diye cevap verdi.
Ellerini toprağa bulayıp tuttukları mermiyi Seyit’in sırtına koymaya muvaffak oldular. Seyit kemiklerinin çatırdadığını duyar gibi oldu. Gözlerinin önünden şimşekler geçtiğini zannetti. Boyun damarları parmak gibi dışarı çıkmıştı. Hafif sendeledikten sonra topun merdivenlerini teker teker, yavaş yavaş çıktı. Arkadaşının yardımiyle mermiyi topa sürmeye muvaffak oldu. Nişan tertibatını yeniden ayarlayarak besmeleyle ateşledi. Bu üçüncü mermi, gemiye kıç tarafından su hizasından isabet edip patladı. Geminin dümen tertibatı parçalandı. Dümensiz kalan gemi geniş yaylar çizerek başıboş sürüklenmeye başladı.
Koşar adım yanlarına gelen batarya komutanı Hilmi Bey, yanlarında iki Alman subayı olduğu halde takdir dolu gözlerle bakarak:
-Sen miydin Seyit? Vurdun gemiyi.
Dedi.
Az sonra kulakları sağır eden bir patlama oldu. Denize baktıklarında az önce Seyit’in dümenini tahrip ettiği, başı boş dolaşmaya başlayan geminin, siyah dumanların içinde kaldığını, dumanlar biraz dağıldığında da yan tarafa doğru yatmakta olduğunu gördüler.
Evet Ocean başıboş ve dümensiz kaldığı için Nusret’in mayınlarından birine çarpmış ve hızla batıyordu. Siperlerin arkasından ve gözetleme yerlerinden tekbir sesleri yükseliyor, alkışlarla ortalık çınlıyor, birbirlerine sarılan komutan ve askerler sevinç gözyaşlarına boğuluyordu…
Seyit Onbaşı’nın attığı mermi, bir tek mermi, çılgın Ocean’ı durdurmakla kalmamış savaşın kaderini de değiştirmiştir.
Ertesi günü istihkamları tek tek dolaşmaya başlayan Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Bey, Seyit’in kahramanlığını öğrenir:
-Evladım bu mermileri nasıl kaldırıp, topun namlusuna sürdüğünü bize gösterebilir misin?
Seyit biraz mahcup bir eda ile, aynı türden bir merminin yanına gider, ellerini toprağa sürer, besmele çekerek mermiye sarılır, fakat mermiyi yerinden bile kımıldatamaz.
Bu tarihi olayın belgelenmesi için, merminin ağaçtan bir modelini yaparlar, Seyit Onbaşı’ya bunu kaldırtarak fotoğrafını çekerler. Gerçekten de bu fotoğraf dünya basınında yer almış ve bugün de arşivlerde mevcuttur.
UNUTULUR MU?
Seyit Onbaşı’nın hikayesi çok basit bir hikaye değildir. Cihadı, şartlarına uygun olarak gerektiği gibi yapan, sonra da içten bir besmele ile gereğini yerine getirmeye çalışan bir mücahid’in, nasıl Allah’ın yardımına mazhar olduğunun, bu yardım dolayısiyle, savaşın büyüklüğü karşısında, çok küçük gibi kalan bir merminin, o büyük savaşın kaderini nasıl değiştirdiğinin, canlı belgesini bizlere sunmaktadır.
Balıkesir’in Havran, Çamlık köyünden olan Seyit Onbaşı, savaştan sonra köyüne dönmüş, mesleği olan çiftçilikle uğraşırken, yoksul bir vaziyete düşmüş ve öyle yaşamış olduğunu okuyoruz.
Sonradan, Atatürk’ün, savaşın geçtiği yerlere yapmış olduğu bir ziyaret sırasında, Seyit Onbaşı’yı hatırladığı, kendisinin savaşın kazanılmasında çok önemli bir görev yaptığını ifade ettiği, kendisi ile ilgilenilmesi direktiflerini verdiği bilinmektedir.
