SİNEMA HAYALİM
SİNEMA HAYALİM
O yıllarda sinemamız gibi yaşamımız da siyah beyazdı. Varoşlarda bir gece de yapılan gecekondularda oturuyorduk. İki gözlü derme çatma kondu da, suyumuz bile yoktu. Çok uzaklardan getiriyordu anamız, ablamız. Kovalara takılan omuzlukla taşırdılar. Hatta kova bile zor bulunuyordu. Yağ ve peynir tenekelerine ağaçtan takılan bir kulpla taşınırdı. Gündüzlerimizi güneş. Akşamlarımızı gaz lambaları aydınlatır.
Okula başlamamış bir çocuktum. Ağabeyimin okuduğu okulun spor salonunda her akşam sinema oynatıyorlardı. Babam vardiyalı çalıştığı için, annemden izin alıp Ağabeyimle birlikte çeşitli şekilde bahanelerle kapıdan girip seyrederdik. Ben küçük olduğumdan pek ses etmezlerdi. Sonra bahanemiz anne içerde, babam içerde. Ona anahtar verecek, ondan anahtar alacam idi.
Bir de açık hava sinemaları vardı. Onlarda ayrı bir sinema şöleni sunuyordu. Her akşam oynayan film bir olay olurdu. Kadınlar “Boş beşik”, Ezo gelin” gibi filmleri çok sevmişlerdi. Bu filmlerde gözler çeşme olurdu. Biz çocuklar sinemaya girememişsek, acısını film afişlerinden çıkarır. Filmin afişini söküp alırdık. Önceleri paylaşmak için kavga ettiğimiz bu afişleri daha sonra her gün birimize anlaşmasıyla paylaşırdık. Bu afişlerden en beğendiğimizi evimizin başköşesine asardık. Yılmaz Güney’in Kızılırmak Karakoyun afişini hepimiz severek bakardık.
Mahalle çocukları gündüzden sinema giriş hakkı kazanırlardı. Bu seyirciler tarafından içilen gazoz şişelerinin toplanması ve çekirdek kabuklarının süpürülmesi şeklinde olurdu.
O yıllar sinema önleri de şenlikli olurdu. Çocuğu genci çizgi romanlar alıp satar, ya da takas ederlerdi. O zamanlar Teksas, Tommiks, Zagor, Kaptan Swing, Teks gibi çizgi romanlar moda idi. Birde Karaoğlan vardı. Karaoğlan ilk Türk çizgi romanı olarak çok sevildi. Ağabeyim ders kitaplarından çok bunları sever, evden annemden babamdan saklar, çoğu zaman ders kitaplarının arasında okurdu.
Ne zaman bir filme gitsek iyi de olsa kötü de olsa çok mutlu oluyordum. Bizim için kötü film yoktu. Çocukluk hayallerimi, rüyalarımı bu büyülü perde süslüyordu. Sinema sanatçıları küçücük dünyamızda bir kahramanıydı. Onlara özenirdik. Ağabeyim Yılmaz Güney gibi boynunu büker ona öykünürdü. O yaşlarda yeni tanıştığım, Atatürk resimlerinden çok etkilenmiştim. Atatürk’ü sinema sanatçısı sanıyordum. Yakışıklı, giyim ve kuşamıyla filmlerde gördüğümüz sanatçılardan daha heybetli idi. Kafaya koydum, onun oynadığı filmlere gidecektim. İnatçı ve ketumdum. Sırrımı çalacaklar korkusu ile kimseye söylemeyecek kadar.
Bir bayram sonrası Ağabeyimle benim çok haçlığımız oldu. Hatta benim haçlığım ağabeyimden daha çoktu. Ağabeyim bana söz vermişti. Arkadaşları ile gittiği sinemalara beni de götürecekti. Benim haçlığımın çok olması bana benim seçeceğim bir filmi izleme ayrıcalığını getirmişti. Ben hani filmi seçersem onu izleyecektik.
Yakınımızda Mamak sineması vardı. Ama seçeneğimiz az olduğundan bunun yerine, sinemaların daha çok olduğu yere gidecektik. O zamanlar bize çok güzel gelen Cebeci’ye gidecektik. İlk durağımız Cebeci sineması oldu. Filmi beğenmedim. Zaten tek bir film olurdu. Benim gözüm hep Atatürk’ü arardı. Ağabeyim daha çok Yılmaz Güney’li filmlere bakardı. Yılmaz Güney boynu büyük duruşunun yanında, dik bir duruşu vardı. Ezilenlerden yanaydı. Bize oldukça yakın geliyordu.
Sonra Cebeci sinemasının biraz ilerisinde Dünya sinemasına gittik. Sinema da oynayan filmin yanında, filmden kesitler gösteren fotoğraflar vardı. Ama hiç birisinde Atatürk yoktu. Abi dedim buradaki film de beğenmedim. Amacım hem sinemaları tanımak hem de Atatürk’ün oynadığı filmi izlemek. Ama yoktu işte.
