- 566 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 33
Neyse ki yaz tatili sona ermiş, okullar açılmış, ben de uzun saçlarımı kesmek zorunda kalmıştım. Orta okul üçüncü sınıftaydım artık. Film almaya babam gidiyordu İstanbul’a. O, pek anlamasa da, ben eline kâğıt yazıp, hangi filmleri alacağını yazıyordum.
Artık, akşamları ders çalışmaya hiç zamanım olmuyordu. Biraz sabahları kalkınca kahvede, biraz da okul kütüphanesinde çalışıyordum. Fakat, bu bana yetiyor, derslerimde başarılı oluyordum. Para bakımından da hiç sıkıntımız olmuyordu. Fakat temizliğe fazla zaman bulamamaya başlamıştık yine. Hafta sonları hamama yıkanmaya gidiyordum . Üstelik artık, ısrarla ücret ödüyordum. Onlara sinema makinesi aldığımı, kendi harçlığımı çıkaracak kadar para kazandığımı anlatmıştım. Üstelik kese yapanlara bahşiş bile veriyordum.
Havanın soğuk olduğu günlerden biri. Yün takkemi, sınıfta cebime koymuşum. Çok çalıştığım Coğrafya dersinden sözlüye kaldırıldım. Hocamız, okulumuzun sevilmeyen az sayıda öğretmenlerinden biri ; Remziye Salmangil. Ceket ve pantolon yıkamayı, ütü yapmayı beceremediğimiz için, kıyafetlerim kirli, buruşuk ve lekeli. Konuyu anlatmak için sabırsızlanıyordum. Hoca, izin vermedi anlatmama.
- Ne o cebindeki ; öğle yemeğin mi ? Cevap veremedim ; takke, diyemedim. O, devam etti.
- Senin annen hiç çamaşır yıkamaz mı ? Ne o üzerindeki lekeler ? Üstelik alay edercesine soruyordu bunları. Tek kelime cevap veremiyor, bir an önce dersimi anlatmama fırsat verilmesini bekliyordum. Fakat, hocanın hiç de böyle bir niyeti yoktu.
- Bak , eve gidince annene söyle ; ütüyü ısıtıp bassın o lekelerin üzerine. Sonra da silip temizlesin ; tamam mı, anladın mı ? Başımı salladım cevap olarak. Bitti zannedip sevindim . Tam dersimi anlatmaya başlayacaktım ki ;
- Otur yerine !
Hayatımda ilk defa bu kadar aşağılanmış hissettim kendimi. O günden sonra yabancılaşmaya başladım okuluma, kitaplarıma ve öğretmenlerime. İster o hocanın yüzünden deyin, ister sinemacı olduğun ve şımardığın için deyin ; bıraktım okulu. Babam da fazla önemsemedi üstelik.
Okuyunca ne olunurdu ? Niçin okumak isterdi insanlar ? Ben niçin okumak istemiştim ? İçimde bulunduğum sefaletten kurtulmam için, okumam gerektiği anlatılmıştı bana. Okuyup , iyi bir iş sahibi olacak, para kazanacak, hayatımı kuracaktım. Şimdi bir sinema makinesi sahibiydim. Para kazanıyordum. Sefaletimden bu şekilde kurtulmam, kendime yeni bir hayat kurmam mümkün olabilirdi. Öyleyse, okumaya ihtiyacım kalmamıştı benim.
Okulların kapanmasına fazla bir zaman kalmamıştı. İlk karnemde de zayıf yoktu. Ders çalışmasam da, ara sıra gitmeye başladım okula. Birden kopamamıştım galiba. İlk ,orta ve Liseden sonra, bitirme sınavları vardı o zaman. Bitirme sınavlarının bir kısmına girdim ve geçtim o dersleri. Sadece Matematik ve Fen Bilgisi sınavlarına girmedim ve o derslerden kaldım. Hiç de önemsemedim üstelik. Bütünleme sınavlarına da girmedim.
O yaz iyice havalandım artık. Son model giyinmeye, saçları, favorileri daha çok uzatmaya başladım. Beyoğlu’ndaki Kuaför Niyazi’ye daha sık gider oldum. İstiklâl Caddesi’nde daha çok turlamaya, sinemalara daha fazla gitmeye başladım. Sinema oynatmaya gittiğim köylerde, kızlardan falan utanmamaya, hatta onlara da asılmaya başladım. Basbayağı şımardım işte.
Yeniden okulların açılması, hiç umurumda olmadı önceleri. İşime devam ettim . Masraflarım da epeyce artmaya başlamıştı. Öyle ki, taksitlerimi ödemekte zorlanmaya başladım. Bana pikap alırken kefil olan Bekçi Hasan amca vardı ya ; adamın başı benim yüzümden belâya giriyordu az kalsın. Pikabın taksitlerini ödemeyince, kefil olarak onu yakalayıp Pendik polis karakoluna çekmişler. Şimdi kafama takılıyor da ; nasıl olur da kefillikten polis karakoluna çekerler insanı ? Acaba o zamanlar, kanunlar öyle miydi, yoksa özel bir uygulama mı idi bu ? Bir şekilde ödeyip kurtarmıştım adamcağızı. Herhalde,yemin etmiştir bir daha kimseye kefil olmayacağına !
