- 456 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UZMAN DEĞİLİM AMA…
UZMAN DEĞİLİM AMA…
Kıpırdanmaya başlayalı epey oldu doğa yeşil yeşil, sarılar ve kahve renkleriyle vedalaşalı da öyle. Papatyalar kırpıyor sarı sarı gözlerini yer yer. Bazı sabırsızları ağaçların çoktan çiçeğe kesti. Ilık esiyor birkaç gündür rüzgâr. Iğıl ığıl kemiklerimizde, üşütmüyor. Şükran gözyaşları doğanın, bereket bereket, çisil çisil toprağın kokusunu depreştiren.
Kar yağmaz buralara, hele ki öyle güzelliğini göz ardı ettirerek, olumsuzluklar yaratıp yaşatacak boyutta. Uzaktan görürüz kar’ı tepelerde, en tepelerde, doruklarında Beydağlarının. Uzaktan uzağa. El sallar sürekli tomurcuklanan çiçeklere, canım papatyalara ve bizlere. Her geçen gün vedaya biraz daha yaklaşır bu el sallayışlar. Baharı, sonrasında da yazı müjdeleyerek. Ayrılıkla, kavuşmanın garip sarmalıdır, her gelen gün biraz daha uzaklaşışı, eteği çiçeğe kesmiş dağların doruklarındaki beyazlığın.
Nimettir doğası Antalyalıya, ödül! Lakin böylesi servet düşmanlığı, böylesi nankörlük ve kadir bilmezlik acıtıyor yüreğimi. Her sokağa çıkışımda, bir parsel çamın daha yok olduğunu görüyorum, yerinde bir inşaat karmaşası. Her sokağa çıkışımda bir portakal, bir limon bahçesi daha yok. Göz gözü görmüyor kömür dumanından ve genziniz yanıyor şehir merkezinde. Ve buralara yaklaşıyor gün be gün, sinsi sinsi. Oysa sabahları açtığımda pencerelerimi, içeri doluyor, çayımı içerken balkonumda, doğa parfüm kokuyordu.
Ve göründü binaların ucu, her gün çam ormanlarının, portakal, limon bahçelerinin derinlerinden elektrikli testerenin sesi geliyor yüreğimi daha da ziyade keserek, kanatarak. Bir katil, bir canavar acımasızca yaklaşıyor sanki üzerime üzerime.
Oysa insanlar doğası için, o çam, o çiçek, portakal, limon kokuları için de geliyor Antalya’ya denizi yanı sıra. Lakin bu çarpık, bu bilinçsiz ve sorumsuz kentleşme, bu betonlaşma ve ağaç kesmeler bu hızda devam ederse, bırakın turist çekmeyi, Antalya yaşanamaz kent olup çıkacak.
İşte yine tüylerim diken diken, yine titriyor tüm bedenim bu gecenin sabaha el verdiği saatlerde.
Yazımın başlangıcından da anlaşılacağı üzere, güzellikler, güzel şeyler yazmak için oturmuştum masamın başına… İşte bu kahrolası sesler değiştirdi duygularımı, dolayısıyla da yazının seyrini.
Bütün gün ormanın içinden gelen elektrikli testerenin yarattığı stresi, akşam oluşuyla yavaş yavaş atarken üzerimden, tam oturup güzel bir şeyler yazmaya hazırlanırken tüm çirkinliklere rağmen, her gece aynı şey. Haldır haldır kamyonlar, kepçeler sabaha kadar Boğaçay’ın ciğerini söküyor, yarattığı gürültü kirliliği yanı sıra. Bilmiyorum uzman değilim bu konuda, ama böylesi kum, çakıl çekmek bir akarsuyun yatağından, bir şeyleri değiştirir, bir şeylere mal olur gibi geliyor yine de.
Efendim İzmitliyim ben, çocukluğumda o şimdiki, denize pisliğini boşaltan, o bacalarından kirli, zehirli hatta dumanların savrulduğu koca koca fabrikaların yerinde plajlar vardı. Denize girer yüzerdik tertemiz körfezde yunuslarla selamlaşarak. Balığın envaı sofralarımızda günlük, taze taze. Şimdi bakmaya iğrenirsiniz o denize, zaten yaklaşırken daha uzaklardan kapatmak zorunda kalıyorsunuz burnunuzu.
Çöplerini döktü yıllarca İzmit körfeze, kanalizasyonlarını akıttı. Fabrikalara sundu en güzel sahillerini, yeşili katletti, bataklıkları, denizi doldurdu, üzerine binalar dikti yalan yanlış. Yıllarca sessiz, yıllarca yasaları çiğnenen doğa aldı en sonunda intikamını malumunuz!
Dedim ya uzman değilim anlamam, bilmiyorum belki doğru belki yalan, geçenlerde kulak misafiri olduğum, şu çok öğünülerek açılışı yapılan arıtma tesisinin deniz içerisinde döşenen borularının yeterli uzaklık mesafesine kadar döşenmediği. Kimyacı değilim o boyutunu da bilmem, ama bakteri kaynayan arıtma suyuyla yapıldığı da söyleniyordu çevre portakal bahçelerinin sulanışının, o kulak misafiri olduğum sohbette. Dilerim yalandır. Dilerim iftiradır sadece.
Antalya’nın denizi açık deniz, körfezle bir tutma diyeceksiniz. Bu vurdumduymazlık, bu acımasızlık ve aymazlık bu hızda giderse (yalnız Antalya değil, tüm yerleşim yerlerinde) değil Akdeniz, okyanusları da katlederiz biz. Koskoca ozon tabakasını delen de biz insanlar değil miyiz duyarsızlıklarımızla. Koskoca buzullar erimiyor mu gün be gün. İllâ tamamen eriyip, denizler tepemize çıkınca mı uyanacağız?
Ne olur yapmayın, azıcık insaf, azıcık duyarlılık ne olur. Sahip çıkın Antalya’nıza ve değerlerinize. Çalınıp çırpılmasına, yakılıp yıkılmasına, yağmalanmasına izin vermeyin. Faydası olmaz, ama çok ağlarsınız sonra.
Yoksa bir ben mi görüyorum, bir ben mi duyuyorum bunca yok oluşu ve yazık edilişi Antalya’ya? Hiç mi kimse görmez, hiç mi kimse duymaz ve de dur demez?
Sahi, yok mu engelleyecek yetkili bir merci. Belki de yok, yasal bir yaptırımı da yok belki bilmiyorum.
Ama doğanın bir yasası var!
Yaptırımı ağır ve asla affı da yok!
Allah korusun!!!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.