1939 yılında köyünde vefat eden Seyit Onbaşı, Çanakkale Cihad’ının ve zaferinin adeta bir sembolü haline gelmiştir. Bu gün şehitlikleri ziyaret edenler, Seyit’in ve şehit arkadaşlarının ruhuna bir fatiha okumadan geçemezler.
ACI AMA BİR GERÇEK VAR:
Bazı “kitap” yazarları ve “belgesel” ciler, gerek yazdıkları kitaplarda, gerekse çektikleri belgesellerde Seyit Onbaşı olayını hiç olmamış gibi es geçerler.
Çanakkale savaşlarını bir dostluk savaşı gibi takdim eden ve o günkü düşmanlarımızın ne kadar kahraman (!) olduklarını bize anlatmaya çalışan bu “Çanakkaleciler” le birebir görüştüğünüz zaman da, Seyit olayının çok abartıldığını, halbuki kaldırdığı merminin 150 kg. bile gelmediğini, ifade ederek, size cevap verirler…
Onlara göre, köyünde odun kütükleri ile uğraşan Seyit’in iri ve antrenmanlı vücuduyla bu mermiyi kolaylıkla kaldırmış olması mümkündür. Olağanüstü bir durum yoktur…
Düşmanlara bile kahraman derken, asıl kahramanlarımızdan merhum Seyit’i görmezden gelenlere şöyle seslenmek istiyorum:
Efendiler!
Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?
Madem iri vücutlu seyit bu 100-150 kg lık mermiyi kolaylıkla sırtlayıp götürmüştü de, o günkü komutanları niçin fotoğrafını çekip dünya basınına servis etmişlerdi? Yoksa bu fotoğraf fotomontaj mı?
Seyit gibi iri yapılı bir sürü er varken size göre hiçbir olağanüstülük taşımayan bu mermi olayını niçin anlatmışlardır?
Diyebilirsiniz ki, o savaş ortamında bir propaganda olarak böyle bir şey uydurulmuş olabilir?
O zaman şunu da izah edebilir misiniz?
Mustafa Kemal Atatürk savaştan çok sonra cepheyi gezerken, Seyit Onbaşı’yı niçin buldurmuştur.
Niçin kendisinden takdir dolu sözlerle bahsetmiştir?
Niçin Balıkesir Valisine Seyit’le ilgilenmesi talimatını vermiştir?
Size göre Atatürk te mi olayı abartmıştır?
İyi de Atatürk o savaşın içindeydi. O mu olayı yakınen biliyor yoksa siz mi?
Seyit 276 kg lık bu mermiyi cihad şuuru ve Allah’ın yardımıyla kaldırmıştı.
Bu kavramlara “hurafe” diyebilen sizler!
Yoksa siz Atatürk’ü de hurafeci mi ilan edeceksiniz?
Utanın, utanın!
Gidin bu günkü Kırıkkale mühimmat fabrikasına da, sizin için hoş olmasa bile, o günkü orada bulunan topların mermilerinin kaç okka çektiği gerçeğini öğrenin.
Çanakkale gerçeğini ve kahramanlarımızı milletimize unutturamazsınız!!!
Kendi kahramanlarımızı ve Allah’ın yardımlarını görmezden geldiğiniz, böyle belgeselleri ve kitapları da alın başınıza çalın!
Seyit Onbaşı’nın ve tüm şehit ve gazilerimizin ruhları şad olsun!
Bir sözüm de yetkililere:
Seyit Onbaşı o mermiyi kucağında mı taşıdı, sırtında mı?
Bütün meseleniz bu mu?
Her yıl yeni heykel yapıyorsunuz. Milyonlar harcayarak. Kucağında taşımıştı, yok sırtında taşımıştı. Olmadı yeniden eskisini dikelim. Bir öyle bir böyle devamlı heykelle uğraşıyorsunuz? Milletin parasını böyle peşkeş çekiyorsunuz.
Peki Seyit Onbaşı’yı gençlere tanıtmak ve sevdirmek için neler yapıyorsunuz?
Kocaman bir hiç...
Yazık!..
Ruhun şad olsun, kahraman Seyit Onbaşı..
Seni bize kimse unutturamaz!..
Ekrem Şama