Sonraki durağımız Melek sineması idi. Burası köşe başı bir sinema olduğundan çok daha hareketli bir yerdi. Aradığımızı burada da bulamadık. Biraz ilerisinde Uzay isminde bir sinema vardı. Ona baktık onda da yoktu. Bu dördüncü sinema olmuş, ama aradım film yoktu. Bu son üç sinemanın bize hep bir bilmece oyunu olmuştu. Arkadaşımıza sorardık. Dünya ile Uzay’ın arasında ne var. Bilenler hemen atılırdı. Melek var. Bilmeyenler düşünür, biz gülerdik. Ağabeyim, kızmaya başladı. Hadi oğlum bir film setçe, girip izleyelim. Bizler için yönetmenin hiçbir önemi yoktu. Merakla sordu sen kimin filmini istiyorsun. Cüneyt Arkın mı, Ediz Hun mu? Ayhan Işık mı? Yılmaz Güney mi? Fatma Girik mi? Filiz Akın mı? Türkan Şoray mı? Ben emme basma tulumba gibi başımı sallıyor bir yandan da çık çık diyordum.
Sonra biraz daha yürüyerek Saray sineması geldik. Burada da yoktu. Başka nerede sinema var diyince ağabeyim iyice kızdı. Oğlum sen yorulmadın mı dedi. İlerde bir iki sinema var ama ben yoruldum. Birde Kurtuluş’ta sinemalar var diyince, ben tutturdum Kurtuluş’a gidelim. Sonra ağabeyim ısrarla sordu nasıl bir film istiyorsun. Dayanamadım ben Atatürk’ün filmini izleyeceğim. ‘Ağabeyim, ne diye bir haykırış çıkardı ki, şaşırdım, korktum. İyice kızdı şimdi beni dövecek sandım.
Oğlum deli misin sen, Atatürk’ü artiz mi sanıyorsun. O bizim kurtarıcımız. Sen benim kitaplarımda hiç görmedin mi? Bende senin kitaplarında gördüm dedim. Sonra onun filmini çevirecek baba yiğit daha doğmadı dedi. Ulus’taki heykeli de mi görmedin dediğinde iyice şaşırmıştım. Yok dedim başımı salladım. Bizi Ulus’a kim getirecekti. Babam Pazar tatili bile olmayan bir işçi idi. Anne ise evden çıkmazdı. Kandırılmış gibiydim. Saray sinemasındaki filme gittik. İzledim filmi unuttum için size söyleyemiyorum. Çünkü benim aklım hep Atatürk’te idi.
O günden sonra Atatürk hakkında her şeyi öğrendim. Babamı, annemi, ablamı ve abimi bıktırırcasına soruya boğdum. O yıl benim sayemde bütün aile Anıt Kabir’e gittik. Hiç unutmam orada da babamı soruya boğmuştum. Atatürk bu Anıt Kabir”in neresinde yatıyor demiştim. Babamın asker arkadaşı orada çalıştığından, gerçek mezarın olduğu yeri bile göstermişti.
Müze de bal mumundan heykelini gördüm. Babam gibi orta boylu bir adam. Nasıl resimlerde en göz dolduran ve herkesten daha heybetli duruşu beni şaşırttı. Gözümde iyice büyüyordu. Asker resimleri de öyle, üniformadan desem değil, sivil görünüşleri de öyle. Tanrı ile aram hiç yoktu. Çünkü çocuk o yaşlarda bile, Tanrı ile kavga eden birisi idim. Öyle olmasa idim. Atatürk’ün evliya ya da ermiş birisi olduğunu bile düşünebilirdim.
Sonra bende okula başladım. Atatürk’ü okulda en iyi ben anlatıyordum. Öğretmenden her seferinde aferin alıp, keyifleniyordum. Ama bir sorun vardı. Uzun bir süre sanırım ortaokul yıllarıma kadar onu hep bir sinema sanatçısı olarak düşledim. Benim hayalimde o en güzel filmlerde oynamıştı. Sinema ve Atatürk hayatımın ayrılmaz bir parçası olmuştu. Filmde aktörden çok, yönetmenin eseri olduğunu kavradığımda Atatürk’ü anlatan filmi yapma hayali çok kurdum. Abimin bizim Yozgat ağzıyla dediği gibi o baba yiğit ben olacaktım.
Çocukluğumun sinema kahramanı, gençliğim de ve hatta yetişkinliğimde bile peşimi bırakmadı. Çocukluğumda onu bir sinema sanatçısı sanmıştım. Oysa sonraları onu bir sinema başyapıtı olarak hayallerimde canlandırıyordum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.