Tepeören, Orhanlı ve Aydınlı gibi uzak köylere , masraftan kısmak için, araba tutmadan gitmeye başladım. Geceleri,sandalyelerin üzerinde, sinema perdesine sarılarak yatmaya başladım kahvelerde. Ertesi gün minübüslerle,diğer bir köye sinema oynatmaya giderek, işi daha ucuza getiriyordum. Farkında olmadan, eski sefil günlerime yeniden dönmüştüm.
Şimdi okulların çıkış saatlerinde, öğrencileri gördüğümde, içim sızlamaya başlamıştı. Çoktan pişman olmuştum okulu bıraktığıma. Okul arkadaşlarıma da, öğretmenlerime de yaklaşamıyordum utancımdan.
Soğuk oluyordu geceleri köy kahveleri. Sinema perdesi ısıtmıyordu beni. Üşüdüğüm için, kıyafetlerimi çıkarmadan yatıyordum. Davetsiz misafirlerim ; bitler, yeniden gelmeye başladılar sırtıma, saçlarıma. Nankörlük etmiştim ben ! Şımarmıştım ! Verilen fırsatların değerini bilmemiştim. Şimdi, galiba geri alınıyordu her şey. Eski sefaletime doğru yolculuğum başlamıştı bile.
Hastalandım. Öksürük ve nefes darlığından, çay bile içemeyecek duruma geldim. Kahvenin bir köşesine hazırlanan, pösteke , tavla ve babamın kumaş paltosundan oluşan yatağımda, sürekli yatmaya başladım. Hiç bir şey yiyemiyordum. Babam, doktora götürmeyi bile akıl edemiyordu. Sinema makinemizin son taksitlerinin nasıl ödeneceğini düşünüyor ve korkuyordu. Aslında bir iki senet ancak kalmıştı.
Pendik’ten gelme, şoför Metin ağabey vardı. Yaşı babamdan ufaktı. Beni alıp önce Pendik’te bir çocuk doktoruna götürdü. Dr. Erdal Tuncer. Üzerimi soyup ’ ayna’ denilen bir cihazın içine yerleştirdi. Oradan ciğerlerimi görüyormuş. Giyinmemi istedikten sonra ;
- Kiminle konuşacağız ? Babası sen misin bu çocuğun , diye sordu Metin ağabeye.
- Bu çocuğun anası da babası da kendisi ! Nesi varsa kendisine söyle !
- Bu çocuk, üç gün daha hastahaneye yatmazsa ölür ! Deyiverdi doktor.
Allah’ım ; o nasıl sözdü öyle ? Henüz on beş yaşımdaydım ben. Üç gün daha hastahaneye yatmazsam, ölecek mişim ! Uzun süre kimse susturamadı beni. Ağladım, ağladım !
(Devam edecek )
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Aile cocugunun egitimini düsünmeyince gerekli önemi vermeyince,cocuk kendi halinde gibi ve de bakimsiz yorgun halde okula gidince pekte okulu sevmesini beklememeli zaten.ögretmenin davranisi evet cok yalnis aslinda meslegine düskün bir ögretmen olsaydi bu gibi bir tutumda bulunamazdi.insan herseyden önce meslegini sevmeli hele bu bir ögretmense.Meslegini seven birinde sabir ve sevkatte vardir.Insanlar üsten üsten bir is ile ugrasiyorsa ne kendinde bir basari görür
nede birine faydali olabilir kisaca ne devlete ne millete faydasi olur.Iste bunlar gibi insanlar vatanin icindeki düsmanlardir desek yeri var,ancak zarari dokunur.sizide okuldan soguttugu gibi.
Elbette ki 15 yasinda bir genc birden biraz maddi rahatliga kavusunca sasirabilir hatta büyükler bile sasiriyorken biraz para görünce.
Ve öykünün sonu gercekten sanirim kimi olsa aglatirdi.Birden bire böyle bir sey duymak bir anda dünyasini karartirdi insanin.
yüreginize saglik cok konuya deginebilir insan bu bölümde.
gelecek bölümü merak ediyorum ve aslinda bu öykünün baslangicini da merak ediyorum.
Birinci bölümden itibaren okuyacagim.
yüreginize saglik
saygim sonsuz
Maalesef insanlar,bu öğretmen de olsa bilmeden insanın içinde ki yaraları nasıl kanatıyorlar...Bir an kendmi sizin yerinize koyup,tahtada o halimi düşündüm...Kötüydü.Bir öğretmenin,öğrencilerinin her konumunu düşünmeli.Çünkü o bir öğretmen,öğretici,eğitici...
15 yaşında bir çocuk eli para görünce şımarması gayet normal ve kendi kendinizi her yönüyle irdelemeniz çok güzel.Devamını merak etmeye başladım bile.
Yüreğinize sağlık.Sevgiyle kalın
Fikret Bey, yazınızı okurken çok duygulandım. Bir öğretmenin, düşüncesiz bir konuşması, onu rençide etmesi sonucunda, eğitim hayatından uzaklaşması... Eğitim bu mu ? Ben de buna benzer bir olaya şahit olmuştum orta okulda okurken. Hatta o anıyı yıllar sonra burada yazarak yayınladım. Necati Öğretmen adlı öyküm. Ben anlayamıyorum bu tür davranışları. Öğretmenin anlamı çok farklı olmalı. O her konuda eğitici, örnek olacak bir insan olmalı. Önce işini sevmeli, her öğrencisini kendi çocuğu gibi değer vermeli. Hüzün dolu bir bölümdü ve samimiydi her zamanki gibi. Tebrik ediyorum bu güzel yazıyı ve yazarını.